Spinoza’nın sisteminde insanın ve doğanın tanrılığı içerdiği fikri, onun aslında doğanın ve insanın tanrısallığına yaptığı vurgunun kafa karışıklığıyla yapılmış bir yorumudur. İkinci yazıyı birtakım soruları cevapsız bırakarak bitirdim. İlk önce soruların bir dökümünü yapalım, sonra bunlara Spinoza’nın ne gibi cevaplar verebileceğini araştıralım. Bu sorular nelerdir?
  1. Spinoza’nın sonsuzluğu mutlak ve gerçek bir sonsuzluk mudur? Yoksa matematiksel bir sonsuzluktan mı bahsediyor? Bu matematiksel sonsuzluk Platonik olduğu ölçüde gerçek midir?
  2. Tanrı/doğa denilen varlık şayet doğa sonlu ise nasıl sonsuz olabilir?
  3. Spinoza bu sonsuzlukla döngüsel bir kozmoloji mi tasavvur ediyor?
Şimdi tek tek bu sorulara cevap vererek ilerleyelim diyorum. Tanrı/doğa izin verirse bu bahsi ancak böyle kapatabilirim diye düşünüyorum. BİRİNCİ SORU: BURADAN SONSUZLUĞA (FROM HERE TO ETERNITY) Spinoza’nın sonsuzluğu nasıl tanımladığına bir bakalım önce. Etika’nın Latincesinden gidelim: VIII. Per aeternitatem intelligo ipsam existentiam, quatenus ex sola rei aeternae definitione necessario sequi concipitur. EXPLICATIO. Talis enim existentia, ut aeterna veritas, sicut rei essentia, concipitur, propuireaque per durationem aut tempus explicari non potest, tametsi duratio principio et fine carere concipiatur[1]. Türkçesiyle: SONSUZLUKTAN, sonsuz olanın tanımını zorunlu olarak takip ettiği kadar sonsuzluğun kendisini kastediyorum. AÇIKLAMA. Bu türden bir sonsuzluk, bir şeyin özü gibi sonsuz doğruluk olarak anlaşılır ve dolayısıyla her ne kadar bir başlangıç ve son olmaksızın düşünülebilse de herhangi bir devamlılık ya da zaman aracıyla açıklanamaz. Bu ne demektir? Spinoza’ya göre sonsuz olan, tanımlandığı şekliyle neyse odur. Eğer sonsuz zamandan bahsediyorsak, bu zamanın sonsuz olmasını gerektiren şey -o şey her ne ise- sebebiyle sonsuzluktan bahsedebiliriz. Peki bu şey nedir? Matematiksel sonsuzluk mu? Çünkü matematiksel olarak sayıları sayarak tüketemeyiz; bu da pekâlâ matematiksel bir sayı dizisinin sonsuz olduğunu söyleyebilmemiz anlamına gelir. “Sayılamayacak kadar çok zaman”dan bahsedebilirim; o zaman bu zamanın sonsuz olduğu anlamına gelir. Demek ki yavaş yavaş bir yere ulaşıyoruz. Ancak acele etmeyelim. Eşyanın sonsuzluğu mu? Ancak daha önce burada yazdığım sırada bahsettim mi bilmiyorum. Nesnelerin gerçekten sonsuz sayıda olması Hilbert’in sonsuz otel paradoksu adını verdiği bir paradoksa takılır. Bu paradoksa girmeyeceğim; ancak söyleyebilirim ki eşyanın sonsuz olduğu bir evren aşırı absürt sonuçlara yol açar. Uzay-zaman, tıpkı zamanın kendisinde olduğu gibi uzayda da sınırsız genişlemeye ne kadar izin verebilir? Sonsuza kadar genişlemenin de bir yerde sona ermesi gerekir mi? Bunu bilebilecek fiziksel veriden yoksunuz. Akli olarak düşününce ise muhakkak böyle bir evrenin başlangıcının olması gerekmediğini düşünebiliriz. Ki bu da ebedi dönüş ile ilgili üçüncü soruya tekabül ediyor. Buna döneceğim, Spinoza’ya devam edelim. Burada Jonathan Bennett’ın, Spinoza’nın