Demokratik bir rejimin işlemesinde önemli bir rol oynayan denge ve denetleme sisteminin temel unsuru yönetim erkinin sorumluluğu ve hesap vermesini sağlamak. Bu sistem nasıl işliyor? Denge ve Denetleme Ağı’ndan Hayriye Ataş yazdı. En basit şekilde demokrasiyi halkın kendi kendini yönettiği bir siyasi rejim olarak tanımlayabiliriz. Antik Yunan’dan günümüze uygulanış biçimi değişen demokrasiye ilişkin birçok tartışma mevcut. Günümüzde ise demokrasiden anladığımız halkın belli sürelerde tekrar eden adil ve özgür seçimler yoluyla temsilcilerini belirlemesi ve iktidarları kendine hesap verebilir kılması. Uzunca bir süredir demokrasi kadar çok konuşulan, tartışılan bazen de anlamı muallaklaştırılan bir kavram daha var; denge ve denetleme sistemi. Siyasiler başta olmak üzere geniş bir yelpazede bu kavramı son dönemlerde sıkça duyar olduk. 2017 Referandumu sonrası hükümet sistemi değişikliğine giderken, anayasa değişiklik teklifleri verilirken, altılı masa görüşmelerinde ve son genel ve yerel seçimlerde demokrasi atfı kadar denge ve denetleme sisteminin tesis edileceğine dair sözler verildi. Hatta bazı partiler kendilerini tek taraflı denge ve denetleme sisteminin teminatı olarak deklare ettiler. Bütün bu gelişmeler yaşanırken aslında temelde bu sistem nedir ve neden önemlidir kamuoyunda yeteri kadar tartışılmadı.  Denge ve denetleme olarak adlandırdığımız sistem aslında nasıl bir işleve sahip? Demokrasilerdeki geriye gidiş ile denge ve denetleme sisteminin nasıl bir ilişkisi var? Neden bu sisteme son zamanlarda hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var? 2023 yılı Türkiyesi’nde yine yaşamsal bir seçime giderken ve aynı zamanda sistem tartışmalarını yürütürken, bu soruları sormak ve cevaplarını aramak önemli. Demokrasiyi en basit biçimde yukarıdaki şekilde tanımladığımızda demokrasiye içkin iki temel risk ile karşı karşıya kalıyoruz. Bunlardan birincisi halktan iktidar yetkisini alan yöneticilerin gücü kendi ellerinde toplayarak yozlaşmaları. Lord Acton 19.yüzyılda bu riski “güç yozlaşma doğurur; mutlak güç mutlak yozlaşma doğurur” cümlesiyle çarpıcı bir biçimde ifade eder. İkinci temel risk ise halkın çoğunluğu tarafından seçilerek iktidar yetkisini kullananların toplumdaki azınlıkların temel hak ve özgürlüklerine olası müdahale riskidir. Bu riske de Alexis de Tocqueville tarafından ‘çoğunluğun zorbalığı’ ifadesiyle dikkat çeker. İşte demokratik denge ve denetleme dediğimiz sistem, demokrasilerde ortaya çıkması kuvvetli olan bu iki temel riski; gücün tek elde toplanması ve çoğunluğun zorbalığını bertaraf etmeye yönelik kurgulanmış bir sistem. Denge ve denetleme sisteminin özünde bütün gücün tek elde toplanmasını engellemeye yönelik olarak ortaya konan kuvvetler ayrılığı ilkesi bulunmaktadır. Devleti oluşturan yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin değişik yollardan oluştukları ve aralarında denge ve denetleme ilişkisi olan farklı organlara verildiği bir sistem. Yani burada erklerin oluşumu açısından bir ayrılıktan bahsetsek de aslında bu erklerin birbirlerinin gücünü ve yetkisini dengeleyip denetledikleri ilişkisel bir sistemden de bahsediyoruz. İkincil olarak, demokratik denge ve denetleme sistemi günümüzde kullanılan liberal demokrasi kavramının da ana omurgasını oluşturuyor. Şüphesiz adil ve özgür seçimler demokrasinin olmazsa olmaz koşulu fakat yukarıda bahsettiğimiz riskleri asgari seviyeye indirmek için sadece kuvvetler ayrılığının sağlanması da yetmiyor. Bütüncül olarak baktığımızda denge ve denetleme sistemi yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının ötesinde, başka aktörüleri de olan bütünsel bir mekanizma. Bu yönetişim sistemi içinde, yürütmeyi denetleme yönünden ve kanun yapma yönünden etkin bir yasama erki; şeffaf ve hesap verebilir bir yürütme erki; bağımsız ve tarafsız yargı; özgür ve çoğulcu medya; katılımcı, etkin ve çoğulcu sivil toplum; parti içi demokratik mekanizmaların kurumsallaştığı siyasi partiler; merkezi idareyi dengeleme kapasitesine sahip, demokratik, katılımcı ve etkin yerel yönetimler; son olarak da bu sistemin ana omurgası katılımcı, aktif vatandaşlar da denge ve denetleme sisteminin ayrılmaz bileşenleri. Demokrasinin pekişmesi için yaşamsal öneme sahipler. Tabii sadece bu bileşenlerle de denge ve denetleme sistemini anlatmak yeterli değil. Bu bileşenlerden oluşan sistemin etkin işleyebilmesi için denge ve denetleme sisteminin en başta anayasada kurgulanması, yasalarla güvence altına alınması, liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi demokratik iyi yönetişim ilkelerinin ilgili kurumların işleyişinde hayata geçirilmesi, dahası hem sivil hem siyasi kültürümüze karışıp hayatlarımızda görünür olması gerekiyor.
