Spinoza’nın vurgusu Latincesinde saklıdır: ““Ex necessitate divinae naturae.” İlahi doğanın zorunluluğu. Bu zorunluluk sonsuz şeyler içerisinde ezeli modların kesinliğini vadeder.
Geçen yazıda kaldığım yerden devam ediyorum. Hegel’in yorumlarını cümle cümle takip edip onun rehberliğinde ve Spinoza’nın kendi eserlerini de ele alarak Spinoza’nın teolojik ve felsefi görüşlerini yorumladım ve nasıl bir teolojik altyapı kurduğunu kabaca anlattım.
Hegel’in yorumundaki son sözlere de değindikten sonra nasıl bir taslağı takip edeceğimizi gösterecek ve ondan sonra da devam edeceğim.
SPİNOZA’NIN GERÇEK TEİZMİ
Hegel’in yorumunun son cümlesini de aktarmadan evvel bu vesileyle bir çeviri yanlışını düzeltmek istiyorum; alıntı yaptığım kitapta Hegel’in yorumu şu şekilde aktarılmış:
“Gelgelelim Tanrı’dan sadece her şeye kadir Üstün Varlık, vb diye söz eden, Tanrı’yı tanımayı reddeden ve sonlunun geçerliliğini ve hakikatini kabul eden pek çok teolog da aynı şekilde ateisttir. Onlar Spinoza’nın çok daha aşağısında bulunurlar.
[1]”
Ben de bunu ikinci yazıda aynı şekilde aktarmıştım
[2].
Doğrusu şu şekilde olmalıydı:
“Fakat Tanrı’nın bilinmeyen oluşundan ve Tanrı’dan sadece kadir-i mutlak ve en yüce varlık vb. olmasından bahseden pek çok kişi ve hatta teologlar da vardır. Onlar da bu şekilde doğru olanı sonlulukla bağdaştırdıkları içindir ki Spinoza’dan çok daha kötü ateisttirler
[3].”
Bu vesileyle okurdan da özür diliyorum.
Şimdi Hegel’in yorumundan devam edelim. Hegel’in ne demek istediğinden çok Spinoza’nın buna nasıl bir cevap verebileceği üzerine düşünelim diyorum.
Spinoza’nın prop XVI’ini ele alalım:
“Prop XVI. İlahi doğanın zorunluluğu modların ezeliliğini [infinita infinitis modis] takip etmelidir, bu da düşünülebilir her şeyin ezeli entelekt içinde olduğu anlamına gelir
[4].”
Bu modların ezeliliği yani
infinita infinitis modis ne demektir?
Samuel Newlands, bunu aşağıdaki gibi açıklar:
“Spinoza, Latincesinde geçtiği gibi ezeli çeşitliliğin iki boyutunu hatırlatır: “Ex necessitate divinae naturae, infinita infinitis modis…sequi debent.” “Modis” kelimesinin kullanımı doğal olarak “infinitis modis”in Spinoza’nın modlarının ontolojik kategorisi hakkında bir iddiadır ve bu da Edwin Curley de bu pasajı bu şekilde tercüme etmiştir: “İlahi doğayı ezeli pek çok şey ezeli pek çok mod içerisinde takip eder.” Fakat Curley’nin sadık bir şekilde dipnotta işaret ettiği gibi “modis” daha az teknik anlamda “yolları” işaret eder, ki ben de bunun doğru bir çeviri olduğunu düşünüyorum. Zira eğer “modis” Spinoza’nın modlar kategorisine bir atıf olarak düşünülürse, “infinita”ya atfın ne olduğu açık değildir. Curley, bunu “şeyler” olarak düşünür ve bu da iyi bir nötr tariftir fakat “infinita” göndergesinin özellikler olduğunun gösterilmesi Spinoza’nın ontolojik mod kategorileri demektir. Başka bir deyişle “ezeli çok şey” ezeli pek çok mod anlamına gelir ve “ezeli pek çok mod içindeki ezeli pek çok modun” ne anlama geldiğini bile anlamak zordur. Bu sebeple ben “infinita infinitis modis”i ezeli pek çok yolun içerisindeki ezeli pek çok mod olarak alıyorum.