sonsuzluğundan ne anladığını açıklarsak sanırım bu sorulara kesin bir cevap vermiş oluruz. Aynı zamanda sonsuzluk ve Tanrı ikileminde ne düşündüğünü anlamamız ve bu yazıda yer alan sonraki sorulara ne gibi cevaplar içereceğini düşünmemiz için de yol gösterici olacaktır: (i) “Sonsuz” ile Spinoza, mutlak zorunluluğu (E id8) kasteder ve bu kavramı açıklamak için bu kelimeyi kullanmasının nedeni, bir şeyin zorunlu olarak doğru olduğu ölçüde her zaman (italikler benim) doğru olduğu olgusunu düşünmesidir. […] Spinoza sürenin tempus (E 5p23d) ile belirlenebilir olduğunu söylerken süre kavramının ikinci kavram olan tempus (zaman, çev.) ile daha belirli olduğunu kasteder. Örneğin “Samanyolu Galaksisi zaman boyunca devam eder [kipsiz]” cümlesinden daha belirgin olan “Samanyolu Galaksisi en az bir milyar yıl boyunca devam eder [kipsiz]” cümlesine gidebiliriz. Kısacası, bir nesneye süre özelliği atfetmek için onun zamanda durduğunu söylemek yeterlidir, onun ister geçmiş ister gelecekte olsun ya da diğer zamanlara izafi olarak ne kadar zaman var olduğunu söylemek gibi diğer başka detaylar tempus’u yani zamanı içerir.
Benim görüşüme göre Tanrı ve doğanın ayrılamamasının sebebi Spinoza’nın bilgi ve varlık arasındaki ikilemi mistik bir imgelemde saklaması olarak yorumlanabilir.
Sonsuzluk, ima ettiğim gibi her zaman varolmayı içerir; yani her daim var olanı içerir. Spinoza sonsuz bir şeyin varoluşunun “tempus veya süre tarafından sınırlanamayacağını” söyler[2]. O halde bu sonsuzluk, Spinoza’ya göre mutlak zorunluluktur. Bu mutlak zorunluluk nasıl bir şeydir? Bu yazıyı yazmak için kullandığım bilgisayarın fişini prize takmadan bilgisayarı kullanamam. Bu mutlak bir zorunluluk mudur? Ancak olumsal olduğunu düşünebilirim; belki de prize ihtiyacımın olmadığı başka bir enerji vardır; belki başka bir sebep bulabilirim. Spinoza’ya göre bunlar mutlak zorunluluklar değildirler. Benim varolmam için babamın varolması, onun varolması için de onun babasının varolması gerekir ve bu ilk başa kadar gider. Oysa ki sonsuzluğun böyle bir başı yoktur; dolayısıyla da mutlak zorunluluğun da. O halde bu mutlak zorunluluk, sebebini ve kendi varoluşunu başka bir varoluşa dayandırmadan açıklayan şeydir; onun varoluşu kendisinde ve kendisi için Leibnizci anlamıyla yeterli sebeptir (Leibniz buna katılmasa da). Bennett’ın metninde örnek olarak verdiği “Samanyolu Galaksisi zaman boyunca devam eder” cümlesiyle ne kastettiğini açıklayarak buna cevap verelim. Okur her iki cümle de “kipsiz” ifadesinin ne olduğunu soracaktır. Kip, tıpkı dilbilimde kullanıldığı gibi, belirli bir cümledeki zaman zarfının ne olduğunu ifade eden yapıdır. Spinoza’nın kipsiz (kimi zaman felsefe literatüründe detensed ya da tenseless) zaman anlayışını savunduğunu söylemek mümkündür.
Spinoza’nın felsefi dehası kiplerin zamanı tanımlamakta işe yaradığı kadar onu anlamamızı ne kadar önlediğini göstermiştir. Zira kipler tıpkı kendi saçından tutup kendisini havaya kaldırmaya çalışan Baron Münchhausen gibidir.
