İsrailli Arapların mecliste milletvekili olmayı bırakın, partileri bile var. Bu zamana kadar hükümetlerde yer aldıklarını da biliyoruz.Konumuza dönelim, İsrailli Arapların mecliste milletvekili olmayı bırakın, partileri bile var. Bu zamana kadar hükümetlerde yer aldıklarını da biliyoruz. Yüksek öğretim rakamlarına bakarsak, sürekli tırmanan bir grafik karşımıza çıkıyor. Çok yeni bir tarih sayılmaz ama güvenilir bir kaynak olduğu için 2001 yılından bir istatistik paylaşmak istiyorum. 2001 yılında İsrail’deki tüm yüksek öğretim öğrencilerinin %9.4’ünü, tüm üniversite öğrencilerinin %8’ini, tüm kolej öğrencilerinin %6.7’sini ve tüm öğretmen okullarında okuyan öğrencilerin %22.5’ini Filistinli Araplar oluşturmaktadır. Bu rakamlar şu anda daha yüksek. Bunlar İsrail’in resmi rakamları değil; Filistin asıllı akademisyen Khalid Arar’ın kendi makalesinden aldım. Bununla beraber, sadece sosyal medyada İsrail’le ilgili haberleri takip etseniz, Arapların ve Yahudilerin beraber aynı meslek kollarında yer aldıklarını; hatta polis ve güvenlik kuvvetlerinden tutun, sağlık hizmetlerine, öğretmenliğe kadar her meslekte birlikte yer alabildiklerini görürsünüz. Sadece basına yansımış iki örneği vermekle yetineceğim. Bunların birisi daha önce de bir vesileyle adından bahsetmiş olduğum Lucy Aharish. Kendisi İsrailli bir Arap ve halihazırda İsrail medyasındaki ilk anchorwoman. Üstelik de eşi bir Yahudi. Mesela bir diğer isim Dr. Şadan Selame. Hadassa Hastanesi Acil Servisinde başhekim olarak yıllardır görev yapıyor. Tekrar vurgulayayım bu iki isim de kadın ve Arap. Yani çok iyi işleyen Batı demokrasilerinde bile dezavantajlı denecek gruplardan geliyorlar. Şimdi milyon dolarlık soru geliyor. Acaba apartheid rejiminde yaşayan siyahiler neden Filistinli Arapların İsrail’de yaptıklarını becerememişler? Bir zeka eksikleri mi var sizce? Yoksa İsrail’deki rejim apartheid değil de, siz Filistin yönetiminin borazanlığını mı yapıyorsunuz? OSMANLI YENİDEN… Burada yeniden iki gruba sesleneyim. Filistinlilerin İsrail’de bir apartheid rejimi altında yaşadıkları sanrısını sürekli dile getiren siyasal İslâmcı arkadaşların ana dilde eğitim isteyen Kürtler ve diğer azınlık gruplar ve bir kültürel renk değil, inanç grubu olduklarını biz Sünnilere yıllardır anlatmaya çalışan Aleviler söz konusu olunca ölüm sessizliğine gömüldüklerini görüyoruz. Halbuki Osmanlı’da din ve dil özgürlüğü söz konusuydu. Yeniden Osmanlı’yı diriltme hayalleri olan arkadaşların bu hevesleri yalnızca Yahudi düşmanlığı fırsatı çıkınca aktive oluyor herhalde. Veya öyle büyük projelere girmeyip bunun yerine hobi olarak Osmanlı ekmeği yapma kurslarına da katılabilirler. Daha isabetli ve hepimiz için politik olarak daha az riskli olur. EN ANTİ-EMPERYALİST BENİM DİYENLER Öte yandan, doğrudan Avrupa solundan Türkçe’ye çevirerek haber geçen sol mahalledeki arkadaşlara da daha bilgi birikimlerine uygun bir açıklama yapayım. “İsrail’de apartheid rejimi var.” diyerek bağırıp çağıran Batılı entelektüel, sanatçı, akademisyen vs. zevat, aslında kendi ülkelerinin işledikleri suçları