Kemalizm bu topraklara özgü birçok yan barındırsa da esasında Türkiye’ye özgü bir hareket değil, geç kapitalistleşmiş ülkelerin aydınlanmacı hareketlerinden biridir. Erdoğan’ın “Türk tipi” rejimi de az gelişmiş ülkelere özgü…
Sui generis, Latince bir deyiş. Sıklıkla hukuk alanında kullanılır. Türkçeye kendine özgü olarak çevirebileceğimiz bu söz dizini, hukuk alanında da emsali olmayan durumlar için kullanılır. Bu kavramı Türkiye siyaset ve sosyal tarihi için düşünmek de anlamlı olacaktır. Çünkü Türkiye siyaset ve sosyal tarihinde yapılan en büyük metodsal yanlışların başında birçok olguyu bu topraklara özgü bir bozukluk ya da sağlıklı, olumlu bir olgu olarak değerlendirmek geliyor. -Yani olguları sui generis olarak görmek.-
Türkiye’nin fikir hayatında sui generis olarak adlandırılan kimi tarihsel olgular veya dönemler bulunur. Şüphesiz bunların en başında modern Türkiye’nin inşası ve Kemalist kuruluş hikayesi gelir. Modern Türkiye’nin kuruluşunun Kemalistler açısından savunulan tarih yazımı bir “sui generis” örneğidir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünyanın geç kapitalistleşmiş ülkeleri için otoriter aydınlanmacı hareketler oldukça yaygındır. Kemalizm olarak tarif ettiğimiz politik hareket yaşadığımız topraklara özgü birçok yan barındırsa da esasında salt Türkiye’ye özgü bir hareket olarak aktarılamaz. Yirminci yüzyılın başında dünyanın çeşitli yerlerinde Kemalizme benzer hareketler ivme göstermiş ve bulundukları ülkenin kaderini etkilemişlerdir. Ancak çoğunlukla bu durum Kemalist tarih yazımı için göz ardı edilen bir unsurdur. (İlginç bir şekilde Kemalizmin olumlu yanlarından bahsedildiği zaman onun bu topraklara özgü, kendine has bir deneyim olduğu belirtilirken, aksayan ve anti demokratik yanları söz konusu edildiğinde dönemin karakteristiği hatırlatılıyor.)
“Kendine özgülüğü” sadece Kemalizm konusunda veya modern Türkiye’nin inşası anlatısında görmeyiz. Muhafazakâr tarih yazımı için de Osmanlı sui generis yanlar barındıran bir imparatorluk hikayesidir. (Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak rejiminin incelenmesi üzerine yapılan çalışmalarda; Osmanlı’nin kendine özgü bir toprak rejimi olduğunu söyleyenler yalnızca muhafazakârlar değildir özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türkiyeli sol aydınlar İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu tarafından savunulan ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) sui generis bir anlayıştır.)
ÇÖZÜMÜ EVRESENSEL DEĞERLERDEN ÜRETMEK GEREKİYOR
Bu anlayışların ortak noktası; modern Türkiye ve onun geçmişini oluşturan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yapısal dönüşümleri bu topraklara özgü olarak değerlendirmektir. Olguları Türkiye’ye özgü olarak değerlendirmek uzun vadede düşünsel üretimleri zayıflattığı gibi politik söylem üretebilme kabiliyetini de azaltıyor. Her ne kadar tarihsel anlamda sui generis olarak anlaşılan olgulardan bahsedilse de yaşadığımız günlerde de birçok olgu bu topraklara özgü birer sorun olarak anlaşılıyor. Türkiye’nin darbelerle kesintiye uğrayan bol yamalı demokrasi tarihi de, sık sık otoriter eğilimlere kapı aralayan sivil toplum hareketi de bu topraklara özgü aksalıklar değil.
Peki, bu aksalıkların bu topraklara özgü olmadığını anlamak ve anlatmak neden önemli? Karşımıza çıkan olguları her seferinde bu topraklara özgü, sui generis unsurlar olarak değerlendirirsek, çözüm için de bu topraklara özgü birtakım reçeteler peşine düşeriz. Halbuki gerek dünya tarihi gerekse de Türkiye tarihi göstermektedir ki; sui generis olgulara karşı üretilmeye çalışılan özel çözümler sonu gelmeyen tartışmalar doğuruyor. Türkiye’nin siyasal hayatında da acil ihtiyaç bu topraklara özgü çözümler değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her ne kadar “Türk tipi” olduğunu iddia etse de Türkiye’nin var olan başkanlık rejimi de gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere özgü otoriter bir yönetim örneği. Öyleyse çözüm için uzun mücadele ve kriz yılları sonrasında oluşturulmuş evrensel demokratik değerler üzerinde birleşebilmektir. Türkiye’nin tarihine ve siyasi hayatına evrensel bir gözle bakmak ve Türkiye’nin geleceği için evrensel değerler üzerinden bir çözüm üretmek gerekiyor.