Spinoza’ya göre Tanrı’yı anlamanın verdiği bilgelik ve bunun getirdiği bahtiyarlık sadece Tanrı’nın bilgisini anlamakla değil, kendini ve Tanrı’yı anlamakla ilgilidir ve bu bilgi dolayısıyla sadece doğanın değil Tanrı’nın da bilgisidir.
Geçen hafta kişisel sebeplerden yazamadığım için bu hafta kaldığım yerden devam ediyorum. Okurlardan özür dilerim.
Yazıya başlamadan önce bu yazı dizisine yönelik değerli eleştirilerini esirgemeyen İslam Özkan’ın bir eleştirisini buraya not düşmek istiyorum.
İkinci yazımda demiştim ki: “Spinoza’nın töz ve Tanrı’yı bu şekilde ele alması, çoğu Yahudi (ve aynı minvalde düşünen Müslüman ve Hristiyanlar açısından) kesinlikle kafirliktir
[1].”
İslam Özkan, “Bu İslam mezhepleri arasında anlaşmazlık konusu olan bir konu, Tanrının sıfatlarını kabul etmemek kafirlik değil.” diyerek eleştirisini sundu.
Meseleyi üstünkörü ele aldığım için hem İslam hocadan hem de okurdan özür diliyorum. Bu genelleme çok tartışmalı ve bunu belirtmem lazımdı. İslam (ve diğer monoteist dinlerin) teolojisini tek bir şemsiye kavram altında özensizce genellediğimi fark ettim. Bu eleştiri için teşekkür ederim.
Kastettiğim evrensel anlamda kabullerdi. Yani İslam’ın (ve diğer monoteist dinlerin) toplumsal olarak Ortodoks kabulleri. Elbette bu konuda İslam teolojisinde sınırsız tartışma var ve hatta en az Spinoza kadar cesur ve onun
felsefesini önceleyecek kadar farklı görüşleri ileri süren İslam filozoflarından bahsetmek mümkündür. Dolayısıyla bu eleştiriyi önemli buluyorum. İslam hocaya teşekkür ederim.
Şimdi konuya girerek bir döküm yapalım. Önceki üç yazının ilkinde Spinoza’nın fikirlerinin içinde doğduğu şartları, etkilendiği filozofları ve düşüncesinin genel hatlarını belirttim.
Bu sırada ikinci yazıdan hemen önce İslam Özkan’dan çok değerli bir katkı gelmişti. O, Hegel’in Spinoza ile ilgili kısa bir yorumunu aktardı ve ben de ilk başta bu yazı dizisi için belirli bir şema çıkartmış olduğum hâlde bu yorum üzerinden gitmenin daha güzel olduğunu düşünerek Hegel’in yorumunun rehberliğiyle hareket ettim ve ikinci ve üçüncü yazıda bu yoruma göre düşüncelerimi aktardım.
Şimdi döküme gelirsek; ilk üç yazıya göre Hegel’in yorumunun hangi noktalarına katılıyorum, hangi noktalarına katılmıyorum?
- Hegel: “Spinoza, tözsel realiteyi yalnızca Tanrı’ya atfeder; akozmisttir.” Katılıyorum.
- Hegel: “Spinoza dünyanın hakiki bir realitesi olmadığını söyler.” Katılıyorum.
- Hegel: “Sonlu realite diye bir şey yoktur, onun hiçbir hakikati bulunmaz; Varolan Spinoza’ya göre sadece ve sadece Tanrı’dır.” Katılıyorum.
- Hegel: “Bundan dolayı Spinoza’yı ateizmle suçlayanların iddiaları hakikatin tam tersidir; onda çok fazla Tanrı bulunmaktadır.” Katılıyorum.
- Hegel: “Derler ki, Tanrı zihinle doğanın özdeşliğiyse, bu durumda doğa veya bireysel insan Tanrı’dır. Bu tamamen doğrudur, ama doğanın ve bireyin tam da bu aynı özdeşlikte ortadan kaybolduğunu unuturlar: Onları yok ettiği için de Spinoza’yı bağışlayamazlar.” Buna kısmen katıldığımı, insanın Tanrı olduğu hâlde, aynı özdeşlikte kaybolmasının imkânsız olması gerektiğini çünkü insan Tanrı olursa o özdeşlik içinde eriyip gitmesinin imkânsız olacağını ve bunun çelişkili olduğunu ve Spinoza’nın bunu savunmadığını ileri sürdüm. İnsanın Tanrı’nın özdeşliği içinde eriyip gitmesi mümkündür; ancak bir tanrı olarak değil.