[5]”
Eğer ilk cümleyi Newlands’in yorumladığı gibi alırsak “her şey”in düşünülebildiği ezeli entelekt, Tanrı’nın entelektidir ve bu ilahi doğanın pek çok “şeyi” pek çok mod içerisinde takip ettiği bir entelekttir. Bu sebeple Spinoza’nın Tanrı’sı düşünülebilir pek çok şeyin
kendisine referans verdiği tüm evrenin Tanrı’sıdır. Peki bu Tanrı’nın “yüceliği, kadir-i mutlaklığı” ve benzeri özellikleri nasıl açıklanabilir?
Burada Spinoza’nın vurgusu Latincesinde saklıdır: ““Ex necessitate divinae naturae.” İlahi doğanın zorunluluğu. Bu zorunluluk sonsuz şeyler içerisinde ezeli modların kesinliğini vadeder. Bu modların ontolojik varlığı ilahi varlığın yüceliğidir; Spinozizmi tartışma götürmeyen Schelling’in Horatius’a atıf yaptığı gibi:
“Ne Deus intersit, nisi dignus vindice nodus Inciderit.”
“Hiçbir Tanrı, müdahaleyi gerektirmeyen bir zorluk olduğunda gelmez.
[6]”
Spinoza’nın Tanrı’sı böyle bir Tanrı’dır. Onun anlayışında Allah’ın yüceliği, zorluklara mücadele eden bir mitolojik varlığın bizzat görünümünde değil,
her şeyin ve hiçbir şeyin bulunduğu kiplerin yani modların manifestosundadır. Bu modları takip eden birisi Spinoza’nın Tanrı’sını bulur. Spinoza’nın Tanrı’sı bu anlamda sonsuz nimetlerin Tanrı’sı olmakla,
zaten tüm bu varlıkların olmasının
sebebi olmakla, dua etmenin bir anlamının olmadığı Tanrı’dır. Fecr suresi 15. Ayette denildiği gibi:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde «Rabbim bana ikram etti» der.
[7]”
Tüm bu hırsların, minnetin ve ricanın makamı olarak Tanrı, şüphesiz Spinoza için kabul edilir değildir; Böyle bir varlık olsa olsa ancak kelimenin gerçek anlamıyla bir
malik, bir
lord, bir “bey” ya da “ağa” olabilir. Tanrı’nın böyle şahsi sıfatlarının olması bile ona karşı bir küfür olmalıdır. Çünkü tüm ezeliliğiyle Allah, bu tür “efendi-köle” diyalektiğinin tarafı olmayan son varlıktır. Zaten
felsefenin amacı tam olarak böyle bir diyalektiğin olmadığı bir ontolojiyi bulmaksa Spinoza bu ilk ve son felsefede bulunması gereken en önemli felsefi nesnenin varlığını tanımlamıştır: Tanrı’nın varlığını.
LEM YELİD VE LEM YULED
Tanrı görüldüğü gibi bu şekilde kadir-i mutlaktır; onun varlığının gerçekliğinden biz gerçekliği olmayan varlıklar kaçınamayız. Tanrı’nın varlığı içerisinde her bir varlık,
var olmak için ona muhtaçtır. Spinoza’nın dediği gibi:
“P24. Tanrı tarafından yaratılan şeylerin özü, varoluşu içermez.
[8]”
Bu Hegel’in de Spinoza’yı yorumlarken dediği dünyanın “gerçek” olmaması yorumunu açıklar. Tanrı’nın yarattığı her şey, Spinoza’ya göre özden yoksundur; bu da Spinoza’nın Nietzsche veya Schopenhauer’e -ve hatta sonraki pek çok egzistansiyaliste ilham olan- bir ontolojik örüntüyü nasıl verdiğini de göstermektedir. Ancak onlardan -belki Kierkegaard veya Marcel hariç- farklı olarak Spinoza’nın bu açıklaması farklı bir zaviyedendir;
“Gerekçe- Bundan, Tanrı’nın sadece varolan şeylerin değil varolmaya devam eden şeylerin de sebebi olduğu sonucu çıkar. Tanrı şeylerin varlığının sebebidir. Zira [yaratılmış] onlara öz atfettiğimiz varolan veya olmayan şeylere öz atfettiğimiz sürece, bunun ne varoluşu ne de zamanı (duration çev.) içerdiğini görürüz. O halde bunların özü ne onların varlığının ne de zamanının sebebi olamaz fakat sadece doğasına varolmanın ait olduğu Tanrı sebeptir
[9].”
