Manşet

İlahiyatçı Profesör Hayri Kırbaşoğlu dinde "güncelleme" tartışmalarını değerlendirdi: İktidar önce kendisini güncellemeli

Abone Ol
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu ile son dönemde gündeme gelen "dinde tecdid/reform" tartışmaları üzerine konuştuk. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kadınlara yönelik bazı açıklamalar yapan isimlere "İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız." demişti. Erdoğan'ın sözleri üzerine İslam'ın güncellenmesi tartışması başlamış, farklı çevrelerden bu sözlere tepkiler gelmişti. Diyanet ise dinde güncelleme ile ilgili beş maddelik bir açıklama yapmıştı. Kırbaşoğlu, iktidarın bu sözlerinde samimi olmadığını ifade ederek İslam'ın güncellenmesi ile ilgili; "Bu dogmatik bağnaz kesimlerin yol açtığı bagajları sırtından atmaya yönelik bir adım. Bunun kalıcı olduğu kanaatinde değilim. Gündemden de her an düşebilir ama ben bu konunun gündemde tutulması gerektiği kanaatindeyim." ifadelerini kullanıyor.
  • Din adına konuştuğunu iddia edenlerin kadın üzerinden, cinsellik üzerinden yapılan açıklamalar son dönemde çok fazla gündeme geldi. Bu açıklamalar neden kaynaklanıyor?
Sağlıksız bir din algısının tezahürlerinin en ön plana çıkan sonucu bu. Bu kadar vahim olan başka hususlar da var. Çağdaş İslam toplumlarında cinsellik bir tabu olduğu için, bu konuda, kendilerini kanaat önderi olarak sunan insanların yaklaşımları, büyük ölçüde bu patolojiyi yansıtıyor. Kadına ilişkin bir patoloji var. Bunun da gerisinde, kadın bedeni üzerinde tahakküm kurmak isteyen ataerkil bir zihniyet var. Bu ataerkil zihniyet, dindarlık zannediliyor, İslam zannediliyor. İslam'ın kurucu metnine ya da kurucu tecrübesine bakıldığında ataerkillik çok sınırlı. Tamamen ataerkil bir sosyolojide gelmiş olan İslam, bu sosyolojiyi değiştirmek için çok önemli adımlar atmış. Kadın, peygamber döneminde hayatın her alanında var. Kadının siyasi, ekonomik, sosyal açılardan önünü açmak için çok önemli düzenlemeler yapılmış. Kuran'a o dönemin şartlarında bakmak lazım. Bugünün şartlarında bakarsak anakronizme düşeriz. O dönemin şartlarında devrim sayılabilecek bir husus kadın konusunda gerçekleştirilenler. Yanlış olan şu; Kuran, toplumdaki sosyolojiyi, ataerkil zihniyeti alıp belli bir noktaya getirdi. Bu, o dönemin sosyolojisi ışığında yapılabileceklerin en ideali. Fakat, İslam'ın gerçek amacı, o noktada kalmak değil, bu çizgiyi daha ileriye götürmek. Bu noktada İslam medeniyeti yeterince başarılı olamadı. Kuran'ın getirdiği noktayı son nokta zannetti. Halbuki, Kuran, bir hedef gösteriyordu. O hedef doğrultusunda ilerleyin demek istiyordu. O noktada, daha özgürlükçü, eşitlikçi bir teoloji, sosyoloji, fıkıh geliştirilemedi. "İSLAM DİYE PİYASAYA SÜRÜLENLERİN NE KURUCU METİNLE NE KURUCU TECRÜBEYLE ALAKASI YOK" Burada şunu da görmek lazım. İslam'ın ortaya çıkışından kısa bir süre sonra, üzerine oturduğu sosyoloji tekrar nüksetti. Mesela ırkçılık. Emeviler tamamen Arap ırkçılığı üzerinden hareket edip Arap olmayanları dışladılar. Buradan, Şuubiye hareketi dediğimiz Arap olmayanların isyan hareketleri başladı. Oradan da Abbasi egemenliği başladı. Ayrıca Emevilerle başlayan bir süreç olarak Kuran'ın getirdiği devrime karşı bir karşı devrim yapıldı. Bu suretle, hem cinsiyet açısından ayrımcılığa dayanan İslam öncesi sosyoloji, hem ırkçılığa ve ayrımcılığa dayanan İslam öncesi yapı tekrar ortaya çıktı. İleriki