Tüm bu noktaları açıklığa kavuşturduğumuza ve üçüncü yazıda da bu noktalardan neşet eden üç soruyu da kendimce cevapladığıma göre yine Hegel’in rehberliğinden devam edebiliriz.
ÖLÜMLÜ KALIMLI DÜNYA
Kaldığımız yerden Hegel’in yorumunu aktaralım: “O nedenle, Spinoza’ya bu şekilde dil uzatanlar Tanrı’yı ileri sürmeyi değil, sonluyu ve dünyasalı ileri sürmeyi, amaçlıyorlar; kendilerinin ve dünyanın yok olduğunu hayal etmek istemiyorlar.”
Dünyanın realitesinin sonlu olduğunu, sona sahip olan herhangi bir varlığın ise tözünün olamayacağını Spinoza netleştirmişti. Dolayısıyla ben de demiştim ki “Birinden birinin feda edilmesinin gerektiği Spinoza ile daha da belirmiş ve Spinoza seçimini Tanrı’dan yana kullanmıştır.
[2]” Bu sebeple tüm nesnelerin ve olayların özünü yok ettiği için Hegel, Spinoza’yı eleştirenlerin onun bu tasavvurunu ağır bulduğunu söylemektedir.
Spinoza bunu nasıl yapmaktadır? Yine her zamanki gibi “proposition by proposition (önerme önerme)” gitmeden önce Spinoza’yı çeviren Eliot’ın, Lewes’a yaptığı bir atıftan bahsedelim.
Tüm varolan, Tanrı’nın içinde ve Tanrı’da var olur ve sadece böyle idrak edilebilir…[Spinoza] Tanrı’yı hayatın pınarı olarak tanımaktadır; o kâinatı Tanrı’nın tecellisinden başka hiçbir şey olarak görmez…Tek bir gerçeklik vardır ve o da Tanrı’dır…Tanrı ile yaşamak -Tanrı’yı mükemmel bir şekilde bilmek, insan gelişimi ve mutluluğunun en yüksek noktasıdır ve o hayatını bu maksada vakfetmiştir. Aziz Paul’ün sözleriyle “O’nun içerisinde yaşarız, hareket ederiz ve varlığımıza sahip oluruz.” Bu mottoda olduğu gibi, Spinoza dünyanın Tanrı ve insanla ilişkisinin izlerini sürer
[3].
Spinoza, dünyanın (ve dolayısıyla da zamanın da) gerçek olmamasını insanlığa ve hayata karşı durmanın ya da insanlığın ve hayatın reddinin bir gerekçesi olarak değerlendirmemektedir.
Eğer bu atıftan hareket edersek -ve elbette Lewes’in bu Spinoza okumasına katılırsak- bence Spinoza’nın ne demek istediği açıktır; Spinoza, Tanrı’yı ulaşılmaz bir varlık, bir genus supremum (üst cins) olmaktan öte, realiteyi ve hayatın kendisini de onaylayan bir varlık olarak görmektedir. Şüphesiz dünyanın bilgisi önemsiz değildir ancak asıl önemli bilgi Tanrı’yı bilmektir. Bu durumda dünyanın gerçekliğinin reddi ne demektir? Hegel’in Spinoza’ya akozmist demesi, Hristiyanlığın kendini inkârı (self-denial) ima eden “çileciliğini” ve genel olarak dünyayı inkâr eden sisteminin kabulü anlamına mı gelir?
Hayır. Spinoza’nın
Etika’sına tekrar bakarsak:
O hâlde hayatta birinci derecede önemi olan şey aklı mümkün olduğu kadar mükemmelleştirmektir ve bu nokta da insanın en üstün mutluluğu ve bahtiyarlığını (felicitas seu beatitudo) içerir. Zira bahtiyarlık, Tanrı’nın sezgisel bilgisinden kaynaklanan gönül rahatlığından (animi acquiescentia) başka bir şey değildir ve aklı mükemmelleştirmek Tanrı’yı ve onun doğasından kaynaklanan zorunlulukları takip eden Tanrı’nın özellikleri ve eylemlerini anlamaktan başka bir şey değildir
[4].