Kipsiz zaman ne demektir? Zamanı belirli zarflarla ifade ederiz. “Dün işteydim”, “bugün yağmur yağıyor” gibi. İşte bunlar kipli ifadelerdir. Zamanı anlamak için bunları söyleriz. “İşteydim” dersem bu da kipli bir ifade olabilir; ancak ne zaman işteydim, dün mü bugün mü, iki hafta önce mi? Kipler zamanı ifade eden ve onu adeta tanımlayan dilsel yapılardır. Hepimizin Türkçe (ya da yabancı dilbilgisi) kitaplarından bildiğimiz gibi kipler geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman sentakslarını kurmamıza yardımcı olurlar. Ancak Spinoza’nın felsefi dehası bu kiplerin zamanı tanımlamakta işe yaradığı kadar onu anlamamızı ne kadar önlediğini göstermiştir. Zira kipler tıpkı kendi saçından tutup kendisini havaya kaldırmaya çalışan Baron Münchhausen gibidir. Çünkü dün, bugün ve geleceğe ait tanımlamalar zamana ilişkin pek çok paradoksa yol açar. Zamanın bir illüzyon olduğu fikri Spinoza’da böyle belirir; bu durumda mutlak zorunluluğun zamanın içinde olmaması gerekir. Bu durumda Spinoza’nın neden aşağıdaki gibi düşündüğü anlaşılır: Prop. XX. Tanrı’nın varoluşu ve özü birdir ve aynı şeydir. Kanıt. Tanrı (önceki proptaki gibi) veya onun tüm nitelikleri sonsuzdur (tanım 8 gereği) yani onun tüm nitelikleri varoluşu açıklar. O hâlde Tanrı’nın sonsuz özünü açıklayan aynı nitelikler aynı zamanda onun sonsuz varoluşunu da açıklar ki bu da onun varoluşu olduğu kadar Tanrı’nın özünü oluşturur ve bunun sonucunda onun varoluşu ve özü birdir. Q.E.D[3]. Bunun zorunlu sonucu olarak da Tanrı’nın bu özelliklerinin zamansız ve kipsiz bir alemde varolduğunu ve değişiklikten kesinlikle etkilenmeyeceğini söyleyebiliriz. O hâlde Spinoza’nın Tanrı’sı gerçek bir mutlak zorunluluktur ve her daim vardır. Değişikliklerden etkilenmez. Bunun sonucu olarak da Tanrı’nın zorunlu doğru olduğu kadar gerçek olduğunu da söylemeliyiz. Spinoza’nın geometrik sisteminde (more geometrico) Tanrı’nın matematiksel ifadesi budur; ama bu aynı zamanda onun varoluşsal gerçekliğini de önceler. İlk soruyu anladığımızı düşünüyorum. İkinci soruya geçelim. İKİNCİ SORU: DOĞA VS. TANRI Tabii ki Spinoza’ya göre doğa Tanrı’ya karşı değildir; Spinoza bu ikinci sorunun başlığında olduğu gibi düşünmezdi; ancak bundan “doğa ve Tanrı birdir” önermesi sonucu çıkar mı? Ben bu konuda hâlâ ikilemdeyim ancak Bennett’ın yorumunun bize bu bölümde yararlı olacağını düşünüyorum. Bennett’tan aktarırsak: Geriye kalan tek çetrefilli soru, Spinoza’nın bu zamansal kavramların hangilerini Tanrı veya doğaya uygulamak istediğiyle ilgilidir. Onun erken dönem Metafiziksel Düşüncelerinde (Descartes’ın “Felsefenin İlkeleri”ne Ek olarak yayınlanmıştır) demiştir ki Tanrı’nın herhangi bir süresi yoktur ki bu da evrene hiçbir zamansal kavramın uygulanamayacağı anlamına gelir. Bunun için oluşturduğu gerekçeler kötüdür ve fikrini Etik’te değiştirmiş gibidir. Tanrı’ya sonsuzluk atfettiği düşünüldüğünde şüphesiz ki Tanrı’ya süre atfetmek için yola çıkmıştır çünkü sonsuzluk zorunlu olarak daimî olarak varolmadır ki bu da özel bir süre durumudur[4].
