Spinoza aslında ondan önceki filozofların da devamlı vurguladığı ancak unutulan bir ikilemi ortaya çıkarmıştır; alemin gerçekliği ve Tanrı’nın gerçekliği arasındaki ontolojik uçurum.
Bu yazıda Spinoza hakkında daha önce kaldığım yerden devam edeceğim. Hatırlanacağı gibi Spinoza’nın teolojisindeki Tanrı tasavvurunu ciddiye aldığını ve Deleuze’ün, Spinoza’nın Tanrı kavramını “matrak bir şekilde kullandığı” iddiasını doğru bulmadığımı savunmuştum. Sanırım zor da olsa bu savununun arkasında durmam lazım.
Eğer yer kalırsa Spinoza’nın teolojisinden onun metafiziği ve ontolojisine geçebilirim. Hoş, söz konusu Spinoza olunca onun teolojisi, metafiziği ve ontolojisini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak nafile bir çaba gibi görünebilir; ben yine de okura kolaylık açısından klasik
felsefe taksonomisini devam ettirmek istiyorum.
SPİNOZA’NIN TANRISI FİLOZOFLARIN TANRISI MI?
Bu sorunun Deleuze’ün iddiası ile ilgili ilgisi nedir diye sorulabilir. Çok fazla ilgisi olduğunu düşünüyorum çünkü Spinoza’nın teolojisini eğer daha iyi anlamlandırabilirsek bu teolojinin getirdiği Tanrı tasavvurunun eşsiz bir noktasını yakalamamız daha mümkün olacaktır.
Bu eşsiz nokta nedir? Tam da bununla ilgili ne yazmam gerektiğini düşündüğüm sırada PolitikYol’un değerli yazarlarından İslam Özkan hoca sadece benim ilk Spinoza yazıma önemli yorumlar getirmekle kalmadı, aynı zamanda Hegel’in şimdi paylaşacağım yorumunu bana aktararak üzerinde bir süredir düşündüğüm bu meselede daha fazla açıklama bulmama yardımcı oldu:
Spinoza’ya sadece Tanrı’yı dünyadan ayırmadığı için ateist deniyorsa, terim yanlış kullanılmış olur. Dünyaya, sonlu varoluşa, evrene değil de yalnızca tözsel olan Tanrı’ya realite ve kalıcılık atfedilmesi gerektiğini öğrettiğinden, Spinozacılık aslında pekâlâ Akozmizm olarak adlandırılabilir; hatta böyle daha iyi adlandırılmıştır olur. Spinoza dünya olarak bilinen diye bir şey olmadığını ileri sürer; o salt Tanrı’nın bir formudur, kendinde ve kendisi için bir şey değildir. Dünyanın hakiki bir realitesi yoktur ve bizim dünya diye bildiğimiz her şey tek bir özdeşliğin uçurumuna itilmiştir. Dolayısıyla sonlu realite diye bir şey yoktur, onun hiçbir hakikati bulunmaz; varolan, Spinoza’ya göre, Tanrı ve sadece Tanrı’dır. Bundan dolayı Spinoza’yı ateizmle suçlayanların iddiaları hakikatin tam tersidir; onda çok fazla Tanrı bulunmaktadır. Derler ki, Tanrı zihinle doğanın özdeşliğiyse, bu durumda doğa veya bireysel insan Tanrı’dır. Bu tamamen doğrudur, ama doğanın ve bireyin tam da bu aynı özdeşlikte ortadan kaybolduğunu unuturlar: Onları yok ettiği içinde Spinoza’yı bağışlayamazlar. O nedenle, Spinoza’ya bu şekilde dil uzatanlar Tanrı’yı ileri sürmeyi değil, sonluyu ve dünyasalı illeri sürmeyi, amaçlıyorlar; kendilerinin ve dünyanın yok olduğunu hayal etmek istemiyorlar. Spinoza’nın sistemi düşünceye yükseltilmiş mutlak panteizm ve monoteizmdir. Dolayısıyla Spinozacılık sıradan anlamda ateizm olmaktan uzaktır; ama Tanrı’nın Tin olarak kavranmaması anlamında ateizmdir. Gelgelelim Tanrı’dan sadece her şeye kadir Üstün Varlık, vb diye söz eden, Tanrı’yı tanımayı reddeden ve sonlunun geçerliliğini ve hakikatini kabul eden pek çok teolog da aynı şekilde ateisttir. Onlar Spinoza’nın çok daha aşağısında bulunurlar
[1].
