Tacize tepki gösterirken, mağdurun ihtiyacını sormamak

Abone Ol
Righttobe’den öğrendiğim iki şeyden birisi bazı adımları atmadan mağdurun olurunu almak, diğeri de cezalandırmaya karşı olmaları. Çünkü ceza istenen sonucu -kişiyi yaptığı şeyden caydırma- yaratmıyor.  Bundan önceki son birkaç yazımda, taciz mağdurlarına destek olmak için geliştirilmiş bir tanıklık yapısından bahsetmiştim. Bu yazıda ise, birden fazla taciz hikayesi yaşamış birisi olarak bundan aşağı yukarı on beş yıl önce (o zamanlar oturduğum yerden taşınalı on üç yıl oluyor) tacize uğradıktan sonra yaptığım müdahaleyi ve bu müdahalenin nasıl hiç beklemediğim bir şekilde sonuçlanmış olduğunu anlatacağım. Bu hikâyeyi hatırlamama sebep olan, geçen haftayı Belçika’nın üniversite şehri Leuven’de Avrupa Onarıcı Adalet Forumunu’nun Kış Akademisi adını verdiği bir eğitimde geçirmiş olmamdı. Onarıcı adaletin[1] uygulandığı veya uygulanmak istendiği birçok ülkeden kişinin katılımıyla verilen eğitim, okullar, aile içi şiddet mağdurları ve mağdurlara yönelik hizmetler olarak üç ayrı temaya ayrılmıştı ve beş gün sürdü. Ben onarıcı adaletin okullarda nasıl uygulanacağına odaklanan kısmı seçmiştim. Çünkü okullarda toplumsal davranış kurallarının ihlal edilmesi durumunda öğrencileri cezalandırmaya dayalı bir mantık izlenmesi ve bunun da çocukları korkuya ve konuşmamaya itmesi nedeniyle onarıcılık buralarda da uygulanmak isteniyor. Eğitim sırasında, beni rahatsız eden bir konuda onarıcı bir program hazırlamam istendi. Daha yeni meydana gelmiş bir olay yerine aklıma bir anda onarıcı adaletten çok faydalanılacak olmasını umarak hareket ettiğim bu eski olay geldi. O zamanlar İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere kampüsünde çalışıyor ve Cihangir’de oturuyordum. Dolayısıyla iş sonrası, Dolapdere-Taksim servisine biniyor, AKM önünde indikten sonra Cihangir’e yürüyordum. Bir yaz günü evime yürürken, yine Sıraselviler Caddesi’nde bulunan bir otelin önünden geçtim. Üstümde dizimin biraz üstünde bir etek ve beyaz kısa kollu bir gömlek vardı. Arkamdan birisinin bana ilgi gösterir bir melodi ile ıslık çaldığını duydum. Hemen arkama döndüm ve bana ıslık çalan bu genç adama niye bana ıslık çaldığını, üstümde biraz kısa bir etek var diye, sokakta rahat yürüyüp yürüyemeyeceğimi sordum. Bunun üzerine, bana ıslık çaldığını nereden bildiğimi sordu, güya bu benim kuruntumdu. “Kendi kendime ıslık çalamaz mıyım” diyerek bir anda önünden geçmekte olduğumuz otele giriverdi. Biraz tereddütle ben de arkasından girdim. Bir anda ortadan kaybolmuştu. Resepsiyondaki görevliye kendisini sordum, bana bilgi verilmedi. Bunun üzerine eve giderek, otelin websayfasına girdim ve otel müdürünün adını buldum.  