Benim fikrimce doğanın tanrılığı da aynı şekilde insanın tanrısallığı ile birlikte ele alınmalıdır. Spinoza’nın bu konudaki ketumluğu da kesin bir sonuca varmayı imkânsız kılmaktadır.
Burada bence İngilizce çevirisinde çok başarılı bulmadığım Spinoza’nın XXIX. Propunun Latincesine bakalım diyorum: PROP XXIX. Quidquid mens sub specie aeternitatis intelligit, id ex eo non intelligit, quod corporis praesentem actualem existentiam concipit, sed ex eo, quod corporis essentiam concipit sub specie aeternitatis[5]. Türkçesi: PROP XXIX. Zihnin sonsuzluk kisvesi altında anladığı şey nesnenin şimdide olduğu ve aktüel bir varoluşu kapsadığı değildir fakat sonsuzluk açısından nesnenin özünü taşıdığıdır. İşte burada Hegel’in insanın (ve diğer her bilinçli varlığın) tanrı olması ile ilgili sorusuna olumsuz bir cevap verilebileceği anlaşılıyor. İkinci yazıda Hegel’in insanların ve her şeyin Tanrı’nın sonsuz niteliğinden pay alarak, aslında Tanrı’nın bir nev’i “paydaşı olduğu” ve dolayısıyla da Hegel’in ifadesiyle Spinoza’ya göre “bireysel insan Tanrı’dır” önermesinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Şöyle açalım:
  1. Tanrı, doğadır.
  2. İnsan da doğanın parçasıdır.
  3. O hâlde insan Tanrı’dır.
Çıkarımı yanlış bir çıkarımdır. Örneğin bir bilgisayarın işlemcisi onun parçasıdır, bilgisayarın çalışması için tüm nitelikleri ortak olarak taşır ancak bu bilgisayarın “kendisi” değildir.  İşlemci, her ne kadar önemli olursa olsun, bilgisayarı çalıştırması gereken diğer parçalar (anakart, sabit sürücü, bellek vs.) olmaksızın bir şey ifade etmez. Bir şeyin parçası olan şey içinde katkı olarak bulunduğu bütünün kendisi değildir; bunu Russell da küme teorisiyle ispat etmiştir. Bir kümenin öğesi o kümenin tanımlanması için yeterli tanımlamayı verebilir; bir işlemciden bahsettiğimizde “bilgisayar parçasından” bahsettiğim anlaşılır. Ancak, o kümenin kendisini içermez! O yüzden ne bir işlemci bilgisayar olabilir ne de insan bir tanrı! İnsan bu yüzden bir parça olabilir ama Tanrı olmaz. Bu sebeple Spinoza’nın sisteminde insanın ve doğanın tanrılığı içerdiği fikri, onun aslında doğanın ve insanın tanrısallığına yaptığı vurgunun kafa karışıklığıyla yapılmış bir yorumudur. Bunu özellikle italik belirttim. Çünkü bu konuya Spinoza’nın metafizik ve teolojisini bitirdikten sonra ileriki yazılarda döneceğim.
Spinoza’nın kavramsal çatısının altında bir Neoplatoncu yapının olduğu su götürmez. Tüm varlıkların birliği öğretisinin temelinde böyle bir anlayış vardır. Spinoza bence ketumluğu sebebiyle değil usta bir söylemle bunu gizler.