Hegel’in meşhur Felsefe Tarihi’nde ileri sürdüğü bu yoruma sonraki pek çok filozof katılmıştır. Spinoza’nın bu şekilde nasıl bir miras bıraktığını daha sonra ele alacağım. Şimdi Hegel’in ne demek istediğine bakalım.
Hegel’in şu cümleleriyle başlayalım: “Dünyaya, sonlu varoluşa, evrene değil de yalnızca tözsel olan Tanrı’ya realite ve kalıcılık atfedilmesi gerektiğini öğrettiğinden, Spinozacılık aslında pekâlâ Akozmizm olarak adlandırılabilir; hatta böyle daha iyi adlandırılmıştır olur.” Bence bu Hegel’in Spinoza’yı son derece iyi okuduğu anlamına gelir. Spinoza bir anlamda akozmik tasavvura sahiptir. Nasıl?
Spinoza’ya göre evrende başka hiçbir varlık töz ile tanımlanamaz; Tanrı’dan başka. Bunun sonucu olarak da kozmik hiçbir oluşum töz içermemesine binaen hiçbir şey gerçek olamaz. Yine Tanrı bunun haricindedir.
Spinoza’nın
Etika’sındaki 11. Prop’a bakalım:
Prop. XI. Sonsuz özellikleri içeren, her biri ezeli ve ebedi temel niteliği açıklayan Tanrı veya töz zorunlu olarak vardır
[2].
O hâlde bu tözün
zorunlu olarak varolması ne anlama gelir? Bu töz Tanrı olarak zorunlu bir şekilde var değilse
gerçek olamaz. Çünkü varolmayan bir şey gerçek değildir; eğer gerçekse bu tözü içermeyen
herhangi bir şey gerçek olamaz. Bu durumda sadece tözün ve onun işaret ettiği tüm özelliklerin dışında hiçbir şeyin gerçek olmadığı anlaşılır. Bunun sonucu olarak Spinoza şunu diyecektir; kozmos kendisi içinde ve kendisi için
gerçek değildir çünkü bu töz tanımlanamaz. Doğu felsefesini bence gayet iyi anlamış olan Hegel, Spinoza’nın varmak istediği noktayı açık bir şekilde doğu felsefesinin vardığı sonuca yaklaştırmasa da
akozmizminin anlamını yakalamıştır.
Hiçbir şey gerçeklikten payını alamaz; Tanrı’dan başka. Bu sonucu ayrıca XIV. prop’tan da anlamamız mümkündür:
Prop XIV. Tanrı hariç hiçbir töz verili ve idrak edilir değildir
[3].
Latincesinden okuyarak daha iyi düşünelim:
Prop XIV. Praeter Deum nulla dari neque concipi potest substantia
[4].
Tözün Latince karşılığının
substantia olduğu hatırlanırsa bu çevirinin de aslında ifade edilmek isteneni tam olarak karşılamadığını düşünebiliriz.
Substantia nedir? Stanford felsefe ansiklopedisinin
substantia’nın İngilizce karşılığı olan makalesinde tanımlandığı ve filozofların her birinin ezelden beri bildiği gibi substantia yani töz;
Genel anlama göre verili bir felsefi sistemde töz, bu sisteme göre gerçekliğin kurucu ve temel varlıklarıdır
[5].
Bu tanıma göre hareket edersek bir tözün varolduğunu söyleyebilmemiz için tözün “kendisi dışındaki her şeyi belirleyebilen ancak kendisi dışındaki hiçbir şey tarafından belirlenemeyen” olması gerekir. “Fransa kralı Charlemagne gür saçlıdır” demek onun arızi bir özelliğidir mesela. “Gür saçlı Fransa kralı” olmak Charlemagne için bir gerçekliği ifade etmek zorunda değildir. Keza “otomobillerin dört lastiğinin olması” da böyledir. Belirleyici ya da ayırt edici olmakla birlikte kesin bir özellik değildir.