Spinoza’nın düşünce sisteminde Tanrı’nın bilgisi, doğanın bilgisi midir? Bence Spinoza’ya göre bu “bahtiyarlığı” (blessedness) sağlayan sadece doğanın bilgisi değildir. Çünkü Spinoza’nın aklın mükemmelleştirilmesinden anladığı sadece bilimsel düşünce değildir. Bilimsel düşüncenin aklın mükemmelleştirilmesinde oynadığı rol tartışmasızdır ve Spinoza’nın Etika’sı “rasyonel yaşama kılavuzu” olarak ele alındığında gerçekten büyük bir rehberdir ancak bunun için aynı zamanda akla ait olmayan farklı özelliklere de hitap etmesi gerekir.
Etika’nın dördüncü bölümünde Spinoza’nın dediği gibi:
Prop XV. Duygularını açık ve seçik bir şekilde anlayan kişi Tanrı’yı sever ve kendisini ve duygularını anladığı gibi Tanrı’yı anlar
[5].
Tanrı’yı anlamanın verdiği bilgelik ve bunun getirdiği bahtiyarlık sadece Tanrı’nın bilgisini anlamakla değil, kendini ve Tanrı’yı anlamakla ilgilidir ve bu bilgi dolayısıyla sadece doğanın değil (esasında burada doğa nedir diye de sorulabilir) Tanrı’nın da bilgisidir.
Spinoza’nın panteizmi, Tanrı ve doğa ilişkisinde klasik dini ontolojilerin sarsılıp yeni açıklamaların getirilmesi ise bunu klasik anlamda bir panteizm olarak ele almak eksik bir tanımlama olacaktır.
Tüm bunlardan çıkardığımız sonuç nedir? Spinoza, dünyanın (ve dolayısıyla da zamanın da) gerçek olmamasını insanlığa ve hayata karşı durma ya da insanlığın ve hayatın reddi olarak değerlendirmemektedir. Dolayısıyla Hegel’in dediği gibi dünyasallık ve sonluyu ileri süren Spinoza eleştirmenleri yok olacakları -en azından Tanrı’da yitip gidecekleri- fikrini kabul etmekte zorlanmaktadır.
Peki bu şekilde anlamamız ve sevmemiz gereken bir Tanrı’yı Spinoza nasıl tasavvur etmektedir? Meselenin özüne inelim.
HER NEREYE BAKSAN HAKK-I MUTLAKTIR
Hegel’in yorumundaki bir sonraki cümlesine geçelim: “Spinoza’nın sistemi düşünceye yükseltilmiş mutlak panteizm ve monoteizmdir. Dolayısıyla Spinozacılık sıradan anlamda ateizm olmaktan uzaktır; ama Tanrı’nın Tin olarak kavranmaması anlamında ateizmdir.” Hegel’in sadece bu sözleri üzerine Spinoza’yı takip ederek günlerce yazmak mümkün. Dolayısıyla daha kısa ve özlü bir şekilde ele almamız gerekiyor.
İlk cümleden gidelim. “Spinoza’nın sistemi düşünceye yükseltilmiş mutlak panteizm ve monoteizmdir.” Burada yine Eliot’ın Spinoza çevirisinin önsözüne, Lewes’in Spinoza okumasına yönelik yaptığı atfa başvurmak istiyorum, okur için biraz uzun olabilir, sabretmesini diliyorum:
Lewes Spinoza’nın “panteizminin” modern ateizm değil fakat Platon, Augustine ve Yahudi “Kabalistleri” tarafından öğretilen antik bir doktrin olduğunda ısrar etmişti. Augustine’in Seksen Üç Farklı Soru (her ne kadar kaynağını bilmese de) kitabından, Tanrı her yerde ancak bir mekânda değilken her şeyin “Tanrı’nın içinde” olduğunu ileri süren “Tanrı’nın yeri” ile ilgili bir pasaja atıf yapmıştı. Lewes, “Spinoza’nın en iyi savunucusunu St. Augustine’de bulduğunu” ve “bayağı ve materyal panteizmden olduğu kadar ateizm suçlamasından da kurtardığını” öğrendiği bu pasajı İngilizcedeki ilk Spinozizm kaynaklarından biri olan Sara Austin’in Goethe’nin Özellikleri adındaki bir incelemeden bulmuştu.