Bu gerekçeden de anlayabileceğimiz gibi, Spinoza’ya göre bu varoluş aslında varlıklara atfedilen yokluk gibi bir şey değildir (belki de Heidegger böyle yorumlardı). Ancak tam tersine Tanrı tüm bunların sebebi olduğu için nesnelerin varoluşu “gerçek” anlamda değil, ontolojik bir mod olarak varolmaktan yoksundurlar. Sebebi de -Spinozist bir çerçevede- gayet açıktır: zira bu varlıklar ezeli modlarla ele alınabilirler. Ancak bu şekilde Tanrı’nın ezeli entelektinin bir parçası oldukları için düşünülebilir ancak varolamazlar. Spinoza’nın sonra üzerinde duracağımız gibi pesimist ve fatalist görünen ancak öyle olmaktan son derece uzak yorumu bu şekilde anlaşılabilir.
Bu da Aristoteles’ten bu yana Tanrı ve dünya ve zaman arasındaki ilişkinin ele alındığı skolastik düşünceden oldukça farklıdır. O halde Spinoza için Tanrı’nın kadir-i mutlaklığı konusunda bir tartışma da yoktur. Aşağıdaki prop ise bunu kısaca özetlemekle kalmaz, aynı zamanda Spinoza’nın bu konudaki yargısının keskin bir ifadesini de gösterir:
“P25. Tanrı sadece şeylerin değil fakat onların özlerinin de etkin sebebidir
[10].”
Spinoza bunu gerekçelendirmek için hemen altında şunu yazar:
“Kanıt. Eğer bunu inkâr ederseniz, o halde Tanrı’nın sadece şeylerin sebebi değildir ve şeylerin özü Tanrı’sız düşünülebilir. Fakat bu absürttür. O halde Tanrı şeylerin özünün sebebidir.
Gerekçe. Tikel şeyler, Tanrı’nın niteliklerinin etkisi (affection) veya Tanrı’nın niteliklerinin kesin ve belirli yollarının açıklanmasından başka bir şey değildir. Bu kanıt da P15 ve D5’de gösterildiği gibi açıktır.
[11]”
Bu sebeple Spinoza’nın teolojisi, teologların skolastik teolojisinin, Tanrı’ya giydirdiği ontoloji anlamında oldukça üstün bir seviyededir. Teologlar hem Tanrı’nın şahsi varlığının “bir görünüp bir görünmemesi” ile mücadele ederken bir yandan da bunun felsefi izdüşümleriyle uğraşarak aslında fark etmeksizin ateizmin bir formunu uygulamaktadırlar. Çünkü teologlar örneğin Tanrı’nın mucizelerini açıklamak için yeterli felsefi bagajı oluşturmak mümkünken Tanrı’nın neden mucize göster(e)mediğini açıklamak için de aynı bagajı oluşturmaları gerekir. Bu çelişkili durum ise Tanrı’nın tözsel varlığını açıklamaktan uzak olduğu gibi aynı zamanda kendi kendini yok eden bir önermeye de götürür. Spinoza bunun farkında olarak klasik teolojinin tanrılar ya da Tanrı’yı konumlandırdığı ontolojik konumu yerle bir etmiştir.
Eğer bu anlamda Spinoza’ya ateist denirse, bu teologlar işte bu yüzden Spinoza’dan daha kötü ateisttirler. Çünkü Spinoza’nın ateizmi (bence ateist değildir ama konuşma tarzı olarak öyle diyelim) en azından teologların, mütekallimunun, rahiplerin ve imamların yukarıda sözünü ettiğim ikircikli ontolojisini tanımaz.
