Sözüm sanadır ey halkım

Abone Ol
Benim nazarımda iktidarla muhalefet arasında hiçbir fark yok. Bir bütünün iki ayrılmaz parçalarıdır onlar. Kanımca siyasi bir mücadele yapılacaksa, bunun salt iktidara yönelik olması yeterli olmayacaktır. Mücadelenin muhalefetteki müesses nizamı da konu etmesi gerekmektedir. Seçimin ardından siyasette değişim talepleri başladı. Sanki böyle bir ihtiyaç daha önceden yokmuş gibi. Talihsizlik o ki, bu taleplerin tümü muhalefet liderliği üzerinde yoğunlaştı. Kazandığı seçimlere bakarak iktidar bu değişim ihtiyacından muaf tutulmaya çalışılmakta. Oysa ülke olarak, sahip olduğumuz tüm kurumlarımızla birlikte, hepimizi kapsayacak bir dönüşüme, bir arınmaya ihtiyacımız var.  Tıpkı Katoliklerin “günah çıkarması” gibi, Müslümanların “hacca gitmesi“ gibi bir arınma toplumun her kesimi için zaruri. Başkalarını suçlamadan, kendimizi, bugüne kadar siyasi olaylardaki duruşlarımızı, suskunluğumuzu sorgulayarak… Bugün ülkemizde yaşanan haksızlıklar ne kadar mantık sınırlarını zorlasa da bu haksızlıkların yapılabilmesinde bizlerin tepkisizliğinin rolü yadsınamaz. Yapılan haksızlıkları bile bile şahsi çıkarlarımızı gözeterek, kimimiz farkında olarak, kimimiz ise olaylardan bihaber bunlara rıza gösteriyoruz. Kısacası düzgün bir “vatandaş” olamıyoruz; geçmişten gelen alışkanlıklarımızın ışığında itiraz hakkı olmayan bir “tebaa” davranışı sergiliyoruz. Başkası bizim yerimize acı çekince, haksızlıklara uğrayan biz olmadığımız müddetçe, yapılanları tasvip etmesek de sesimizi çıkarmak istemiyoruz; itiraz etmiyoruz. Yapılanları görmezden geliyoruz. Sadece arkamızı dönerek gördüklerimizin hiç yaşanmadığını varsaymaya çalışıyoruz. Çok uzun zaman bunun nedenini korkuyla açıklandı. Ama değil. Kısa vadeli kişisel çıkarlarımızı haksızlıkların, ilkelerin önünde tutuyoruz. Bunu siyasi iktidarlar da biliyor. O yüzden uygulamalarıyla olabildiğince geniş kesimlerin şahsi çıkarlarına hizmet etmeye çalışarak, bu kesimleri sessiz kalmaya mahkûm kılıyorlar. Böylece kendi iktidarına ve uygulamalarına itiraz etmesi muhtemel kesimler üzerinde kolayca baskı kurabiliyorlar. Toplumda itiraz olmayınca, siyasi iktidarlar çok daha “muazzam” görünüyor. Bireysel itirazların karşısında sessizliğe bürünmüş bir toplumun desteğini almış bir şekilde, hiç yıkılmayacak bir düzenin sembolü olarak karşımıza çıkıyorlar. Toplum devletlerin olmasa bile, siyasi her iktidarın yıkılabileceği fikrinden her geçen gün uzaklaştırılıyor. Mevcut iktidarın belirlediği kurallar sorgulanmadan, normalleştirilmekte; vatandaşın bu kurallara rıza göstermesi istenmektedir. Bunlar yetmiyormuş, bizler de iktidar uygulamalarını sanki ülkede her şey normalmiş gibi, aklı başında, belli bir mantık çerçevesinde değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu şekilde mevcut iktidarın eylem ve siyaset yapma şekline meşruiyet kazandırıyoruz.
Bu kapsamda muhalefet içinde ortaya çıkan liderlerin ve lider adaylarının böyle bir radikal dönüşümü dillendirmeden, ortaya kuralları ile birlikte yeni bir oyun kurgusu koymadan siyasette başarılı olmaları mümkün değildir.