Tözün bu tanımından hareket edersek Spinoza’nın ne demek istediğini anlamamız daha kolay olacaktır. Ki Spinoza da bu tanımı şu şekilde ortaya koyar:
III. TÖZ İLE, kendisi içinde ve kendisi için kavranan, diğer tüm kavramlardan bağımsız oluşabilen kavramı kastediyorum
[6].
Spinoza’nın akozmizmini doğu felsefesinde ve özellikle tasavvuftaki kimi kavramlarla birlikte değerlendirmek ve kıyaslamak mümkündür. İbn Arabi’nin felsefesindeki kimi kavramlar Spinoza ile şaşırtıcı benzerlikler içerirler.
Bu halde evrende başka hiçbir varlık töz ile tanımlanamaz; Tanrı’dan başka. Bunun sonucu olarak da kozmik hiçbir oluşum töz içermemesine binaen hiçbir şey gerçek olamaz. Yine Tanrı bunun haricindedir. Spinoza’ya göre hiçbir şekil, hiçbir varlık ve hassa töz niteliğini taşıyacak durumda değildir. Örneğin Thales’in arkhe’si (su) Spinoza’ya göre bir töz olmaz, atomlar bir töz değildir, Hume’un ilişkileri de töz değildir (yine semantik; tözden eğer bir felsefi sistemin esasını oluşturan temel unsur olarak alırsak belki tözdürler). Leibniz’in yeterli sebebi ya da monadları da töz oluşturmaz çünkü Tanrı’dan başka hiçbir şey bu gerçekliği taşımaz.
Bu durumda akozmik görüşü nasıl tanımlamalıyız?
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
Buradaki akozmizmi bir şekilde doğu felsefesinde ve özellikle tasavvuftaki kimi unsurlarla birlikte değerlendirmek ve kıyaslamak mümkündür. Benim uzmanlık alanım tasavvuf olmadığı için bu konulara değinmekten kaçınıyorum ancak Toshihiko İzutsu’nun İbn Arabi üzerine yazdığı
Füsus’ta Ana Kavramlar kitabında yine yazarın Arabi’nin Füsus’undan yaptığı alıntıdan bahsetmekten kaçınmam mümkün değildir:
Nitekim evrensel Tabîat (Tabîat-ı Küllî) kendisinden itibâren belirli sûretler ile tecelli eden şeylerden önce gelmektedir. Hâlbuki Tabîat-ı Küllî, gerçekten de Rahmân'ın nefesidir. Âlemin, en yücesinden en alt kademesine kadar, bütün sûretleri bu ilâhî nefesin özellikle fiziksel cisimler Âleminin ilk maddesinin (Cevher-i Heyûlânî'sinin) içine yayılması dolayısıyla zâhir olurlar. Fakat onun nûrânî ruhlara ve a'raza yayılmasına gelince bu başka bir yayılmadır
[7].
Gerçekten de benzerlik şaşırtıcıdır! Ancak benzerliklerde olduğu kadar benzemeyenlere de dikkat etmek gerekmektedir. Örneğin İbn Arabi bu cevherin sadece İslam dininin Tanrı’sı olan Allah’a ait olduğunu ve bunun yanında ilk heyula olarak Aristoteles’te belirlenen tözün (yani yine cevherin) ilk
onunla birlikte olduğunu söyler. Ancak Spinoza’da böyle değildir.
Spinoza’nın bu dünyanın varlığının akozmik inkârı geleneksel dini anlayış tarafından da kabul görmez. Çünkü üç din de kendi içsel farklılıklarına karşılık bu dünyanın gerçekliğini şu ya da bu şekilde kabul etmektedir.