dönemde bunun yanına mezhep olgusu eklendi. Böylece, İslam'ı bir devrim kabul edecek olursak, bir karşı devrimler zinciri ile karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz. Bu süreç de hala devam ediyor. Buna Ali Şeriati özetle DİNE KARŞI DİN diyor. Halbuki bu karşı devrimlere mukabil, bu dini öğrenmek isteyenlerin başvuracağı bir Kuran metni var. Bu metin oldukça standart, otantik ve evrensel. Buradan hareketle İslam konusunda herkes fikir sahibi olabilir. Bir de Peygamber döneminde yaşanmış bir tecrübe var. Bunu dışında İslam diye piyasaya sürülenlerin ne kurucu metinle ne de kurucu tecrübeyle alakası yok. Ayrıca dini metinleri yorumlamada ataerkillik egemen. İslam'ın 14 asırlık yorumu, erkek yorumu, erkek-bıyıklı-sakallı yorumu. Tam bir tekel var. Bir tek kadın din alanında otorite-yorumcu bulamazsınız. Bu çok anormal. Bu bir karşı devrim ürünü. Ali Şeriati buna "dine karşı din" diyor. "EGEMEN ANLAYIŞ DİNE KARŞI DİN" Şu an da ülkemizde de İslam dünyasında da egemen anlayış tam olarak bu dine karşı din. Bunun arkasında sosyolojik sebepler de var. Bu karşı devrimlerin aynı zamanda sınıfsal bir yönü de var. Medreseler kuruluyor, padişahlar büyük paralar aktarıyordu buraya. Bu rant sisteminde kadınların kendi alanlarına ortak olmasını istemediler erkekler. Ayrıca, mezhepçilik açısından da, medreseler belli bir mezhebin egemenliğinde olmuştur. Bir medreseye egemen olan mezhep mensupları diğer mezheplerin pastadan pay almasını istememişleridir Bunun gibi İslam'la taban tabana zıt pek çok mülahazalardan dolayı bu noktaya gelinmiştir. "İHVAN, MİLLİ GÖRÜŞ, AK PARTİ HEPSİNDE YUKARIDA İKTİDARI ELE GEÇİRİP TOPLUMU DÖNÜŞTÜRME FELSEFESİ EGEMENDİR" İslam söz konusu olduğunda kadın bedeninin sık sık konu olmasının altında yatan şey, aynı zamanda bugünkü egemen İslam tasavvurunun yasakçı-baskıcı bir zihniyetin ürünü olmasıdır. Bu yasakçılık da sadece kadınla alakalı değildir, içki içmeyi vb. yasaklamak gibi, sürekli yasakçılık üzerinden gidiliyor. Siyasi yasakçılık, tek adamcılık, baskıcılık... Genelde İslam yasakçılık şeklinde algılanmış. Toplumu sosyolojik olarak ıslah edemeyen insanlar, idareyi ele alarak güya kendi zanlarıyla insanları zorla İslami çizgiye getirmeye çalıştılar. İhvan, Milli Görüş ve AK Parti ve cemaat- tarikatlar da dahil, hepsinde yukarıda iktidarı ele geçirip yukarıdan aşağıya toplumu dönüştürme felsefesi egemendir. Bu yasakçı çizgi de İslam ile taban tabana zıttır. Öyle bir İslam ki, "İnsanları iman etmek için zorluyor musun ha?" diye peygamberine çıkışan bir Kuran'ın yolundan gittiğini söyleyenler, insanları zorlamak için bunu din adına rahatlıkla yapıyorlar. Bunun çok derin zihniyet analizleri gerekiyor. Ama temelde yasakçılık, baskıcılık ve dogmatizm var. Tarih boyunca İslam'da bir çoğulculuk egemen. Şii, Sünni, Zeydi, İbadi, Mutezili ana gelenekler hala var. Bunların alt bileşenleri var. Sünnilik de bir mezhep değil, 10-11 bileşenden oluşan bir koalisyon. Bugün Türkiye'de egemen kılınmaya çalışılan şey de, kendi dar, miyop bakış açılarını topluma deli gömleği gibi giydirmek; yani herkes tek tip inansın, düşünsün ve eylesin istiyorlar. Bu da toplumda çatışmaya-gerilime, dinden uzaklaşmaya yol açıyor.
  • Cumhurbaşkanı "din güncellenmelidir" yorumu yaptı. Bazı çevrelerde bu mesaj olumlu karşılandı. Siz bu yorumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Güncelleme meselesi ne kadar sağlıklı?