Filozofun Tanrı’sı bir kez daha teologların Tanrı’sına karşı raundu kazanmıştır.
Bu vesileyle Hegel’in yorumu üzerinden devam ettirdiğim Spinoza bahsini kapatıyorum.
GELECEK YAZILAR İÇİN KISA BİR NOT
Bu alt başlıktan itibaren ve bundan sonraki yazı dizisinde Spinoza’nın beş bölüme ayırdığı kitabı
Etik’in şemasına göre gideceğim. Bu esnada Spinoza’nın farklı eserlerini de kullanacağım.
Spinoza’nın Etik’i beş bölümden oluşuyor:
- Tanrı hakkında
- Doğa ve Zihnin Kökeni Hakkında
- Duygulanışın Doğası ve Kökeni Hakkında
- İnsan Bağlılığı ve Duygulanışların Gücü Hakkında
- Entelektin Gücü veya İnsan Özgürlüğü Hakkında
İlk bölüm olan Tanrı’yı ve Spinoza’nın teolojisini yeterince irdelediğimizi düşünüyorum. Tahmin edilebileceği gibi Spinoza’nın felsefe tarihinde bıraktığı iz o kadar büyüktür ki, onun hakkında yazılmış binlerce cilt kitap vardır. Dolayısıyla Etik ve
Tractatus-Theologico Politicus gibi Spinoza’nın diğer eserleri üzerine PolitikYol’da 5 yıl boyunca hiç durmaksızın yazabilirim ancak bu eziyeti ne okura ne de kendime çektirmek istemiyorum. Şöyle düşünün: Sadece Tanrı ile ilgili 3-4 yazı daha yazabilirdim.
Dolayısıyla bu kısa Spinoza notlarını mümkün olduğu kadar eziyetsiz ve keyifli bir hale getirmek için de Spinoza’nın felsefesinin esaslı bulduğum kısımlarına değineceğim. Örneğin “Duygulanışın Doğası” kısmı her ne kadar çok önemli olsa da buna ayrıntılı olarak değinmeyeceğim. Etik’in önemli bulduğum iki kısmı bundan sonra yazımın devamını belirleyecek. Benim için önemli kısımlar “insan özgürlüğü” ve “zihnin doğası” üzerine olan kısımlar.
Bunları ele alarak Etik ile ilgili bölümü kapatabilirim. Sonra umuyorum ki Tractatus’a, Spinoza’nın taslaklarına, yazışmalarına ve Spinoza’nın din eleştirisi, hak ve hukuk kuramı gibi konuları içeren eserlerine değinip diziyi sonlandırabilirim. Tahmin ediyorum ki -ve tabii ki söz veremiyorum- 10 yazı ile son bulacak.
Bu sebeple yazıyı burada kesip, gelecek hafta görüşmek üzere diyorum. Esen kalın.
---
[1] G.W.F. Hegel, Felsefe Tarihi, Cilt 3, Çev. Doğan Barış Kılıç, Nota Bene Yayınları.
[2] https://www.politikyol.com/spinozanin-dusunceleri-ve-mirasi-2/ (10.08.2022)
[3] G.W.F. Hegel,
Lectures on The History of Philosophy: Volume III, Medieval and Modern Philosophy, çev. Robert F. Brown ve J. M. Stewart, University of California Press, Los Angeles, 1990, s.151.
[4] Benedictus de Spinoza,
Ethics, çev. George Eliot, Princeton University Press, New Jersey: 2020, s.104.
[5] Samuel Newlands,
Reconceiving Spinoza, Oxford University Press, Oxford, 2018, s.18.
[6] F.W.J. Schelling,
Historical-Critical Introduction to the Philosophy of Mythology, State University of New York Press, New York, 2007, s.8.
[7] https://www.kuranmeali.com/Sayfalar.php?sayfa=593 (11.08.2022)
[8] Benedict de Spinoza,
A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.102.
[9] Benedict de Spinoza,
A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.102.
[10] Benedict de Spinoza,
A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.102.
[11] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.103.