Ayrıca İbn Arabi’nin felsefesinin hermenötik açıdan ne kadar yoruma müsait olduğunu hatırlamamız gerekir; her şeye yorulabilir ve bu tehlikeden uzak durmak açısından sadece belirli argümanların titizlikle ele alınması gerekir.
Belki başka bir yazıda üstünde duracağım konu bu olsun; Türkiye felsefe literatüründe bu son yıllarda giderek artan bir temayül olmuştur: Batıdaki bir filozofun doğuda bir filozof ile karşılaştırılması. Google Scholar’a bakan herhangi biri bu konuda yüzlerce makale olduğunu görebilir. Bence bu Türkiye’de felsefe literatürünün tıkanmalarından birini göstermektedir. Ayrıca siyasi bir iklimin de bunda rolü olduğunu belirtmek gerekir.
Bu konuyu aklıma not düşerek Spinoza’ya devam ediyorum.
TANRI OLMAK ZOR İŞ
Spinoza’nın töz ve Tanrı’yı bu şekilde ele alması, çoğu Yahudi (ve aynı minvalde düşünen Müslüman ve Hristiyanlar açısından) kesinlikle kafirliktir. Çünkü Tanrı’nın zatı ve subuti sıfatları olarak bilinen ve ortodoks Yahudilikte de kabul gören Yahweh’nin dört sıfatını (Kadir-i Mutlak, Tamamıyla İyi, Alim-i Mutlak ve her yerde münezzeh) reddetmektedir.
Sadece bu teolojik anlamda bir kafirlik de değil aynı zamanda bu dünyanın varlığının akozmik inkarıyla da geleneksel dini anlayış tarafından da kabul görmez. Çünkü üç din de kendi içsel farklılıklarına karşılık bu dünyanın gerçekliğini şu ya da bu şekilde kabul etmektedir.
Spinoza’nın akozmizminin konvansiyonel dini yaklaşımlara vurduğu darbe tam da bu noktada daha da tebarüz eder; din bir şekilde açıklama getirdiği gerçekliklerden birinin diğerine göre gerçek olup olmadığı konusunda kesin değildir. Ne demek istiyorum? Tanrı ve alem ilişkisi. Zira geleneksel dini anlayışa göre Tanrı bu dünyaya müdahale edebileceği gibi, müdahale edip etmesinden bağımsız olarak da kusursuz olarak tefehhüm edilen bir varlıktır. Oysaki, Spinoza aslında ondan önceki filozofların da devamlı vurguladığı ancak unutulan bir ikilemi ortaya çıkarmıştır; alemin gerçekliği ve Tanrı’nın gerçekliği arasındaki ontolojik
uçurum. Birinden birinin feda edilmesinin gerektiği Spinoza ile daha da belirmiş ve Spinoza seçimini Tanrı’dan yana kullanmıştır.
İşte bu sebeple Deleuze’ün yorumladığı gibi Spinoza’nın Tanrı kelimesini “matrak bir şekilde kullandığı” iddiasının doğru olduğunu söyleyemeyiz.
Madem Hegel’in yorumuyla yazının takdimini yaptık, devam edelim. Hegel’in devamında ettiği sözleri bir daha hatırlayalım: “Spinoza dünya olarak bilinen diye bir şey olmadığını ileri sürer; o salt Tanrı’nın bir formudur, kendinde ve kendisi için bir şey değildir. Dünyanın hakiki bir realitesi yoktur ve bizim dünya diye bildiğimiz her şey tek bir özdeşliğin uçurumuna itilmiştir. Dolayısıyla sonlu realite diye bir şey yoktur, onun hiçbir hakikati bulunmaz; varolan, Spinoza’ya göre, Tanrı ve sadece Tanrı’dır. Bundan dolayı Spinoza’yı ateizmle suçlayanların iddiaları hakikatin tam tersidir; onda çok fazla Tanrı bulunmaktadır. Derler ki, Tanrı zihinle doğanın özdeşliğiyse, bu durumda doğa veya bireysel insan Tanrı’dır.”
