Kemalizm-Post Kemalizm tartışması önemli ve gereklidir ama ortak bir gelecek kurma konusunda bize bir şey söylemez. Elbette ki Türkiye’de siyaset üzerine konuşan hiç kimse hatasız değildir ama bugün için esas tartışma otoriterliğin tasfiye edilmesidir. Sayfalarımızda Kemalizm - Post Kemalizm üzerine önemli bir tartışma sürüyor. Berk Esen’in başlattığı tartışmaya sitemizden katkılar sürüyor, sürecek de görünüyor. Tartışma, Post-Kemalist olarak anılan akademisyen/yazar/entelektüellerin, Kemalizme yönelik eleştirilerindeki “hatalar” üzerine başladı. Esen’in temel argümanı bu grupta olanların, yani Post Kemalistlerin, Kemalizme eleştirilerinin hak verdiği bazı eleştiriler olmasına rağmen, “hatalı” olduğu… Ve buradan hareketle de bu insanlardan eğer bu konularda hala bir sözleri varsa, bu sözlerden önce bir “özeleştiri” bekliyor. Varsayalım bu insanlar özeleştiri yaptı, bu durum, içinde olduğumuz siyasal ortamda neyi değiştirecek? Entelektüel tartışma zenginlik açısından evet değiştireceği çok şeyler var ama siyaseten neredeyse yok. Bunun nedeni de şu; bu tartışmanın nesnesi “insanlar” görünse de ben, tartışılması gerekenin ideoloji değil, o ideolojinin içinde neşet ettiği zihniyet olduğunu düşünüyorum. O zihniyet de otoriterliktir. Zihniyetle hesaplaşmadan yol almamız mümkün görünmüyor. SİYASET NEDİR? Sayfalarımızda süren tartışma zihniyetten çok ideoloji üzerinden bir gündelik siyasi tartışma. Bu yönüyle de eksik bir tartışma. Siyaseti, farklı toplumsal taleplerin kamusal alanda kendini ifade etmesi ve bu taleplerin siyasal karar süreçleri ile kesişmesi olarak tanımladığımızda, Türkiye’de siyasetin kurumsal olarak istisnai kısa dönemler dışında olmadığını söylemek durumundayız. Bunun temel nedeni de yukarıda andığım otoriter zihniyettir. Çünkü bu zihniyet siyaseti, toplumun, toplumsal taleplerin değil devletin alanı olarak görüyor. Siyasetin sınırını ve kimlerin siyaset yapacağını belirleyen devlet olduğu için zaman içinde ortaya çıkan kitle partileri de meşruiyetlerini toplumdan/bireylerden değil devletten almışlardır. Dahası bu siyaseti bilmeme, siyasetsizlik hali sadece tek parti dönemi ile sınırlı değildir. Onu takip eden DP döneminde de, ANAP döneminde de, bugün AK Parti’nin geldiği noktada da bu, böyledir. Her ne kadar bu üç partinin ilk dönemleri göreli olarak devlete mesafe almış görünse de iktidarlarının son döneminde hepsi devlete yanaşmış ve devletçi parti olmuşlardır. Son yıllar için eğer bir parantez açacak olursak, AK Parti 2011 sonrası savrulduğu kimlik siyaseti ve yeni yönetim sistemi ile, otoriter zihniyetin neredeyse en sarih siyasal pratiklerini (tek millet, tek dil…) uygulamaktadır. Bu açıdan son yıllarda tanık olduğumuz süreç, siyasetin, siyasal alanın, sivil toplumun bizâtihi siyaset yani siyasi iktidar eliyle ortadan kaldırılmasıdır. Hepimiz şu soruya cevap vermek durumundayız. Nasıl oluyor da bir siyasi parti, iktidar olduktan bir süre sonra kuruluşundaki toplumu, toplumsal talepleri, özgürlük ve demokrasiyi hedef alan politikasından vazgeçip siyasal meşruiyetini toplum yerine devletten almaya başlıyor? Bu siyasal dönüşüm nasıl oluyor da oluyor? Bu dönüşümü sağlayan siyasal alanın, siyasetin ne olduğunu belirleyen devletin kendini kurumsallaştırdığı zihniyettir. İDEOLOJİK SÜREKLİLİK Türkiye Cumhuriyeti öncülü olan Osmanlı’dan toplumsal alanda kültürel olarak kopuş yaşasa da siyasal alanda ideolojik bir süreklilik yaşadı. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki çizgi büyük ölçüde korundu. Otoriter zihniyete dayanan bu anlayış, tek kimliğe dayalı toplumsal çoğulculuk yerine homojen bir toplum varsayan, gerçeği, bilgiyi tekeline alan ve bunlar üzerinden toplum için “iyi olana” karar veren uygulamalar bütünüdür. Bu yüzden siyasetin alanı olan kamusal alan, ancak devletin çizdiği sınırı ve meşru gördüğü kimliği kabullenenlerin siyasallaşmalara izin verir. Çok partili hayatta da sonrasında da, siyasi partilerin varlığı da, seçimlerin yapılması da; tek başına siyasetin var olmasını sağlamamıştır. Toplumsal olanın devletin tekelinde olduğu bu yönetim anlayışında partilere düşen, devletin ürettiği rantın yukarıdan aşağıya dağıtılmasıdır. Bu işleve zaman içinde bakıldığında partilerin kimliğinin, siyasi anlayışının bir önemi yoktur. Bu aşamada önemli olan yine otoriter zihniyete dayanan devletin ideolojik özünün devamıdır. OTORİTER ZİHNİYETİ TASFİYE ETMENİN ÖNEMİ Bu açıdan Türkiye için bugün ve yakın gelecekte esas olması gereken tartışma ideoloji, ideolojin adının ne olduğu değil o anlayışa meşruiyet sağlayan zihniyetin yani otoriterliğin sorgulanması ve tasfiye etmektir. Bizim için her şeyi bilen, kim olduğumuza bizim adımıza karar veren, nasıl yaşamamız, neye inanmamız gibi kamusal alanda bizi özgür vatandaş yapan nosyonlara karar veren devlete ve otoriter zihniyete değil; bireyi dış gerçeklik karşısında kendi öznelliğine mahkûm eden, bir fikri olan ama bunun doğru olamayabileceğini baştan kabul eden ve farklı olanla ortak bir geleceği birlikte kurmaya bizi davet eden demokrat bir zihniyete ihtiyacımız var. Demokratlık gerçekliğin ve ondan üretilen bilginin nesnelliğini kabul etmeyip, bireyi birlikte üretilecek, sahiplenilmiş ortak bir öznelliğe mahkûm ederek, farklı olanla konuşmayı ahlaki bir tercih olarak insanın önüne koyar. Bu açıdan demokratlığın güçlenmesi, devletin belirleyeceği doğruları değil toplumun katılımcı bir süreçte üreteceği doğruları referans alan, geçmişe mesafeli bakan, kendini eleştirebilen aktif siyasal bireylerin siyasallaşması ile mümkündür. Sonuç olarak Kemalizm-Post Kemalizm tartışması entelektüel düzlemde önemli ve gerekli bir tartışmadır ve bizi zenginleştirir ama ortak bir gelecek kurma konusunda bize bir şey söylemez. Çünkü ortak geleceğimizi kuracağımız alan bizâtihi siyasettir. Siyaset ise farklı olanların birbiriyle eşit ve eş düzeyli konuşabildiği, herkesin katılabildiği yeni bir kamusal alanı ve siyasallaşmayı ifade eder. Bu yeni kamusal alanı inşa edecek olan ise kişiler, ideolojileri tartışmakla değil daha temelde otoriter zihniyet ve uygulayıcıların kimliğinden (sol/sağ/muhafazakâr) bağımsız olarak onun siyasal pratikleriyle hesaplaşma ve bu zihniyete mesafe almak durumundadırlar. Elbette Türkiye gibi ülkede siyaset üzerine yazan, konuşan hiç kimsenin siyasi okumalarında hata yapmadığını iddia etmesi kabul edelim ki nezaketsizlik olur. Demokratlık en başta “haddini bilmektir”. Had bilen insan doğal olarak fikirlerinin hatalı olduğunu da kabul edendir. Önemli olan ise gelecekte benzer hataları yapmamak üzere göstereceği özendir. Bu açıdan geleceğimizi toplumda var olan tüm farklılıklarla birlikte kuracağız ki, başka seçeneğimiz yok. Temel sorunumuz farklıkların bir araya gelmesini siyaseten zora sokan otoriter zihniyettir. Bu yüzden evet ideolojileri tartışalım ama temel sorunun kişiler, ideolojiler değil o ideolojilere meşruiyet sağlayan zihniyet olduğunu unutmadan…