Westminster Review’ın okurlarına Spinoza’nın “Tanrı’nın cismani olmadığını öğrettiğini fakat cisminin bir “Uzanım Modunda
[6]” olduğunu açıkladı ve Spinozizmin Tanrı ve dünya arasında niceliksel ve ontolojik farkı gerektirdiğini tanıyan Schelling’e atıf yapmıştı.
Spinoza, dünya ve Tanrı ilişkisinde, neoplatoncu düalizmin temel sorunlarından birisi olan kavramsal varlıkların gerçekliğinin gerçekte olup olmadıkları sorununu, kendi monizmiyle aşmış görünmektedir.
Bence bu çok doğru bir tespittir. Eğer Tanrı ve doğa ilişkisinin klasik dini öğretilerin dışında olması anlamında bir panteizmse buna bir panteizm denilebilir. Ancak Tanrı ve doğa ilişkisinde klasik dini ontolojilerin sarsılıp yeni açıklamaların getirilmesi ise bunu klasik anlamda bir panteizm olarak ele almak eksik bir tanımlama olacaktır.
Sanırım önceki yazılarda da belirtmiştim, Spinoza’ya etkisi olan filozofların içerisinde neoplatoncuların olduğu fikrindeyim. Bence Spinoza, dünya ve Tanrı ilişkisinde, neoplatoncu düalizmin temel sorunlarından birisi olan kavramsal varlıkların gerçekliğinin
gerçekte olup olmadıkları sorununu, kendi monizmiyle aşmış görünmektedir. Ancak bu monizm materyal dünyanın tözünün Tanrı olduğu şeklinde okunamaz.
Bu anlamda Spinoza için dünya ve Tanrı’nın bir olması mümkün değildir. Bu da beni Spinoza yorumcuları arasında Alman idealistlerinin konumuna -özellikle Schelling’e- ve Hegel’e daha yakın bir yere koyuyor.
Bu da bizi Hegel’in ikinci yorumuna götürüyor: “Dolayısıyla Spinozacılık sıradan anlamda ateizm olmaktan uzaktır; ama Tanrı’nın Tin olarak kavranmaması anlamında ateizmdir.” Hegel’in bu tespitinin de incelenmesi gerekir.
Hegel’in bu tespitinin bir öncesi vardır. Friedrich Heinrich Jacobi (1743–1819), Mendelssohn ile Lessing’in Spinozizmi üzerine yaptığı tartışmalarda farklı bir düşünce ortaya koymuştur:
Jacobi aynı zamanda Spinoza’nın felsefesinin, yeterli sebep ilkesiyle uygun bir şekilde olaylar arasındaki ilişkinin metodik olarak izini süren ve bu süreçte de kişisel bir Tanrı fikrini, özgür iradeyi ve iyilik ve kötülük arasındaki farkı reddeden rasyonel bir nihilizmin timsali olduğunu iddia etmişti
[7].
Arada çok ince bir nüans vardır ve bu nüansı kaçırmak mümkündür; “her şey birdir”, “tözlerin gerçekliği sadece tek bir varlığa aittir” gibi önermeler, yeteri kadar iyi takip edilmediğinde nihilizm, fatalizm ve benzeri düşünceleri temsil ettiği sanılabilir.
Kartezyen ruh ve beden düalizmi, sadece modern felsefenin problemlerine cevap getirmekte yetersiz değildir; aynı zamanda modern bilimsel kavrayışların (nöro-bilim, kognitif bilimler, vs.) vardığı sonuçlarla da uyumsuzdur.
Şimdi Jacobi’nin düşüncelerini karikatürize etmek istemiyorum, çok daha ayrıntılı olarak ele alınmalıdır ancak bir örnek vereyim:
- Tek gerçek töz Tanrı’dır.
- Tüm varlıklar Tanrı’nın içinde ve Tanrı’dadır.
- Hitler de Tanrı’nın içinde ve Tanrı’dadır.
- Hitler de Tanrı’nın içinde ve Tanrı’da olduğuna göre kötü olamaz.
Bu yanlış çıkarımı Spinoza’nın görmemesi mümkün değildir (Hitler yerine Spinoza’nın döneminde bilebileceği bir kötülük timsalini koyabilirsiniz).