Hegel’in felsefi sezgilerinin kimi zaman onun felsefe konusundaki uçsuz bucaksız bilgisi ve keskin zekasının ağırlığı altında kaybolup gittiğini düşünen bir ben miyim? Sanırım bu cümlelerde Hegel, Spinoza’nın anlatmak istediğini sadece anlamış değil özümsemiş gibi görünmektedir. Spinoza’nın akozmizminin getirdiği sonuç sadece bu dünyanın varlık olarak inkârını içermez. Aynı zamanda onun
gerçekliğini de reddeder. Bunu söylemek için Spinoza’nın kurduğu öncül nedir? Buna bakalım.
Önce onun Etika’sında yer alan XXV. prop’a bir göz atalım:
PROP XXV. Tanrı sadece şeylerin varoluşunun değil onların özünün de fail nedenidir
[8].
Spinoza’ya göre şahsi diğer varlıklar, yıldızlar, insanlar, Elvis Presley ya da Lemmy Kilmister Tanrı olamaz. Ancak ve ancak Tanrı tözüyle tanrı olabilir.
Buraya kadar iyi bir şekilde takip edildiğinde bu önermenin de Spinoza’nın Tanrı tasavvuruna uygun olduğunu söylemek gerekir. Ancak esas dikkat edilmesi gereken nokta Spinoza’nın bu önermeyi açıklamak için kullandığı gerekçedir:
SONUÇ-Şahsi şeyler Tanrı’nın niteliklerinin değişimlerinden veya Tanrı’nın niteliklerinin sabit ve kesin bir anlamda açıklandığı modlardan başka bir şey değildir
[9].
Bu Spinoza’nın akozmizmi ve dünyayı temel olarak reddinin açık bir şekilde önümüze konulduğu önermelerinden birisidir. En kutsal değerlerden, en güzel formlara ve en yüce estetik idelerden, en gerçek varlıkların azametine kadar her şey gelip geçici modlardır. Bu modlar sadece Tanrı’nın veçhelerini oluştururlar ve bu veçheler gelip geçici görüntülerdir. Adeta bir oyuncunun farklı karakterleri canlandırması gibi Tanrı’nın etkin neden olduğu bir özle canlandırılırlar ve sonra gelip geçicilikleri ve fanilikleri ölçüsünde de kaybolup giderler ister en yüce komünal fikirler, ister en korkunç derecede iskandil edilmesi zor matematiksel ideler ya da güneşin binlerce kat büyüklüğünde karadelikler olsun fark etmez; hepsi sonlu oldukları ölçüde Tanrı’nın sonsuzluğunun yanında hesap edilemez derecede küçüktür ve fena ve yokoluş ile maluldürler. Tanrı tek öz olmakla tek gerçek şahsi varlıktır; diğer varlıklar başka hiçbir şey ifade etmezler.
Bu durumda şahsi diğer varlıklar, yıldızlar, insanlar, Elvis Presley ya da Lemmy Kilmister Tanrı olamaz. Ancak ve ancak Tanrı tözüyle tanrı olabilir.
O halde gerçekliğin tüm tezahürleri sonlu olmakla gerçek değildirler çünkü bir töz içermezler. Hegel’in bu yorumu da oldukça doğrudur. Sebebini söylemiştik; eğer bir töz içermiş olsalardı sonlu olmazlardı. Spinoza’ya göre:
PROP. XIII. Mutlak olarak sonsuz bir töz bölünemez.
Kanıt.—Eğer bölünebilmiş olsaydı, bölündüğü parçalar mutlak olarak sonsuz tözün doğasını korurlar ya da korumazlardı. İlkinde, aynı doğaya sahip farklı tözlerimiz olurdu ki (Prop V.’e göre) bu saçmadır. Eğer ikincisiyse o halde (Prop vii’e göre) mutlak sonsuz töz yokolurdu ki bu da (Prop XI’a göre) saçmadır.
Sonuç—Bundan hiçbir tözün ve bunun sonucu olarak da hiçbir uzantılı tözün töz olduğu müddetçe bölünebilir olmadığı sonucu çıkar
[10].