İktidarın en önemli sorunu, güven sorunu. Sürekli değişiyorlar. Ben bunun samimi olduğuna inanmıyorum. Tamamen popülist bir şekilde, PR çalışması şeklinde yapılıyor. Toplumda egemen bu sağlıksız zihniyetin – ki bu zihniyet bilinçli olarak bu iktidar tarafından himaye edilip desteklendi – yol açtığı tepkiler var, bununla ilgili bir rahatsızlık var. Bu rahatsızlık oy kaybına yol açar diye, bu endişe nedeniyle bu açıklamalar yapılıyor. Ayrıca 2019 seçimleri nedeniyle laik kesime mavi boncuk dağıtma amaçları da olabilir. Başka amaçlar da olabilir ama kesinlikle politik bir amaç söz konusu. İktidar samimi olsaydı, bunu toplumun tüm kesimlerinin katıldığı toplumsal bir proje haline getirirdi. "Gelin arkadaşlar, din bu toplumda siyaset aracı olmaktan çıksın, istismar aracı olmaktan çıksın , onu layık olduğu yere koyalım, bunun için sağcısı-solcusu, alevisi-sünnisi, inananı-inanmayanı gelsin" denseydi bir toplumsal proje olabilirdi. Halbuki bu yapılan tamamen iktidarın projesi ve bu dogmatik bağnaz kesimlerin yol açtığı bagajları sırtından atmaya yönelik bir adım. Bunun kalıcı olduğu kanaatinde değilim. Gündemden de her an düşebilir ama ben bu konunun gündemde tutulması gerektiği kanaatindeyim. "DİNİN SONUÇLARI SADECE İNANANLARI DEĞİL İNANMAYANLARI DA ETKİLİYOR" Reform kelimesine gelince, aslında özünde son derece olumlu bir kelime. "Re-form" demek “de-forme” olmuş bir şeyi tekrar asli sağlıklı haline getirmek demek. Fakat Türkiye'de Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarında dinde reform çabaları yanlış bir biçimde takdim edildiğinden, toplumda tam karşılığını bulamadığı ve uygulamada birtakım yanlış adımlar atıldığı için sabıkalı bir kelime. Ancak bu kelimenin toplumsal hafızada sabıkalı olması gerçekten öyle olduğu anlamında gelmez. İslam literatüründe karşılığı reformun karşılığı “tecdit” tir. Tartışma konusu olan yenilenme ve güncelleme sürecine inanmayanlar dahil herkesin katıldığı, halkın hiçbir kesiminin dışlanmadığı bir süreç başlatılırsa o zaman ciddiye alınabilecek bir teklif haline gelebilir. Çünkü dinin sonuçları sadece inananları değil inanmayanlar da dahil herkesi etkiliyor. Diyanet işleri bu tartışmalar üzerine, Cumhurbaşkanını kastetmedi ama "metne bağlı kalınmalı" gibi bir yorum yaptı. "İKTİDAR ÖNCE KENDİSİNİ GÜNCELLEMELİ" Cumhurbaşkanı Danışmanı İbrahim Kalın, Kuran-sünnet değişmez diyor. İslam'ın kurucu metni ve kurucu tecrübesi dediğimiz bu ikisinin değişen yönleri var, değişmeyen yönleri var. Arapça literatürde en muhafazakar islam alimleri ve düşünürleri bile Kur’an ve Sünnet’i “değişmeyen-değişebilen(sevabit- muteğayyirat) diye ikiye ayırıyor. Tabir caizse İslam’ın tümelleri değişmez, ama tikelleri değişebilir diyorlar. Tabii ki tikellerdeki değişim de keyfi ve indi değil tümellerin ışığında bir değişim olmalı diyorlar. Ama siz toptan hiçbir şey değişmez dediğiniz için bu sorunlar çıkıyor. "Zenginlerin malından fakirlere aktarmak, fakirlere destekte bulunmak" değişmez bir tümel ilkedir. Her Müslüman durumu iyiyse fakirlere yardım etmek zorundadır. Bunun oranı ise değişebilirler kategorisinde yer alır. Hz. Peygamber döneminde zekat oranı 1/40(%2.5) idi, bugün bu yüzde 3 olur, 5 olur vs. değişebilir. Hırsızlık hiç bir biçimde kabul edilemez İslam'da. Ama eskiden mesele adi hırsızlıktı, bugün asıl mesele, ulusal, bölgesel ve küresel sistemlerin sistemli hırsızlığı. IMF'in hırsızlığı, Dünya Bankası'nın hırsızlığı, bankaların hırsızlığı gibi içerik değişir. Güncelleme bu anlamda olur. İktidar önce kendisini