Zira Spinoza’nın sisteminde Tanrı ilkesel bir varlık olarak zorunlu değildir sadece;
natura naturans anlamında da zorunludur. Şimdi dolayısıyla Spinoza’nın düşüncesinde Tanrı’nın varlığı onun cins bir varlık olmamasıyla açıklansa da şahsi olmadığını tartışmaya açmamak için hiçbir sebep yoktur. Cins bir varlık değildir çünkü onun eşi benzeri olmadığı için onun cinsinde bir varlık olamaz; bu şahsı olmadığı anlamına gelmez. Jacobi’nin bu fikrinin doğru olmadığını düşünüyorum.
Örneğin Alman idealistlerinden Schelling ve Herder de bu anlamda tam olarak Jacobi’nin tam tersi düşünmüşlerdir:
Jacobi’nin Spinoza’yı materyalist, ateist, nihilist ve moral fatalist olarak temsili geç on sekizinci yüzyıl Almanya’sında tedavülde olan tek yorum değildi. Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832) ve Johann Gottfried Herder (1744-1803) gibi Sturm und Drang hareketinin önde gelenleri Jacobi’nin tersine Spinoza’nın panteizmininin idealize dilini ve natura naturata (yaratılan doğa) ve natura naturans (yaratıcı doğa) arasındaki zıtlığı kendi poetik doğa mistisizmine asimile eden bir yorum önermişlerdi. Özellikle Herder, atıl maddenin karşısında dinamik yaşamsal bir güce dayanan ve Spinoza’nın mekanik ilkelerinin teleolojik ilkelerin açıklamasının yerine geçen panteist bir kozmoloji geliştirirken Spinoza’nın fikirlerini kullandı. O bu teleolojik monizmi, Kartezyen ruh ve beden düalizmi ve indirgemeci materyalizm arasında orta yol olarak belirleyen organik bir zihin veya ruh (Geist) teorisi inşa etmek için kullandı.
Schelling’in ve Herder’in pozisyonuna yakın olduğum yer tam da burasıdır. Kartezyen ruh ve beden düalizmi, sadece modern felsefenin problemlerine cevap getirmekte yetersiz değildir; aynı zamanda modern bilimsel kavrayışların (nöro-bilim, kognitif bilimler, astronomi, biyoloji vs.) vardığı sonuçlarla da uyumsuzdur. Aynı minvalde, indirgemeci materyalizm de modern felsefenin problemlerine cevap vermekten uzak ve modern bilimin vardığı sonuçları anlamak ve yorumlamakta eksiktir. Yetersiz değildir ancak felsefeci açısından
her sorunun muhakkak bilimle çözüleceğine yönelik bir yargı oluşturmaktadır.
Felsefede sihirli değnek yoktur ancak bu anlamda da Spinoza’nın bu yorumunun oldukça güçlü ve ikna edici olduğunu düşünüyorum. Bunu da felsefenin ruh ve beden problemi ile indirgemeci materyalizm arasında bir “orta yolu bulma” çabası olarak gördüğüm için değil, ontolojik anlamda oldukça etkili bir çözüm sunduğu için kabul edilmesi gerektiğini ileri sürüyorum.
Spinoza’nın felsefesini bu anlamda “tinden yoksun bir Tanrı özelliğini” taşıdığı için nasıl bir ateizmin içine yerleştirebiliriz bilmiyorum. Çünkü “ateizm her türlü Tanrı’yı reddeder” argümanı doğruysa Spinoza bir ateist değildir.
Ontolojik anlamda etkili olmasından kastım ise şudur; varlığı gereksiz yere çoğaltmayan ve metafiziksel bir kavramsal şablon oluştururken metafiziksel spekülasyonlar içerisinde pek çok mantık hatasının oluşmasını engelleyen güçlü bir felsefeden bahsediyorum. Spinoza’nın felsefesinin sadece bu şekilde yorumlanması bile adeta bu anlamda felsefe tarihinde büyük bir dönüm noktasıdır.
Ve bu felsefe sadece bir dönüm noktası değildir; aynı zamanda takip eden pek çok felsefenin alanını genişletir. Felsefenin problemlerini klasik skolastik düşüncenin zincirlerinden koparır; bunu yaparken de metafiziksel kavramsallaştırmanın önünü açar. Spinoza bir anlamda felsefenin de özgürleştiricisi olmuştur.