Aslında bunu en güzel muhalefet partileri yapıyor. Sistemin bir parçası olarak, bu anormal rejimi normalleştirici her türlü hâl ve davranışı sergiliyorlar. Yaptıkları her bir itiraz, her bir eleştiri mevcut rejimin bir ön kabulünü içeriyor üstü kapalı olarak.  Bir apartman yöneticisinin bile tek başına karar alamadığı bir ülkede, tek bir kişi her şey hakkında karar alabiliyor.  Bunu da herkes normal karşılıyor. Aynı zamanda bu öyle bir kabul ki, en son seçimde vaatleri arasında bulunsa da muhalefet partileri bile kampanyalarında bu rejimin avantajlarını kullanma fırsatçılığı yapmakta bir sakınca görmediler. Rejimi tüm olumsuzluklarıyla kabul etmiş göründüler. Hâlâ da aksi yönde yönünde güçlü bir mesaj verilebilmiş değiller. Muhalefet, Mecliste yaptıkları haftalık toplantılar ve rutine hale gelmiş basın açıklamaları ile karşılarında normal bir iktidarın yapısının olduğu kabulü ile yaşadıklarımızın alışılagelmiş uygulamalar olduğu zannını kamuoyuna veriliyor. Muhalefet partilerinin bu açıklamaları ve siyaset yapma tarzlarına baksanız, başkanlık sistemi ve tek adamın insafına kalmış bir Türkiye yok ortada. Vatandaş içinse, içinde yaşadığımız rejimin önceki parlamenter rejimden hiçbir farkı yok. Bu şekilde muhalefet iktidarın oluşturmak istediği rejimin bir parçası olmaktan geri duramıyor. Bu rejime özgü, iktidarın arzuladığı bir muhalefet tarzını benimsiyor.  Yani kendileri için oluşturulmuş oyunun kurallarına uygun bir şekilde oynamayı, oyun değiştirecek hiçbir hamle yapmamayı kabul ediyorlar. Sonra da kendileri için tanımlanmış “konfor alanın” sınırları içinde kalmaya rıza göstererek yaptıkları muhalif çıkışlarını büyük bir siyasi stratejinin, eşsiz bir siyasi dehanın ürünüymüş gibi vatandaşa pazarlıyorlar.  Nihayetinde muhalif kesimin kamuoyu ve medyasının desteği ile kendileri için yaratılmış bu oyunda başarılı olduklarının zannına kapılıyorlar. Bu bakımdan benim nazarımda iktidarla muhalefet arasında hiçbir fark yok. Bir bütünün iki ayrılmaz parçalarıdır onlar. Kanımca siyasi bir mücadele yapılacaksa, bunun salt iktidara yönelik olması yeterli olmayacaktır. Mücadelenin muhalefetteki müesses nizamı da konu etmesi gerekmektedir. Sadece bunlardan birini kapsayacak bir mücadele bugünkü rejimin kabulü anlamına gelecek ve yarım kalan bir mücadele olarak kalacaktır. Kanımca kapsamı geniş bir mücadele sonunda tek başına iktidarın değişimi bile, bu iktidarın bir parçası olan muhalif müesses nizamın iktidarının sonu anlamına gelecektir.
Artık muhalif siyaset, sınırları iktidar tarafından tanımlanmış bir “konfor alanı” içinde yapılamaz. Yirmi yıllık süre zarfından önceden belirlenmiş olan bir oyunun kurgusuna uyarak muhalefet yapmak da mümkün değildir.
Artık muhalif siyaset, sınırları iktidar tarafından tanımlanmış bir “konfor alanı” içinde yapılamaz. Yirmi yıllık süre zarfından önceden belirlenmiş olan bir oyunun kurgusuna uyarak muhalefet yapmak da mümkün değildir. Yapılması gereken mevcut oyunun kurgusunu değiştirecek, yeni bir oyunu kurmaya cesaret gösterip, vatandaşı bu oyuna ikna edecek bir siyaset tarzını benimsemektir. İktidarın muhalefetin kalmasını istediği sınırlar içinde, onu arzuladığı oyun kurgusunu benimseyerek, yine onu yaptıklarının aynısını ondan daha iyi yapmaya aday olarak muhalefet yapmak da mümkün değil artık. Dahası vatandaşın menfaatleri düşünüldüğünde bu sahici bir siyaset olmayacaktır. Bu kapsamda muhalefet içinde ortaya çıkan liderlerin ve lider adaylarının böyle bir radikal dönüşümü dillendirmeden, ortaya kuralları ile birlikte yeni bir oyun kurgusu koymadan siyasette başarılı olmaları mümkün değildir. Bu mücadeleye giren olası adayların kendi konfor alanları içinde kalarak yapacakları siyasi mücadelelerde belki kendi kişisel ikballeri bakımından şahsi başarılı olabilecekleri fırsatları yakalayabilirler. Belki kimisi de muhalif partilerin başkanlarından biri olabilir. Bugünkü siyasetin sınırları içinde kalarak, bazıları da bir yerlere belediye başkanı veya belediye meclis üyesi, hatta vekil olabilir. Ama her hâlükârda, bu siyaset tarzı ve müesses nizamın kabulünden kaybeden vatandaş olacaktır.