Bu aynı zamanda Spinoza’nın XLIX. propunun kanıtında açıkça ortaya koyduğu bir önermedir. Prop XLIX. Zihinde herhangi bir irade yani olumlama veya red yoktur; bir fikri – o fikir bir fikir olarak oldukça- içermesi hariç. […] İlk olarak bu bize sadece Tanrı’nın iradesiyle davrandığımızı, ilahi doğanın katılımcıları olduğumuzu ve eylemlerimiz ne kadar kusursuzsa Tanrı’yı o kadar iyi anladığımızı öğretir. Bu doktrin vasıtasıyla zihnin sükuna ermesinin yanı sıra en yüksek mutluluk ve kutsallığımızı oluşturan şeyin yani sadece Tanrı’nın bilgisinin ne olduğunu öğretir ve bu sayede inanç ve aşk ile uyumlu şeyleri eylemeye zorlar. Buradan da insanın aslında tanrı olmadığı ama tanrısal olabileceği sonucunun ortaya çıkacağını düşünüyorum. Esasında Spinoza Etik’te çok farklı yerlerde bunu anıştırmaktadır ama konuyu uzatmamak açısından bence bu yeterli. Buraya kadar ki cevap insanın doğanın parçası olarak tanrı olup olmadığına ilişkin genel soruyu cevaplıyordu, ancak ikinci sorunun asli kısmını atlamayalım.  Benim fikrimce doğanın Tanrı’dan gelen sonsuzluğu meselesi çok farklı okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir sorundur. Burada başka kimseyi araya sokmadan kendi fikrimi söyleyeceğim. Belki ate/ateist Spinozistler bu fikrimi beğenmeyeceklerdir. Ancak felsefe kozmetik amaçlarla yapılmaz. Spinoza’yı doğru okuyorsam eğer: Prop X. Tözün varlığı insanın özüyle ilgili değildir, başka bir deyişle, töz bir insanın aktüel varlığını oluşturmaz. Not. Herkes kabul etmelidir ki hiçbir şey Tanrı’sız varolamaz ya da düşünülemez. Herkes Tanrı’nın hem özü hem de varoluşu itibarıyla tüm eşyanın tek ve biricik sebebi olduğunda mutabıktır; yani Tanrı sadece şeylerin meydana gelmesi itibarıyla değil (secundum fieri), fakat onların özü itibarıyla da onların sebebidir (secundum esse)[6]. Benim fikrimce doğanın tanrılığı da aynı şekilde insanın tanrısallığı ile birlikte ele alınmalıdır. Spinoza’nın bu konudaki ketumluğu da kesin bir sonuca varmayı imkânsız kılmaktadır. Ancak benim görüşüme göre Tanrı ve doğanın ayrılamamasının sebebi Spinoza’nın bilgi ve varlık arasındaki ikilemi mistik bir imgelemde saklaması olarak yorumlanabilir. Lee Rice’dan atıf yaparsak: Yine de diğerleri Spinoza’nın sistemiyle Yahudi veya Neoplatoncu mistik geleneklerin uyumluluğunda şüphe bulmaya çabalamıştır. Hiçbiri, Etik’te sonradan varılan şu kavrama Spinoza’nın önceki duygulanış, sevgi veya onun  genel bilgi bölümlemesi hakkındaki şu kavramına varamamıştır: Spinoza EIIAx3’te (bölüm II, aksiyom 3) hatırlatır: Aşk, tutku veya hangi isimle anılan duygulanım olursa olsun, bunlar, bunlara ilişkin sevilen, tutku duyulan vb. şeyin fikri olmaksızın oluşmaz. Fakat ide, başka düşünce modları oluşmaksızın varolabilir[7]. Bende burada Spinoza’nın kavramsal çatısının altında bir Neoplatoncu yapının olduğu su götürmez. Bunun sorumuzla ne ilgisi var? Eğer bu Neoplatoncu kavrayışın Spinoza’da olduğunu anlarsak, sanırım sorunumuz daha iyi anlaşılır. Tüm varlıkların birliği öğretisinin temelinde böyle bir anlayış