hafifletme hedefiyle böyle bir kavram kargaşası yaratıyorlar. Son dönemde çok sık yaptıkları bilinçli bir şey bu. Herhangi bir yerde bir sel felaketi olup binlerce kişi öldüğünde, birileri çıkıp “bu yaşanan tıpkı Yahudi soykırımı gibi” diyor veya bir yerde dört kişi ırkçı bir saldırıya uğradığında “Ha bu saldırı ha Holokost” söylemleri ortaya çıkıyor. İşte bu ifadeler, aslında kendi suçlarını normalleştirmek ve hafifletmek psikolojisinin dışavurumudur. Yüzlerce yıldır emperyalist hayallerle işledikleri suçları, sömürdükleri halkları aslında öyle o kadar da sömürmemiş gibi yapmanın dilsel ifadesidir. Siz bunları kullandıkça, o sözde mücadele ettiğiniz emperyalistlerin işledikleri suçları temize çeker ve onlara mevzi kazandırmaya devam edersiniz. BİR DÜŞÜNÜN… Hiçbir şey Holokost’a benzemez, Holokost Holokost’tur. Hiçbir şey apartheid’a da benzemez. Apartheid apartheid’tır. Dünya üzerinde ancak kendini dev aynasında gören beyaz ırkın hayal edebileceği türden ayrımcı ve insanlık dışı suçların “yasal olarak” işlendiği bir yönetimdir. Niteliği gereği biriciktir. Bu yüzden bu olaylara özel isimler verilmiştir. Bunu anlamak için Einstein olmaya gerek yok herhalde. Kuşkusuz İsrail’deki yönetimin çok eksiği var. Özellikle ülkedeki Arapların gündelik hayatlarına dair düzeltilmesi gereken tonlarca konu var. İsrail’deki demokrasiyi kusurlu ve eksik bir demokrasi olarak tanımlamak ve eleştirmek normaldir ve mümkündür. Ama apartheid rejimi demek apaçık bir yalandır. Üstelik apartheidi icat edecek bir zihniyetin suçlarını aklamaya kalkmaktır. O rejimde yaşamış yüzbinlere de hakarettir. Son olarak, Nelson Mandela’nın Yaser Arafat’la Muammer Kaddafi’yi insan hakları aktivisti ve özgürlüğe ve barışa katkı sunan liderler olarak görmesini de yaşadığı apartheid rejiminin travmasına bağlıyorum. Allah kimseye bu adamları aklayacak kadar büyük bir travma yaşatmasın. Hadi Mandela’yı apartheid çarptı diyelim. Peki bu denli muvâzenesini kaybedecek kadar olguları çarpıtma noktasına gelen siyasal İslâmcılarla, sosyalistlerin başından ne geçti ben asıl onu merak ediyorum.
Şu apartheid dedikleri
İsrail vatandaşı olan Arapların herhangi bir Yahudi’den hukuken bir eksiği olmadığını görüyoruz. Okullarda ana dilde eğitim imkânı mevcuttur; Arapça öğretilmektedir. İbadetle ilgili herhangi bir baskı yoktur.
Geçen hafta başladığım İsrail’e dair ülkemizde çokça kullanılan ama ezberlenmiş kavramlara bu yazıda da devam etmek istiyorum. Umarım bazı insanların gerçekleri görmesi artık mümkün olur. Esasen bu yazılarda paylaştıklarım isterse herkesin ulaşabileceği bilgiler bu yüzden teyit edilmesi de oldukça kolaydır. Yalnız ideolojik körleşmeyle kangrenleşmiş bünyeler için bunları kabullenmek zor olacaktır. Bütün ömürlerini bir yalan uğruna tükettikten sonra bunu kendine itiraf etmek bazılarına zor geliyor olmalı. Oysa dürüstlük iyidir. “Hakîkat insanı özgürleştirir” derken Hz. İsa şüphesiz hak dinden bahsediyordu ama hak dinin temelinde de yine dürüstlük, doğruluk ve adalet vardır. Kendimize karşı da dünyaya karşı da dürüst olmak vicdânî borcumuzdur.
