Loading...
Sokaklar, meydanlar nasıl ki siyasetin bir alanıysa, tribünler de siyasetin, toplumsal muhalefetin bir alanıdır. Sokakta, meydanlarda ne varsa, tribünlerde de o var. Taraftar grupları Gezi eylemlerinin dinamosuydu.Başkanları ve yöneticileri AKP’li isimlerden oluşan birkaç spor kulübünün açıklama yayınlayarak sürece dahil olmaları, hatta taraftarlara foseptik fareleri olarak hakaret etmeleri, hangi birlik ve beraberliğin, hangi siyaset üstü bir yaklaşımın sonucudur bilinmez. Toplumsal acılar karşısında birlik ve beraberlik, duyarlılıkla somutlaşır. Ülkedeki her kurum, her birey karınca kararınca elini taşını altına koyup afetzedeler için elinden geleni yapmaya çalışırken, bundan daha ala bir birlik ve beraberlik görüntüsü mü olur! Onlar toplumsal değil, kendi saflarında siyasi bir birlik ve beraberlik peşindeler. Temelinde siyasal bir önerme olan “siyaset üstü” yaklaşımının tuzağına kimsenin düşmemesi, halkın bu işin siyasal sorumlularından hesap sorması iktidarın ayarını tam anlamıyla bozduğunu görüyoruz. Sokaklar, meydanlar nasıl ki siyasetin bir alanıysa, tribünler de siyasetin, toplumsal muhalefetin bir alanıdır. Sokakta, meydanlarda ne varsa, tribünlerde de o var. Taraftar grupları Gezi eylemlerinin dinamosuydu. Taraftar grupları Gülen Cemaati’ne bayrak açan, isyan eden, F-tipi barikatları yıkan ilk gruplardan biriydi. Tribünlerdeki aykırı sesleri kesmek, insanları fişlemek için çıkardıkları e-bilet sistemine rağmen, taraftarların sesini kesemediler. 34. Dakikada “Ali İsmail Korkmaz Fenerbahçe Yıkılmaz” diye hep bir ağızdan tezahürat ettiler, tribünleri “Her yer Taksim her yer direniş” demekten alıkoyamadılar. 3 Temmuz sürecinden Gezi eylemlerine birçok konuda tribünlerin toplumsal muhalefetin bir parçasıymış gibi hareket ettiklerini görmekteyiz. Öte yandan, İzmir Marşı’nı politik bir tepki olarak kodlayıp, tribünleri susturmaya çalışanları hatırlayınca, iktidar erkinin ve spor kulüplerinin yayınladıkları açıklamalardaki devlet ve millet birlikteliği vurgusunun dayandığı politik zemin çok daha iyi anlaşılıyor. Ülkenin kurucusuna atıfta bulunmayı politik bulanların sıkıştığında tribünlerdeki muhalif sesleri itibarsız kılmak için sundukları argümanların hepsi sonuna kadar politiktir, sonuna kadar siyasidir. Tabii onların arzu ettikleri, apolitik, lümpen, iktidar erkinin hizasında saf tutan, “siyaset üstü” bir taraftar kitlesi. Sadece tribünlerden değil, toplumdan beklentileri de bu yönde. Halbuki 12 Eylül’ün yarattığı depolitizasyon süreci çoktan ömrünü tamamladı. İsmi, cismi değişse de yörüngesi değişmeyen iktidar erkinin politik saflaşmanın dışında tutmak istediği her kesim politikleşmeye başladı. Yukarıda da vurguladığımız gibi toplumun en lümpen kesimi olarak kodladıkları tribün gruplarından yükselen muhalif sesler bunun en somut göstergesidir. Korkularının, tepkilerinin büyüklüğü de bundandır. Kendilerini iktidara taşıyan kitlenin artık ellerinden kaydığını görüyorlar. Statlarda siyaset yapılır mı? Siyaset yapmayı kendileri dışında herkese yasaklamaya çalışan bir zihniyet siyasetini nasıl ki spora, tribünlere, kulüplere “siyaset üstü” bir söylemle dayatıyorsa, bu dayatmanın karşısında isyan bayrağını açmak, toplumsal olaylar ve krizler karşısında muhalif bir tavır geliştirmek de zaman mekân fark etmeksizin meşrudur. Yani evet, statlarda siyaset bal gibi yapılır…