Tarih şüphesiz ki tartışılabilir fakat zaten çok partili hayata geçildiğinden beri tam olarak kurumsallaşamamış, sürekli bir balans ayarı verilmiş olan demokratik denge ve denetleme sisteminde gözle görülür bir bozulma yaşanıyor.
Denge ve denetleme sisteminin bu bileşenlerinden bir ya da birden fazlasındaki bozulma ve yozlaşma demokrasiyi de erozyona uğratıyor. Uluslararası ölçekte baktığımızda hızlı bir demokratik bir geriye gidişin var olduğunu hepimiz biliyoruz. Dünyanın baş etmeye çalıştığı her krizde bu geriye gidiş, kurumlara güvensizlik ve belirsizlik hâli daha da bir görünür oluyor. Aslında İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren işleyen uluslararası kurumlar, işbirlikleri, demokratik kazanımlar ve mekanizmalar hiç olmadığı kadar kuvvetlenecek iken ülkeler arasında duvarlar daha sert örülmeye, sınırlar daha net çizilmeye başlandı. Şüphesiz bu durumu birçok farklı özgün nedene de bağlayabiliriz ancak özellikle demokraside keskin geriye gidişin yaşandığı ülkelere dikkatli bakarsak otoriterleşme dinamiklerini çok net okuyabiliriz. Bu ülkeleri incelediğimizde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, medya özgürlüğü, sivil toplumun katılımı ve çoğulculuğu gibi denge ve denetleme bileşenlerindeki bozulmanın belirleyici olduğunu görüyoruz. Bu süreç sonucunda adil ve özgür demokratik rekabetten ve seçimlerden de bahsedememeye başlıyoruz. Maalesef Türkiye de bu dinamik içerisinden geçen bir ülke konumunda. Tarih şüphesiz ki tartışılabilir fakat zaten çok partili hayata geçildiğinden beri tam olarak kurumsallaşamamış, sürekli bir balans ayarı verilmiş olan demokratik denge ve denetleme sisteminde gözle görülür bir bozulma yaşanıyor. Bu bozulmayı giderek yasamanın zayıflayarak yürütmenin güçlenmesi, yargının siyasallaşması, merkez-yerel yönetim ilişkilerindeki yetki karmaşası, tarafsız ve özgür medyadaki daralma, sivil toplum alanındaki daralma, vatandaşların kurumlara karşı güvenlerindeki düşüş, giderek artan kutuplaşma, ekonomik kriz ve seçimler üzerinde yarattığı etkiye kadar bağlayabiliriz. Özellikle 2017 Nisan halk oylaması ile kabul edilen sistem değişikliğinde en önemli vaad bütün mekanizmaları ile denge ve denetlemenin kurgulanacağı ve hızlıca reform çalışmalarına başlanacağıydı. 2023 yılına yeni girdiğimiz şu günlerde reform adımlarının hâlâ atılmadığı gibi denge ve denetleme bileşenlerinde de gözle görülür bir geriye gidiş söz konusu diyebiliriz. Bu geriye gidişi kuvvetler ayrılığı yerine yürütmede toplanmış kuvvetler birliği olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz. Denge ve denetleme sisteminin önemli bileşenleri arasında bulunan düzenleyici ve denetleyici kurumların yürütmeden bağımsızlık seviyelerindeki düşüş de çarpıcı nitelikte. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerken kanun yapma ve denetleme yönünden güçlü ve hızlı bir meclis tanımı yapılmıştı ancak yasamadaki geriye gidişi etkin kanun yapma yönünden oldukça problemli olan torba kanun uygulamasının yaygınlığından ve yasamanın denetim araçlarının etkinsizliğinden takip etmek mümkün.
Bugün yaşadığımız hayat pahalılığı, gelir adaletsizliği, işsizlik gibi sorunların temelinde yatan problem demokratik denge ve denetleme sistemi bileşenlerinde yaşanan bu bozulma.
Denge ve denetleme sisteminin ana omurgasını oluşturan bağımsız ve tarafsız yargı erkinde yüksek yargı organlarında ve yargı kurullarında yürütme erkinin doğrudan ve dolaylı etkisi, hukukun temel prensibi olan normlar hiyerarşisi ilkesine ters uygulamalar, uzun tutukluluk süreleri, hakimlerin kürsü ve coğrafi teminatlarının bulunmaması yargı alanında yaşanan sıkıntılardan en çarpıcı olanları. Türkiye’de özellikle sistem değişikliği sonrası denge ve denetleme sistemi bileşenlerinde yaşanan tüm bu sıkıntılar vatandaşlar olarak bizlerin gündelik hayatından bağımsız değil. Bugün yaşadığımız hayat pahalılığı, gelir adaletsizliği, işsizlik gibi sorunların temelinde yatan problem demokratik denge ve denetleme sistemi bileşenlerinde yaşanan bu bozulma. Benzer şekilde Bartın’daki maden faciası gibi yaşanan tedbirsizlik kaynaklı can kayıpları ve afet durumlarında yaşanan sorunların temelinde de demokratik denge ve denetleme sisteminde yaşanan geriye gidiş belirleyici nitelikte. Şüphesiz ki bahsettiğimiz bu sistem öncelikle katılımcı yollarla yapılacak olan anayasa ve kanunlarla kurumsallaşmalı. Bununla beraber bir kültür olarak demokratik denge ve denetleme sisteminin ana akımlaştırılması da oldukça önemli. Günümüzde bu sistemdeki bozulmanın yarattığı sorunlar, bu sistemin önemini bize her gün biraz daha fazla hissettiriyor ve hatırlatıyor. Bu nedenle Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılında kutuplaşmanın aşıldığı; sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma ivmesinin yakalandığı, vatandaşlar olarak hepimizin refah, barış ve huzur içerisinde yaşadığımız bir ülke için denge ve denetleme sistemini talep etmeli ve savunmalıyız.