güncellemeli.Toplumda ve bilhassa iktidar yanlısı dindar kesimlerde neredeyse İslam'ın ihlal edilmemiş yasağı kalmadı. Bir kere İslamı güncelleyecekse, önce şeffaf, temiz, hesap verilebilir bir toplum inşa etme konusunda samimi olduğunu ilan etmeli. "SOLLA İSLAM'IN BİR ARAYA GELMESİ LAZIM" Dindar kesimde sadece faize takmış bazıları. Faiz sömürünün sadece bir kısmı. Burada dili de modernleştirmek lazım. Bu konu üzerinde Mısırlı felsefeci Hasan Hanefi çok duruyor. Bugün en önemli sorunlardan biri “sömürü”dür. Faizi de içeren bir tümel olarak, ekonomik sömürüdür, emeğin sömürüsüdür. Bunları güncellemek gerek ama bunların hiçbiri ortada yok. Bunlar kimin jargonunda var; solun. O yüzden solla İslam'ın mutlaka ve mutlaka bir araya gelmesi lazım. Aslında geliyor. Son yüzyılda en başarılı İslam entelektüellerine bakın, tamamı sol gelenektendir. Ali Şeriati, Nurettin Topçu, Münir Şefik, Seyyid Kutub. Bugün Türkiye'de Nurettin Topçu'nun düşüncelerini mutlaka incelemek lazım. Daha sonra radikalleşen Seyit Kutup bile o gelenekten gelmiştir. Yine Türkiye'de İsmet Özel. Türkiye'deki dindarlığın ne kadar dibe vurduğu ile ilgili İsmet Özel'in bir cümlesi var: "Bu ülkede haram yemek, sol elle yemek kadar önemsenmedi." Bugün Türkiye'de İsmet Özel gibi, Atasoy Müftüoğlu gibi, bu çizgide Türkiye'de sadece 3-4 insan var. Roger Garaudy örneğin müthiş bir insan. "Ne zaman Müslüman oldun?" diye sorulunca "Ben Marksistken de Müslümandım. Çünkü o zaman İslam'a aykırı bir şey yapmadım" diyen bir insan. Bu tip bir işbirliğine ihtiyaç var. "İSLAMCILAR TARİH DIŞI" Garaudy şunu görüyor, gezegen ve insanlık tehdit altında. Nükleer tehdit, küresel ısınma, tabii kaynakların daralması, yapay zeka tehdidi. Bunlar İslamcıların gündeminde hiç yok. İslamcılar şu an tarih dışı. Garaudy, "bu sorunların kökeni judeo-chretien batı, o nedenle batıdan kurtuluş beklemek çok zor" diyor. Latin Amerika, Kurtuluş Teolojisi çok iyi bir umut kaynağı olabilir. Asya'nın hikmet ve hakikatinden de yararlanarak, gezegeni yok oluştan kurtaracak küresel bir proje lazım. Bu anlamda İslam'ın potansiyellerinin çok olduğunu söylüyor Garaudy. Ancak bu potansiyellerin eyleme ve hakikate çevrilmesi lazım. Güncelleme denildiğinde bunların tartışılması lazım. "YOLSUZLUKTA TAVAN YAPMIŞ 10 ÜLKENİN 7'Sİ İSLAM ÜLKESİ" Gelir adaletsizliği bu iktidar döneminde inanılmaz arttı. Gelin güncelleyin bunu. En son bir paylaşımımdan dolayı kıyamet koptu. Uluslararası şeffaflık ajansının Yolsuzluk Algı Endeksi yayınlandı. "Dünyanın yolsuzluk bakımından temiz ülkeleri arasında tek bir İslam ülkesi yok. Yolsuzlukta tavan yapmış 10 ülkenin 7'si İslam ülkesi. Yüzümüz kızarmıyor mu?" dedim. Kıyamet koptu. Halbuki güncellenecekse bunun güncellenmesi gerek. Ben iktidarın güncellemeden bunları anladığı kanaatinde değilim. Dolayısıyla iktidarın ve diyanetin bu konularla hiç bir ilgisi yok. "Elime iğne battı abdest bozulur mu" gibi İslam'ın öncelikleri arasında asla yer almayacak konular sürekli gündemde tutuluyor. Sonuç itibariyle din şu anda toplumun ve tarihin dışında, onlara yön veren bir dinamik olmaktan çıkmış durumda. Tamamen araçsallaştırılmış ve politik vb. amaçlarla kullanılıyor "DİYANET SADECE İKTİDAR KURUMUDUR" Diyanet yorum tekelini oluşturmak istiyor. Bu da devlet dini demek, iktidar dini demek. Oysa din sivildir. Diyanet sadece iktidar kurumudur. Halbuki Mezhep imamlarının tamamı sivildir. Bu kadar eleştirdiğimiz İslam medeniyetinde kanun yapanlar hep sivildir. Bu çağı çok aşan bir vizyonu vardı onların. Bölgede