vardır. Spinoza bence ketumluğu sebebiyle değil usta bir söylemle bu yönü gizlemeyi başarır. Peki doğanın sonluluğuyla ne ilgisi var? İşte burada Neoplatonculuğun anlamını okuyoruz. Şimdi bu konunun derinlerine girmek istemiyorum. Zaten uzadıkça uzadı. Ancak şunu söyleyebilirim; eğer her şeyden önce ide varsa ve bu bir gerçeklikse bunu, doğanın sonluluğunun da Spinoza’nın kastettiği “doğa” ile ilgili olmadığını düşünmek için ciddi bir sebep olarak düşünebiliriz. Bence Spinoza’nın deus sive natura’sının natura naturans (doğal eylem) olarak fiiliyatının altında bu fikir yatar. Bildiğimiz doğa, yani evreni oluşturan doğa sonlu ya da sonsuz olabilir. Spinoza’nın “doğa” ile anladığının bu değil, doğrudan yapıp etme (İslam teolojisi buna “sünnetullah” yani Allah’ın yapıp ettikleri demekte beis görmez) olarak anlamak gerekir. Eğer şu ya da bu evren var olmasaydı, diğer bir evrende Tanrı’nın yapıp etmesi yine olurdu demek gerekir. Bu durumda doğanın işleyişi aslında doğanın ve Tanrı’nın işleyişidir dersek Spinoza’nın ne kastettiği ortaya çıkar. Spinoza gerçek bir inanandır. ÜÇÜNCÜ SORU: DÖNGÜSEL KOZMOLOJİ Nietzsche 30 Temmuz 1881’de Overbeck’e yazdığı mektubunda Spinoza’dan bahsederken şöyle der: “Benim bir selefim var, hem de ne selef!”[8]. Nietzsche bilindiği gibi döngüsel kozmolojinin şampiyonlarından birisidir ve Spinoza’nın da tam da bu kozmolojik görüşte onu etkilediği hep söylenir. Döngüsel kozmoloji veya Nietzsche’nin kavramı olan ebedi dönüş (eternal recurrence/ Ewige Wiederkunft) nedir? Kimi zaman insan hayatında bazı şeylerin devamlı tekrar ettiğine dair varoluşsal bir yargıya kapılır. Nietzsche’nin kastettiği ebedi dönüş bence budur ve bu bağlamda Spinoza ile aralarında fark vardır. Bu fark nedir? Burada sözü Yirmiyahu Yovel’in şu muhteşem makalesinden iki paragrafa atıf yaparak ona bırakıyorum: Spinoza’nın kavramsallaşmasında, sonsuz olana dair affectiones bir farkındalık ve dolayısıyla düşünsel bir tanrı sevgisini getirir. Ancak Nietzsche için bu bir terördür. Spinoza buna natura naturata (doğa zaten yaratmıştır, çev.) dese de sonlu ve geçici şeylerin dünyası gerçekte akış içinde değildir çünkü natura naturans tarafından sonsuzca belirlenmiştir çünkü bu sayede geçici tekiller zamanda varolurken, kendi özdeşlikleri vardır. Dahası “üçüncü tür bilgide” ve ona eşlik eden amor dei intellectualis’in (tanrıya duyulan düşünsel sevgi) deneyiminde, zamansızlığın mücerret unsurunun bile mündemiç tekile -yani bilen zihne- nüfuz ettiği ve onun faniliğini yok ederek ve onu sözde sonsuz hale getirerek dönüştürdüğü bile söylemiştir. Burada, sonsuzluğun geçici olanın alanına nüfuzunun sadece bilimsel değil fakat yarı-mistik çağrışımı vardır[9]. Spinoza’nın kavramsallaşmasında, sonsuz olana dair affectiones bir farkındalık ve dolayısıyla düşünsel bir tanrı sevgisini getirir. Ancak Nietzsche için bu bir terördür. Spinoza ile Nietzsche arasındaki fark Nietzsche’nin adeta bir ters mistik olması gibidir. Spinoza’ya göre bu ebedi döngü vardır; ancak bu ebedi döngü Tanrı