Stokçunun psikolojisi: Ekonomik resesyon çoğunlukla duygusal bir meseledir

Abone Ol
İnsan davranışının dinamiklerini çözmeksizin ekonomik çöküntünün içinde ev kirasına gelecek zam yüzünden uykuları kaçan bir insanın neden dört dev tuvalet kâğıdı paketinin yanında üç parfüm ve bir Kaş seyahati hazzı stokladığını anlamanız mümkün olamayabilir.

Loading...

Putin’in bu haftaki açıklamaları ile son zamanlarda sık sık aklımıza düşen ve “daha neler” diyerek geçiştirmeye çalıştığımız 3. Dünya Savaşı olasılığı bir kere daha gündeme geldi. Putin, tarihi zamanlardan geçtiğimizi ve dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana "en tehlikeli" yıllarıyla karşı karşıya olduğumuzu dile getirdi. Vladimir Putin’in köşeye sıkıştığında savurduğu tehditlerin ötesinde bir 3. Dünya Savaşı ihtimali hepimizi tedirgin ederken, Avrupa Birliği halkları da ciddi bir refah azaltıcı ve huzur kaçırıcı olarak nitelendirdikleri enerji krizi nedeniyle zor günler geçiriyor. Almanya’da üretim tesislerinin %18’i üretimi durdurma kararı açıklarken, çalışan nüfus evlerine odun sobası kurma, emekliler ise kışı sıcak ülkelerde geçirme çabasında. Siyasi kriz ve savaş beklentilerinin yanında bir de küresel resesyon ile de mücadele etmek zorundayız. Artan enflasyon oranları, düşen alım gücü ve Türkiye dışındaki ülkelerde enflasyonla mücadele için yükselen faizler, tüketicilerin giderek daha da tedirgin hâle gelmelerine neden oluyor. Pandemi sonrası sürecin etkileri, savaş beklentisi ve küresel ekonomik durgunluğun üst üste geldiği bir dönemde kimin nasıl davranacağını kestirmek de bir hayli güç. Ne zaman, nerede ve nasıl davranacağımızı tam olarak bu andaki sosyal, ekonomik ve politik gerilimlerin benzersiz bileşimi belirliyor. Bu dönemdeki değişkenlerin bileşimi, eşsiz bir bileşim olduğu için bu konuda öngörüde bulunmak oldukça güç. Ancak yapılan araştırmalarla elde ettiğimiz veriler bireylerin bu dönemde nasıl davranmayı tercih ettiklerini kısmen de olsa önümüze seriyor. İnsanların nasıl ve neden belirli bir davranış yolunu izlediğini bilmek bilim insanları, üreticiler ve yöneticiler için olduğu kadar, hükümetler için de önem taşıyor. Davranışsal ekonomi bu alandaki en önemli yol göstericilerimizden biri. Özellikle ABD ve Birleşik Krallık’ta politika yapıcıların davranışsal ekonomi araştırmalarından yararlanarak politika oluşturdukları da bilinen bir gerçek. Yukarıda bahsi geçen koşullar altında gelecekle ilgili bir projeksiyon yapabilmek için de genelde insan ve özelde tüketici davranışlarına veri bazlı olarak daha yakından bakmamız gerekiyor. Pandemi sonrası dönemde göze çarpan en önemli talep bir an önce “normal” hayatımıza dönmekti. Ancak yeni yeni anlıyoruz ki artık geriye dönüş yok, çünkü normal tanımımız baştan aşağıya değişmiş durumda. Eski hayatına dönmeyi arzu eden ve bunun için çabalayanlar ise kısa bir süre sonra hem kendilerinin hem de çevrelerinin geçirdiği değişimi idrak ederek bu çabadan vazgeçme ve kabullenme dönemine giriyorlar. Bu dönemde normalleşme beklentilerini yerle bir eden diğer faktörler de ekonomik resesyon ve savaş oldu. Normale dönüş beklentisindeki tüketiciler (ve özellikle Avrupa halkları) kendilerini baş etmek zorunda oldukları yeni bir belirsizlik ve tedirginlik dalgası ile karşı karşıya buldular. Bu belirsizlikler de tüketicilerin harcama yerine tasarruf etme eğilimlerini arttırarak ekonomilerin aşağı yönlü hareketini hızlandırabiliyor. En azından çoğu ülkede beklenti bu yönde idi... Ancak süreç bizi bazı şaşırtıcı sapmalarla karşı karşıya bıraktı. Amerika’da Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre uzun vadeli enflasyon ve üst üste iki çeyrek küçülen Amerikan ekonomisinin içine girdiği durgunluk, tüketicilerin belirsizlik algısını son 30 yılın en yüksek seviyesine getirdi. Belirsizlik durumlarında tüketicilerin verdikleri ilk tepki lüks tüketim olarak “algıladıkları” harcamaları durdurmak yönünde oluyor. Ancak her tüketici grubu bu etkilere