belirleyici 4 ülke olan İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır'ın bu konuda problemleri var. Ama burada daha önemli olumlu bir örnek De var, belki onu incelemek lazım; Tunus. Sadece uzlaşma kültüründen dolayı değil, ülkemizdeki bu tartışmaya katkı sağlayacak çok önemli entelektüelleri var. Bunların kitaplarının Türkçeye çevrilmesi gerekiyor. Lübnan modeli de çok önemli. Çok kozmopolit bir toplum ama önemli, zira iyi-kötü bir denge oluşturmuş. Kozmopolit toplumlarda özgür düşünce daha kolay serpilebiliyor. Ama Suudi Arabistan, İran ve Türkiye'de tek tip anlayışın dışına kolay kolay çıkamazsınız. "AŞAĞIDAN YUKARIYA KAPSAMLI BİR BİLİNÇLENME SÜRECİ LAZIM" Milli Görüş partilerinin yurtdışında İhvan dışında hiç bir grupla teması olmamış. Mısır'da 10 milyon Kıpti var. Bunlar senden benden farklı düşünmüyor. Bunlar bizim insanımız. Bunlar bizden önce burada vardı. Bunları da işin içine katarak bu dini bir problem odağı olmaktan çıkarmak lazım. Türkiye de Suudi Arabistan da dini kullanıyor. Çözüm yaratmak için çaba sarf etmiyor. Burada çözüm, sessiz çoğunluğun, 1.5 milyar Müslüman'ın yöneticilere boyun eğmeyerek, onlara ne yapacaklarını telkin etmesi sağlayacak politik bir bilinç lazım. Şu anda herkes partilere fanatik olarak bağlanıyor. Yine de bu tartışmaların sıkıntılarını fırsata çevirerek, aşağıdan yukarıya toplumsal kapsamlı bir bilinçlenme süreci lazım. Halbuki iktidar çevrelerinin yeni keşfettikleri ya da akıllarına yeni gelen "İslam'ın güncellenmesi" konusunda muazzam bir literatür var. Esposito'nun 'Değişim sürecinde İslam' ve 'Güçlenen İslam'ın Yankıları' kitapları var. Burada bunların hepsi var. Eski bir Marksist olan Filistinli Münir Şefik'in 'Çağdaş İslam Düşüncesi' çok önemli. Keza eski Diyanet İşleri başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki örneğin. Diyanet onun bile 50 sene gerisinde. Tekrar ifade etmek gerekirse genel olarak din ve özel olarak İslam konusunda bu memleketi sevenlerin yapması gereken şey, kategorik olarak dini bir politik araç, bir istismar aracı olmaktan çıkarmak, dinin toplumda bir kutuplaşma, husumet, dışlama, ötekileştirme ve düşmanlık aracı haline getirilmesine göz yummamak, dini konularda bilimsel araştırmalara dayalı bilimsel bilgiye destek vermek, dini fanatizmin, dayatmacılığın ve dogmatizmin tehlikelerine karşı toplumu uyarmak, hepsinden önemlisi dinin ve dindarların problemlerin kaynağı olmaktan çıkarılarak, çözümün parçası olabileceğini gösteren uygulamalı örnekleri hayata geçirmektir. Bu ise toplumsal uzlaşma ile, ama asıl önemli olan her kesimden ilim ve fikir erbabının elbirliği ve işbirliği ile gerçekleştirilebilecek bir hedeftir. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu kimdir? Mehmet Hayri Kırbaşoğlu Manisa’da doğdu (1954). Ankara İlahiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra (1978) aynı fakültenin hadis kürsüsünde asistan olarak doktorasını yaptı (1983). Suudi Arabistan, İmam Muhammed ibn Suud Üniversitesinde (Riyad) öğretim üyeliği yaptı (1985-1987). Yurda dönünce doçent oldu (1987). Diyanet İşleri Başkanlığı’nda danışman olarak görev yaptı (1986-1988). 1999 yılında profesör oldu. İslamiyat dergisi yayın kurulu üyeliği yaptı (1998-2007). Katar Üniversitesi Şeriat ve İslami Araştırmalar Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı (2011-2012). Halen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği görevine devam etmektedir. Kırbaşoğlu'nun çalışmalarına ve yazılarına http://www.hayrikirbasoglu.net/ adresinden ulaşılabilir.