Sulhte hayır vardır

Abone Ol
Rejim ile Masa arasında zihniyet anlamında tam bir uzlaşı olmasa da net bir ayrışma da yok. Bu yenişememe hali ya tarafları birbirlerine karşı keskinleştirecek ya da bir orta yolu teşvik edip, sulhe davet çıkaracak.

Loading...

Harbe gider gibi seçime gidilmez. Bir memlekette, halka öncülük etmesi gereken siyasi liderler, halkı birbirine düşürüyorsa, o memleketin birlik ve bütünlüğü, herhangi bir dış mihrak veya terör örgütünün yaratamayacağı, sebep olamayacağı kadar büyük ve ciddi bir tehlike altında demektir. Türkiye, karpuz gibi tam ortasından ikiye bölünmüş şekilde ve kör kuvvetlerin gölgesi altında seçim sath-ı mailine giriyor. Kavgalarımız ya birimizin diğerini yok saydığı ya da bir kesimin kendini ötekinden üstün tuttuğu yerde başlıyor. Toplumda yaşayan bütün kesimleri hukuk önünde eşitlemek; onların yapısını, fıtratını, kültürünü bilmek ve onları olduğu gibi kabul etmek gerekiyor. Nefrete ve öfkeye odun atmamak lazım. İktidarda olduğu gibi muhalefette de ifrata kaçmamakta fayda var. Toplumu bölen meselelerde orta yolu aramak gerekiyor. Evet Türkiye’de köklü bir zihniyet değişikliği elzem. Ama iktidar siyasetin dilini ne kadar zehirlerse zehirlesin, bu değişimin yolu yumuşak ve yapıcı tavırdan geçiyor. Hadd-i itidal gerekiyor. Akışı görmek ve ona muvafık olmak lazım. İktidar cenahı ekonomi başta olmak üzere, mevcut politikaları ile toplumun dayanma gücünün üstüne çıkıyor. Tahammül sınırlarını zorluyor. Gelmiş ve gelecek nesillerin duygu ve düşünce dünyasını idrak etmekten uzak, akıntıya karşı kürek çekiyor. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli birlikteliğinden teşekkül eden iktidarın siyasi kanadı, açıkça görülmektedir ki seçimlerde galebe çalamayacak. Lakin artık iyice ayyuka çıkmış diğer bir husus ise Altılı Masa’nın da ideolojik olarak iktidarı aşamıyor ve aşamayacak olması. İktidara tonunu veren rejim ile Altılı Masa arasında zihniyet anlamında tam bir uzlaşı olmasa da net bir ayrışma da yok. 2018 genel seçimlerinin üzerinden nice zaman geçti, türlü türlü olaylar yaşadık. Gördük ki, karanlık görünen ile aydınlık iddiasında olan arasında varlık değil derece farkı var. Türkiye’nin bu sıkışmışlığı kendi içinde biri hayır diğeri şer iki şeye gebe. Yani bu yenişememe durumu ya tarafları daha da bileyerek, birbirlerine karşı keskinleştirecek ve toplumun derin fay hatları üzerinde tepinmelerine yol açarak harbin kapılarını aralayacak ya da tam tersi dinginleştirerek, her kesim için makul ve makbul bir orta yolu teşvik edip, sulhe davet çıkaracak.
Harbe gider gibi seçime gidilmez. Türkiye’de köklü bir zihniyet değişikliği elzem. Ama iktidar siyasetin dilini ne kadar zehirlerse zehirlesin, bu değişimin yolu yumuşak ve yapıcı tavırdan geçiyor. Hadd-i itidal gerekiyor.