Spinoza’nın gösterdiği gibi töz de bölünüp farklı paydaşlarca paylaşılamayacağına göre tözün tek olması gerekir; bu halde tek gerçekliği ifade eden töz bölünemez, sabit ve sonsuzdur.
Tanrı dışındaki varlıklar, sonlu olmaları sebebiyle tanrı olamazlar; ancak yine de şunu biliyoruz ki Spinoza’ya göre bizler, yıldızlar, rakunlar ve Vladimir Putin ve onun bindiği ayı sonlu varlıklar olduğumuz kadar modlarız.
Peki bunun matematiksel karşılığı nedir? Sonsuz bir sayıyı herhangi bir doğal sayıya bölersek sonuç tanımsız olacaktır. Burada Spinoza’nın kastettiği aktüel sonsuzluk mudur? Bu konuya üçüncü yazıda değineceğim. Matematiksel sonsuzluk ile aktüel sonsuzluk arasında felsefi bir fark olup olmadığı son derece önemlidir ve tartışılmayı hak eder bir konudur. Daha da önemlisi Spinoza’nın kastettiğinin sadece kavramsal bir töz olarak Tanrı olup olmadığı düşüncesini de bununla paralel düşünmek gerekir.
TANRI OLMAMAK DA ZOR İŞ
İlk başta fikrimi belirtmem gerekirse bence sadece
kavramsal bir töz değildir. Bu da Hegel’in diğer yorumuna beni götürüyor; “varolan, Spinoza’ya göre, Tanrı ve sadece Tanrı’dır. Bundan dolayı Spinoza’yı ateizmle suçlayanların iddiaları hakikatin tam tersidir; onda çok fazla Tanrı bulunmaktadır. Derler ki, Tanrı zihinle doğanın özdeşliğiyse, bu durumda doğa veya bireysel insan Tanrı’dır.”
Fikrimi peşinen söyledim ancak gerçekten bu konuda nasıl bir neticeye varmam gerektiğini çok iyi bildiğimi söyleyemem. Şimdi burada karışıklık şuradadır; varolan tek gerçek Tanrı’ysa doğa, insan vb. varlıklar Tanrı olamaz; ancak Spinoza ne demişti? Tanrı dışında varolan bir gerçek töz yoktur. O halde Hegel’in yorumu yanlış mıdır? Spinoza’nın panteizminde bu anlamda açıklığa kavuşturulması gereken noktalar vardır. Doğrusu kimi zaman üzerinde düşündüğümde kesin bir karara varmakta zorlandığım bir konu bu.
Şimdi tek tek üzerinden geçelim; eğer Tanrı tek töz ve gerçekse, onun dışındaki varlıkların gerçekliği inkâr ediliyordur. Bu durumda, Tanrı dışındaki varlıklar, sonlu olmaları sebebiyle tanrı olamazlar; ancak yine de şunu biliyoruz ki Spinoza’ya göre bizler, yıldızlar, rakunlar ve Vladimir Putin ve onun bindiği ayı sonlu varlıklar olduğumuz kadar
modlarız. Eğer bizler sadece gelip geçici modlar isek, biz gerçek değiliz. Buraya kadar tamam. Bu Spinoza’nın meşhur
deus sive natura (doğa ve Tanrı aynı fiziksel zorunluluklardır) sloganının sonucudur.
Ancak Tanrı’nın gelip geçici modları nasıl olabilir ki? Spinoza Tanrı’nın bölünemez tözden ibaret olduğunu söylemişti. Çünkü bizler Spinoza’nın yine Etika’da belirttiği gibi gayet olumsal varlıklarız:
AKSİYOMLAR. I. İnsanın özü zorunlu varoluşu içermez yani doğanın düzeninde olduğu gibi bu ya da şu insan var olmak ya da olmamak zorunda değildir
[11].
O hâlde burada bir kavram kargaşası mı vardır? Bence burada tam da az önce çürütmeye çalıştığım Deleuze’ün başka bir açıklaması karşılaştığımız çelişkiyi gidermek için daha yararlı olacaktır:
Ancak bir sorun var ki aklımda hep yer ediyor. Tanrı sonsuz gerçekliktir. Doğa da Spinoza’nın panteizminde Tanrı’ysa ve doğanın da bir sonu varsa buna ne diyeceğiz?