Oturdum ve kendisine bir mektup yazdım. Olayı anlattım, beni rahatsız eden bu kişiyle konuşmak istediğimi bildirdim ve geri aranmak için telefonumu bıraktım. Yazdığım mektup şu an elimde değil ama daha o dönemde onarıcı adaletle ilgili bir eğitim aldığım için kişinin cezalandırılmasına yönelik bir talebim olmadığını özellikle belirtmem lazım. Ertesi gün, kadın müdür beni hemen aramış ve kahve içmeye otele davet etmişti bile. Heyecanla, onarıcı adalet düşünceleriyle otele gittim. Odasına girdiğimde sadece o ve ben vardık. İlk öğrendiğim şey de mektubu alır almaz kadının hemen otelin önündeki kamera kayıtların inceleyip, olayın aynen benim yazdığım şekilde yaşanmış olduğunu tespit etmesi olmuştu. Kadına hayran olmuştum. Söylediklerimi ciddiye alıp, adeta savcı gibi soruşturma yapmıştı. Daha sonrasında bana ıslık çalan çalışanını işten çıkardığını söyledi. Çünkü otelin önünden geçen kadınlara ıslık çalan birisi turizm sektöründe çalışamazdı. Şok olmuştum. Benim istediğim kesinlikle bu değildi. Ben sadece onunla konuşmak ve bir kadın bu şekilde taciz edildiğinde ne hissediyor, onu söylemek istemiştim. Belki özür diler umuduyla. “Benim yüzümden işten çıkarılmasına üzüldüm” dediğimde kadın bana “sizin yüzünüzden değil, kendi yüzünden işten çıkarıldı” dedi. Ama kendisini başka bir sektöre gönderdiğini de ekledi.
Bu örnek olayda bana ihtiyacımın ne olduğu sorulmamıştı. O konuşmayı şikayetimle ben başlatmış olsam da ne telefonda ne yüz yüze ne hissettiğim yahut ne istediğimden bahsedebilme fırsatı bulamamıştım.
Bu eğitimde konuştuklarımızı ve Righttobe’den Emily May’in bana Anlaşabiliriz’in geçen bölümünde bahsettiği tacize uğramış kişiye sormadan bazı şeyleri yapmamaya dair prensibini hatırladığımda, bu olayda beni en rahatsız eden şeyi senelerin sonunda fark ettim. Bana ihtiyacımın ne olduğu sorulmamıştı. O konuşmayı şikayetimle ben başlatmış olsam da ne telefonda ne yüz yüze ne hissettiğim yahut ne istediğimden bahsedebilme fırsatı bulamamıştım. Onun yerine, benim aklıma dahi gelmeyen ve pek de tercih etmediğim bir sonuç bana empoze edilmişti. Üstelik bu, benim önem verdiğim şeyler konuşularak, beni güçlendiren bir açıdan değil, otel müdürünün bakış açısından, onun ihtiyaçları dikkate alınarak yapılmıştı. Nitekim, bu olaydan sonraki bir ayı, işten çıkıp eve gitmek için her otele yaklaştığımda, işten atılan adamın, bir köşede bana saldırıp intikam almak için beklediğinden korkarak geçirdim. Yolumu değiştirmeye çalıştım, rahatsız oldum. Neyse ki bir ay geçtikten sonra beni takip etmediğinden emin oldum. Elbette bir otel müdürünün, onunla veya çalışanıyla yapacağımız konuşmada onarıcı adalet prensipleri uygulamasını beklemiyordum. Ama sadece bir şikayetçi, süreci başlatan kişi muamelesi gördüğüm yargı sisteminin bu kadar bire bir tekrar edilmesini de beklemiyordum. Bugün otel müdürü bunu okusa, belki de bir şikayetle harekete geçip soruşturma yapmış ve ilgiliye “ceza vermiş” birisi olarak üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını düşünen, daha ne istediğimi anlamayan birisi olarak konuşacaktır. Oysa Righttobe’den öğrendiğim iki şeyden birisi bazı adımları atmadan mağdurun olurunu almak, diğeri de cezalandırmaya karşı olmaları. Çünkü ceza istenen sonucu -kişiyi yaptığı şeyden caydırma- yaratmıyor. --- [1] Onarıcı adalete dair temel fikirleri burada ele almıştım: https://www.politikyol.com/onarici-adalete-dair-iki-ornek-zorluklar-imkanlar-yapabilirlikler/