sevgisi ve Tanrı’nın sonsuzluğun geçici varlıklara egemenliğiyle anlaşılır. Bence Spinoza burada aslında sonsuz döngüden çok sonsuzluğun kendisine karşı insanın nasıl hazırlanacağını ima etmektedir. Dolayısıyla meselenin özü, bence ebedi döngüden çok insanın sonsuz varlık karşısındaki aczinde nereye gitmesi gerektiğini hatırlatan bir felsefenin varlığını salık vermek olarak anlaşılabilir. Elbette söz konusu Spinoza olunca bu konuda kesin bir karara varmak zor ancak böyle düşünülebilir. Yovel, ebedi döngü için şöyle isabetli bir tespitte bulunur: Ebedi döngünün tam teşekküllü bir kozmolojik teori olup olmadığını tartışmayacak fakat onu, amor fati’nin de içerdiği bir üstesinden gelme türünü açıklayan varoluşsal bir masal olarak alacağım[10]. Benim fikrim de bu yönde. Gerçekten bir kozmoloji olup olmadığı sadece filozofları değil fizikçileri bile aşan bir sorudur. Ayrıca olsa bile bir örnek üzerinden düşünürsek gece 2.28’de bu yazıyı yazdığım zamanın sonsuzca tekrarını içeren bir evrenin nasıl olup da enerjiyi devam ettireceği, ettirse bile bunlar birbirine paralel olarak düşünüldüğü takdirde uzayzamanın ne gibi bir sürekliliğinin olacağı gibi sorularla karşılaşırız. Bunlar ise bence hem fizikçileri hem de filozofları oldukça uğraştıran sorulardır. Cevap verilemeyeceği ya da üzerinde düşünülmesi imkânsız olduğu için değil; bence Spinoza bu konuda gayet açıktır, Spinoza’nın felsefesi sonsuzluğu açık bir şekilde tanımlamış olduğu için bu ebedi bir dönüş anlatısından çok sonsuzluğun varlığının nasıl ele alınması gerektiğine dair bir felsefedir. Ancak elbette ebedi dönüşün Spinoza’nın felsefesinde mümkün olduğunu savunulabilir. Umarım bu yazıda üç sorunun üstesinden gelebilmişimdir. Hegel ile ilgili defteri hala kapatmadım. Ona da gelecek yazıda değineceğim. Gelecek hafta görüşmek üzere. Esen kalın. --- [1][2] Jonathan Bennett, “Spinoza’s Metaphysics”, edt.Don  Garrett, The Cambridge Companion to Spinoza, Cambridge Online, s.76-77. [3] Benedictus de Spinoza, Ethics, çev. George Eliot, Princeton University Press, New Jersey: 2020, s.106. (bir süredir bu kopyasını arıyordum ve arşivimde buldum, bundan sonraki yazılarda bu Spinoza’nın bu çevirisini kullanacağım) [4] Jonathan Bennett, “Spinoza’s Metaphysics”, edt.Don  Garrett, The Cambridge Companion to Spinoza, Cambridge Online, s. 77. [5][6] Benedictus de Spinoza, Ethics, çev. George Eliot, Princeton University Press, New Jersey: 2020, s.133. [7] Lee Rice, “Love of God in Spinoza”, Jewish Themes in Spinoza’s Philosophy, edt. Kenneth Seeskin, SUNY series in Jewish Philosophy, s.93. [8] Pierre-François Moreau, “Spinoza’s Reception and Influence”, edt.Don  Garrett, The Cambridge Companion to Spinoza, Cambridge Online, s. [9] Yirmiyahu Yovel, (1986). Nietzsche and Spinoza: amor fati and amor dei . In: Yovel, Y. (eds) Nietzsche as Affirmative Thinker. Martinus Nijhoff Philosophy Library, vol 13. Springer, Dordrecht. https://doi.org/10.1007/978-94-009-4360-5_12, s.199. [10] Yirmiyahu Yovel, a.g.e., s.197.
Editör: TE Bilisim