Tanrı da nedir? Spinoza Tanrıyı mutlak olarak sonsuz kudret olarak tanımladığında kendini çok iyi ifade etmektedir. Açık açık kullandığı bütün terimler - söz gelimi derece; Latince derece "gradus"dur ve gradus ortaçağ felsefesinde çok uzun sürmüş bir geleneğe bağlıdır. Gradus yayılabilir parçalara karşıt olarak ve onlardan farklı olarak yeğinliğine niceliktir. Demek ki her birimizin tekil özünün bu yeğinlik türü veya yeğinlik sınırı olduğunu kavramak gerekiyor. Tekildir, çünkü cins ya da tür olarak ortaklığınız ne olursa olsun hepimiz insanız, ama içimizden hiçbiri bir diğerinin yeğinlik eşiklerine sahip değildir. Üçüncü türden bilgi veya öz fikrinin keşfi ortak mefhumlardan itibaren yepyeni bir gösteri içerisinde, dünyanın bu üçüncü halkasına geçişle mümkün olacaktır: Özlerin dünyasına. Orada, Spinoza'nın deyişiyle, —her durumda biri bilinmeden ötekiler de bilinemezler- hem benim tekil özüm, hem Tanrı'nın tekil özü, hem de dışımızdaki şeylerin tekil özleri ilişkileri içinde bilinirler
[12].
Gerçekten de bravo! Deleuze’ün bu açıklaması çelişkiyi gidermekle kalmıyor aynı zamanda durumu daha iyi açıklıyor. Yani hepimiz bir mod olduğumuz ölçüde Tanrı’yız; ancak bir mod olarak tanrı olmak ile Tanrı olmak arasında bir farkın ontolojisi midir bu? Evet.
Ancak bir sorun var ki aklımda hep yer ediyor. Tanrı sonsuz gerçekliktir. Doğa da Spinoza’nın panteizminde Tanrı’ysa ve doğanın da bir sonu varsa buna ne diyeceğiz? Spinoza’nın zamanında evrenin bilimi yani kozmoloji, evrenin sonu ve başlangıcına dair yeterli veri vermiyordu. Şimdi ise kesin bir cevap almaktan hâlâ uzak olmakla birlikte yine de evrenin bir sonu olabileceğine dair farklı fizik görüşleri var.
Öte yandan evrenin devamlı bir döngüde olduğuna dair görüşler de var. Bu Spinoza’nın yaklaşımına uyuyor mu?
Anlaşılan bu son soruların cevapları gelecek yazının konusu olacak. Ve tahminimce ilk yazıda söz verdiğim gibi sadece üç bölümlük yazı dizisinden ibaret olmayacak. Bu konu uzadıkça uzar.
Esen kalın, görüşmek dileğiyle…
---
[1] G.W.F. Hegel, Felsefe Tarihi, Cilt 3, Çev. Doğan Barış Kılıç, Nota Bene Yayınları.
[2] Spinoza, Ethics (Part1-Part5), çev. R.H.M. Elwes, Blackmask Online, s. 5.
[3] Spinoza, a.g.e., s.6.
[4] Baruch Spinoza,
Ethica Ordine Geometrico Demonstrata[5] https://plato.stanford.edu/entries/substance/ (13.07.2022)
[6] Spinoza,
Ethics (Part1-5), s.1.
[7] Toshihiko Izutsu,
Füsus’ta Anahat ve Kavramlar, çev. Ahmet Yüksel Özemre, Kaknüs Yayınları, s.108.
[8] Spinoza, Ethics (Part1-5), s.12.
[9] Spinoza, Ethics (Part1-5), s.12.
[10] Spinoza, Ethics (Part1-5), s.6.
[11] Spinoza, Ethics (Part1-5), s.22.
[12] Gilles Deleuze, Spinoza Üzerine On Bir Ders, çev. Ulus Baker, Birinci Basım: İstanbul, Ocak 2000, s.42-43.