Gelelim bu haftanın konusuna. Bir süredir genellikle Batı medyasında dile getirilen İsrail’de apartheid rejimi olduğu argümanına son dönemlerde Türkiye’deki basında ve sosyal medyada da rastlıyorum. Cehalet maalesef bulaşıcı bir şey. Bir saniyede internetten bile ulaşabileceği bilgilere bakmadan, papağan gibi başkalarını tekrar etmek koskoca akademisyenlerin bile düştüğü bir hata olmaya başladı. Hele bir de İsrail düşmanlığı, Yahudi nefreti ve ideolojik körlük batağına saplanmışsanız iflâh olmaz bir vaka olup çıkmanız işten bile değil.
APARTHEİD NEDİR?
Apartheid bazılarının sandığı gibi basitçe bir gruba ayrımcı tutumda bulunmak anlamına gelmez. Apartheid Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmede apartheid suçu: “Bir ırktan insan grubunun herhangi başka bir ırktan insan grubu üzerinde tahakküm kurmak ve bunu sürdürmek ve sistematik şekilde bu gruba baskı uygulamak amacıyla işlediği insanlık dışı eylemler” olarak tanımlanır. Bu sözleşme, 30 Kasım 1973’te BM Genel Kurulunca kabul edildi ve 1976’da yürürlüğe girdi. Bugün 109 devlet tarafından tanınmaktadır. Bu kavram bildiğiniz üzere Güney Afrika’daki beyaz azınlığın uygulamaları sebebiyle literatüre girmiş ve insanlık suçlarına bir yenisi olarak eklenmiştir.
Güney Afrika’daki apartheid rejiminin yapısına dair somut birkaç örnek vereyim. Örneğin devlet daireleri siyah ve beyazlar için ayrılmıştı. Bir siyahla beyazın aynı bankta oturmaları yasaktı. Siyahlar sürekli yanlarında kimlik kartı taşımak zorundaydılar. Ayrıca ırklar arası evlilik yasaktı. Siyahlar ülkenin belli bölgelerinde yaşamak mecburiyetindeydiler ve ekonomik olarak neredeyse açlıkla sınanacak halde yaşıyorlardı. İş bulmaları neredeyse imkansızdı ve çoğu iş bulma ümidiyle göç etmek mecburiyetinde kalıyorlardı. Şu tanımı ve uygulamaları okuyorum da, Allah sizi inandırsın, aynı İsrail.
İSRAİL’DE NE YAŞANIYOR?
Gelelim İsrail’e. Geçtiğimiz aylarda İsrail’de doğup büyümüş olan Araplarla ilgili bir anket yayınlanmıştı. Oradaki cevaplara göre, İsrail’de yaşayan Filistinlilerin mutluluk oranının Lübnan’dakilerden daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştı. Bunu çok âfâkî bulan arkadaşlar için daha somut örnekler vereceğim ama yeri gelmişken bunu da belirtmiş olayım. Bu bahsettiğim anketi basından bulabilirsiniz.
Günlük hayatın gerçeklerine baktığımızda ise, İsrail vatandaşı olan Arapların herhangi bir Yahudi’den hukuken bir eksiği olmadığını görüyoruz. Okullarda ana dilde eğitim imkânı mevcuttur; Arapça öğretilmektedir. İbadetle ilgili herhangi bir baskı yoktur. Tam bu noktada, “Ne ibadet özgürlüğü, İsrail askerleri El Aksa’ya ayakkabılarıyla giriyorlar” diyecek olan İslâmcı arkadaşlara hatırlatmak isterim. Filistin’deki radikal gruplar, ümmetin en büyük miraslarından birisi olan El Aksa’nın içinde top oynayıp, yerlerde yuvarlanıyor, taşlarını söküp İsraillilere atıyorlar. Acaba öncelikli olarak mirası korumasını kimden beklemeliyiz? Yahudilerden mi Müslümanlardan mı? Filistinli Araplar bu tarz aşırı eylemlerini cami içinde ve avlusunda yapmasalar da karşı taraf da müdahale etmek zorunda kalmasa diyorum. Hani El Aksa gözbebeğimizdi?