Bu keskin kutuplaşma, toplum üzerinde korkunç bir baskı ve basınç yaratıyor. Türkiye’yi çift kutuplu bir ülke haline getirerek seçimleri yengi-yenilgi dikotomisine hapsediyor. İktidar, yarattığı siyasetsizliğin sebebiyet verdiği acziyetten dolayı zulmü ve hukuksuzluğu araçsallaştırıyor. Bu da zihinleri radikalleştiriyor. Radikallikten de tabii olarak huzur ve refah çıkmıyor. Böylesi bir atmosferde yapılan seçimlerde kazanan kim olursa olsun bunun Pirus zaferinden farkı olmaz. Halbuki ne olursa olsun olası bir barış en hafif savaştan yeğdir, hayırlıdır. Peki bu sulh nasıl sağlanabilir? Bunun çeşitli yol ve yöntemleri var. Önce niyet sonra da gayret gelirse Türkiye bu cendereden en az hasarla çıkabilir ve bu alanda dünyaya örnek teşkil edebilir. Öncelikle tüm liderler arka kapı diplomasisi ile endişelerini birbirlerine iletmeli ve bunlar üzerine kapsamlı tartışmalar yürütmeli. Bu süreçten sonra Altılı Masa genişleyerek sekizli-dokuzlu veya onlu masa haline gelebilir. Türkiye Masası adını verebileceğimiz bu birliktelik, bazı temel hususlarda mutabakat sağlayabilir. Misal, 15 Temmuz sürecinden sonra aktif olarak devletin çeşitli kurumlarında görev almış lakin adi suçlara bulaşmamış emniyet mensuplarının, bürokratların, hâkim ve savcıların kendilerini güvende hissedecekleri, devr-i sabık jargonunun rafa kaldırılacağı ve Silivri Cezaevi’nin devremülk olmaktan çıkarılacağı; kamu ihaleleri ve vergi afları ile haksız kazanç sağlamış şirketlerin, bunları bir şekilde kamuya iade edecekleri; bürokrasi ve yargıda liyakati esas almak üzere, mevcut kadroların KPSS tarzı sınavlarla kendilerini ispat edeceği; HDP’nin kapatılma davası başta olmak üzere, Kürt siyasal hareketine yönelik tutuklamalar ve kayyum atamaları dahil tüm hukuka aykırı süreçlerin sonlandırılacağı hususlarında fikir birliğine varılarak çatışma konusu olacak hususlar daha en baştan çözüme kavuşturulabilir. Cumhurbaşkanı kim olacak, nasıl seçilecek meselesi de seçimlerden önce parlamenter sisteme dönülmek kaydı ile iki şekilde çözülebilir; ya güçlendirilmiş parlamenter sisteminin ilk Cumhurbaşkanı Erdoğan seçilir, 5 yıl için Çankaya’ya gider. Ya da Altılı Masa’nın aday göstereceği kişi, Cumhur İttifakı’nın da onay verebileceği veya vermese de şerh düşmeyeceği bir isim olabilir ve bu şekilde Cumhurbaşkanı seçilebilir. Bu denklemler elbette değiştirilebilir, geliştirilebilir veya genişletilebilir. Burada mühim mesele sulhe yönelik adımların atılmaya başlanması. Nihai zafer bir tarafın galip hissettiği değil hiç kimsenin mağlup hissetmediği bir iklimden geçer. Cumhuriyet’i yüzüncü yılında demokrasi ile taçlandırma arzusu, inşa sürecinde masada herkesin olması ile mümkün. Bu devletin ve bu toprakların halklarının ihtiyacı olan toplumsal sözleşme ve onun öncesinde gerekli olan toplumsal uzlaşı için normalleşmeye ihtiyacımız var. Devrimler çağında yaşamıyoruz, demokrasi de bir anda zuhur etmiyor. Dayatmalardan, ötekileştirmelerden, terörize etmelerden bitap düştük. Türkiye’nin, harareti hiç düşmeyen bu yirmi yılın ardından bir nebze de olsa sükunete, sakinliğe ve huzura ihtiyacı var. Çatışma dilini teşvik etmek kolay taraftar toplayabilir lakin o çatışmanın altında ezilecek memleket evlatlarını unutmamak gerek. Zor olan sulhtür, sulhte hayır vardır.