Eğer bu özgürleştirmeyi felsefenin pek çok alanı için düşünürsek, felsefenin gerçek rolünü de daha iyi anlarız. O zaman belki de Deleuze’ün ve Guattari’nin sözlerini daha iyi anlamak mümkündür; “İçkinlik düzleminde ufka doğru bakarız ve kan çanağı gözlerle döneriz; yine de bunlar zihnin gözleridir
[8].”
Bu bile konudan kopmama yetti. Hegel’e geri dönelim; “eğer tin olarak kavranmıyorsa ateizmdir” cümlesi ne kadar doğrudur? Burada da ateizm nedir sorusu karşımıza çıkar.
İlk olarak belirtmek gerekir ki ateizmin “tanrı tanımama” anlamında basit bir sözlük karşılığı olsa da bu ateizmi ve ateizm başlığı altındaki felsefeleri anlamak için yeterli değildir. Yanlışlanabilir, teorik ve pratik ateizmden, zayıf ve güçlü agnostisizme kadar pek çok tanım vardır. Günümüzün en etkili din felsefecilerinden ve ateist filozoflardan Graham Oppy bu gibi konuları
Arguing About Gods isimli kapsamlı ve etkili kitabında çok güzel bir şekilde açıklamıştır
[9].
Belki de bu ateizm ve monoteizm tartışmalarını başka bir yazıda ele alırım. Bunu da ayrıca aklıma not aldım. Çünkü ateizm ve monoteizm tartışmaları, sosyal medyada kendini bilmez bazı teologlar ve henüz ne dediğini bilmeyen ve sırf ateist olduğu için kendisini diğerlerinden daha zeki sanan demagoglar arasındaki sakil münakaşalara indirgenemez.
Doğrusu Spinoza’nın felsefesini bu anlamda “tinden yoksun bir Tanrı özelliğini” taşıdığı için nasıl bir ateizmin içine yerleştirebiliriz bilmiyorum. Çünkü “ateizm her türlü Tanrı’yı reddeder” argümanı doğruysa Spinoza bir ateist değildir; ancak “şahıstan yoksun bir varlığın Tanrı olabileceğini savunan” bir ateizm varsa Spinoza bu anlamda ateist olabilir. Fakat bu ana kadar böyle bir ateizmin mümkün olduğunu savunan hiçbir filozof olduğunu düşünmüyorum. Çünkü her ne kadar panteist felsefenin yukarıda açıkladığım incelikleri ile ateizm arasında görünürde çok keskin çizgiler yok gibi görünse de esasında aralarında korkunç bir makas vardır. Bu makas ise Tanrı’nın tanınması anlamında
keskin bir gerçeklik sunan Spinozizm (ve benzeri görüşler) ile şahsi Tanrı’nın ontolojik gerekçelerden yoksun belli belirsiz gerçekliğidir. Bu ne demektir?
Bu da Hegel’in yorumundaki son cümleye bizi götürüyor. Bunu da gelecek hafta tartışalım. Esen kalın.
---
[1] https://www.politikyol.com/spinozanin-dusunceleri-ve-mirasi-2/ (04.08.2022)
[2] https://www.politikyol.com/spinozanin-dusunceleri-ve-mirasi-2/ (03.08.2022)
[3] Benedictus de Spinoza, Ethics, çev. George Eliot, Princeton University Press, New Jersey: 2020, s.32, Lewes, “Spinoza’s Life and Works”, 388-389.
[4] Benedictus de Spinoza, Ethics, s.250.
[5] Benedictus de Spinoza, Ethics, s.270.
[6] Mode of Extension: Bir varlığın içsel zihinsel düşüncesini dış dünyaya da yayması anlamına gelir.
[7] Douglas Hedley ve Chris Ryan “Nineteenth Century Philosophy of Religion: An Introduction”, s.6., edt. Graham Oppy ve N. N. Trakakis,
The Western History of Philosophy of Religion, Routledge Press, 2009, New York.
[8] Gilles Deleuze ve Félix Guattari,
What is Philosophy? Çev. Hugh Tomlinson ve Graham Burchell, Columbia University Press, New York, 1994. s. 40.
[9] Graham Oppy,
Arguing About Gods, Cambridge University Press, 2006.