aynı şekilde cevap vermiyor. Genellikle genç tüketicilerin ekonomik kriz beklentilerine daha az tepki verdiklerini görüyoruz. Michigan Üniversitesi araştırması bulgularına göre yetişkin Z kuşağı tüketicilerin %40’ı siyasi görüşlerinden bağımsız olarak ekonomik durgunlukla ilgili korkuların abartıldığı fikrinde ve önümüzdeki yıl itibariyle enflasyon oranlarının düşeceğine inanıyor. X kuşağında ise bu oran yaklaşık %24. Öte yandan yaş değişkeninden bağımsız olarak araştırmaya katılan her on kişiden dördü önümüzdeki aylarda eğlence, seyahat, kozmetik ve spor benzeri harcamalarını kısacağını belirtiyor. Bu veriler, Haziran 2022’de %9.1 ile son 41 yılın en yüksek enflasyon oranını görmüş olan ABD’den geliyor.
Ekonominin seyrine dair son derece kötümser bir bakış açısına sahip olan tüketici, mal ve hizmet satın almaya, yetmezmiş gibi bir de kafeleri, restoranları doldurmaya, hatta tatile bile çıkmaya devam ediyor.
Türkiye’de ise TÜİK verilerine göre Eylül ayı itibariyle yıllık enflasyon % 83.4 olarak raporlandı. Tüketicilerin ülke ekonomisine duydukları güvenin önemli göstergelerinden biri olan Tüketici Güven Endeksi ise Ekim ayında 76.2 seviyesine geldi. Endeks puanı, 100’ün altındaki skorlar için tüketicinin kötümser olduğuna işaret ediyor. Tarihsel dip noktasını 2022 Nisan ayında 67.3 ile yaşadığımız endeks, TÜİK verilerine göre son birkaç aydır yükseliş trendinde. Ancak vardığımız nokta olan 76.2 puan da tüketicinin kötümser bakış açısını sürdürdüğünü gösteriyor. Ancak ekonominin seyrine dair son derece kötümser bir bakış açısına sahip olan tüketici, mal ve hizmet satın almaya, yetmezmiş gibi bir de kafeleri, restoranları doldurmaya, hatta tatile bile çıkmaya devam ediyor. Sonuç ise tablolara ekonomik büyüme olarak yansıyor. Normal şartlarda tüketicilerin Michigan Üniversitesi’nin araştırma bulgularıyla benzer şekilde kriz tehdidi nedeniyle harcamalarını kısma ve tasarruf etme eğiliminde olmaları beklenirdi. Ancak Türk tüketiciler bir yandan dünya çapındaki olağan dışı şartların bileşkesinden geçerken, diğer yandan ülkenin içinde bulunduğu olağan dışılıkla karşı karşıyalar. Enflasyonun çok yüksek, faizlerin ise sürekli düşüyor olması tüketicilerin ellerindeki tüm parayı bir an önce belirli varlıklara yönlendirmelerine neden oluyor. Satın alma gücü gün be gün eriyen Türk tüketici, parası daha fazla değer kaybetmeden satın alabileceği kadar çok ürün ya da hizmet satın almaya ve beklentilerin aksine bu defa temel ihtiyaçlarının yanında giyim, kozmetik gibi zaruri olmayan ürünleri de stoklamaya başladı. Pandemi nedeniyle üç yıldır ertelenen ve ekonomik koşullar nedeniyle daha da ertelenmesi beklenen zaruri olmayan ihtiyaçlara karşı da yükselen bir talep söz konusu. Düşük tüketici güveni ve kriz şartlarına karşın normalleşmeden sonra gidilmesi planlanan kafelere, restoranlara gidiliyor, çıkılması planlanan seyahatlere çıkılıyor. Son 24 yılın en yüksek enflasyonunda tüketiciler, fiyatların daha da yükseleceği beklentisiyle temel ihtiyaçları stoklamanın ötesine geçerek bundan sonraki süreçte de alamayacaklarını düşündükleri hazzı da stokluyor. Öne çekilen tüketimle, giderek fakirleşen ülkenin insanlarının ekonomisi beklentilerin ötesinde bir hızla büyüyor. Öyle sanıyorum ki bu çelişkili görünen durum bile insan davranışının makro dinamikler üzerinde ne kadar kuvvetli bir etkiye sahip olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir ve davranışsal ekonomi de tam olarak bu sebepten dolayı olayları kavrayışımıza önemli düzeyde katkıda bulunma gücüne sahiptir. İnsan davranışının dinamiklerini çözmeksizin ekonomik çöküntünün içinde ev kirasına gelecek zam yüzünden uykuları kaçan insanın neden dört dev tuvalet kâğıdı paketinin yanında üç parfüm ve bir Kaş seyahati hazzı stokladığını anlamanız mümkün olamayabilir. Bu durumda insanları akılsız varlıklar olarak etiketlemek kolaylaşır. Oysa olayın özü farklıdır ve ekonomik resesyon bile çoğunlukla duygusal bir meseledir.