Siyasi reformlarla ekonomik krizi aşmak

Abone Ol
Ülkemizde ilk kez bir kriz sonrası dönemde uygulanacak reformlar arasına iktisadın dışına taşan siyasi reformlar da girmektedir. Bu bakımdan yapılması gereken en önemli yapısal reform ülkenin “başkanlık sisteminden” parlamenter sisteme geri dönmesidir.

Loading...

Görüyorum ki halkın refah talebi küçümseniyor. Sürekli yapılan karşılaştırmalarda bugün yaşanan ekonomik sıkıntıların 2001 krizinden daha kötü olmadığı söylenip duruluyor. Oysa o kriz mevcut iktisadi sistemin işleyişinde yaşanan aksaklıklar ve kötü ekonominin yönetiminin sonucunda ortaya çıkmıştı. Bugün de ekonomide kötü yönetim var. Ama iktisadi sistemin işleyişinde geçerli kurallar konusunda ciddi belirsizlikler de mevcut. O nedenle hem yaşanılan sıkıntıların ne kadar süreceği, hem de sonuçlarının ne olacağı kesin olarak bilinemiyor. Kanımca bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntılar çok daha kötü sonuçlara gebe. Bu sonuçlardan kaçınabilmek kısmen siyasi alanda yaşanacaklara bağlı. Fakat geniş halk kitleleri hem iktidarın hem de muhalif siyasilerin kampanya diline kanarak, ekonominin içinde bulunduğu sorunları küçümsüyor. İktidar her kesimi memnun edip, kamuoyu rızası üretmeye çalışırken, muhalif siyasiler de sanki Türkiye ekonomisinde her şey yolundaymış gibi, vaatlerinde iktidardan aşağı kalmamaya çalışıyor.  Ucu bucağının nerede sonlanacağı bilinmeyen vaatleri vatandaşla paylaşıyorlar. Çok radikal dönüşümlerin yaşandığı bir dünyada tüm bunları, Türkiye ekonomisini sıkıntıya sokacağı gerçeğini görmezden gelerek yapıyorlar. Vatandaş ise hâlihazırda iktisaden sıkıntı düşmüş, kendine yapılan vaatlerden yararlanarak bir çıkış arıyor. İşte EYT meselesi ve çözüldü denilen sorunu çözecek olan yasanın hâlâ hazırlanıp meclise gönderilememesi güzel bir örnek. Keza enflasyonu ciddi şekilde düşüremeden, ücretlere yapılan artışlarla vatandaşa kısa süreli refah sağlanmaya çalışılması da.  Ama onların da ömrü kısa oluyor. Faydasından ziyade kalıcı maliyeti oluyor ekonomiye. Vatandaş ekonomide bir kriz olduğuna inanmıyor. Zira yaşanan ekonomik sıkıntıları tüm toplum katmanlarınca aynı anda yaşanıp, hissedilmesine izin verilmiyor. Türkiye’nin alışık olduğu kriz pratiğine de çok uymuyor bugün yaşadıklarımız. Vatandaşın daha önceleri alışık olduğu kriz süreci, önce ekonomide bir duraksama, ardından mali piyasalarda yaşanacak bir çöküşün ardından oluşacak yüksek faiz ve kur seviyelerinin yol açacağı işsizlik ve düşük büyüme ile sonuçlanan krizlerdir. Bugün kur “baskılanmış” ama istikrarlı bir seyir göstermektedir.  Faizler düşük seviyelerde seyretmektedir. Ekonomik büyümede ise bir yavaşlamaya şu ana kadar rastlanmamıştır. Hatta siyasiler tüm bunlara rağmen, vatandaşa hâlâ ekonomik vaatlerde bulunmayı sürdürmektedir. Muhalefet bir vaat ediyorsa, iktidar ondan çok daha fazlasını vermeye çalışıyor. Bu şekilde siyasi sıkışıklık, iktisadi dengeleri bozucu bir etki yapmaya başlıyor. “Ekonomik popülizm”, sonuçları görmezden gelinerek, Türk siyasetinde tekrar yükselişe geçiyor. Kartopu büyüyor… İnanın ya da inanmayın… Bir ekonomide enflasyon yüzde 50’lerin üzerinde seyrediyor ve dünyadaki en yüksek enflasyon oranları arasında ilk sıralarda yer alıyorsa, o ülkede ekonomik bir krizden bahsedebiliriz. Krizin enflasyon ile görünür olması, o ülkedeki siyasetin sıkışmışlığının ve iktisadi sıkıntıların kamuoyunun dikkatinden kaçırma telaşının sonucudur. Enflasyonu engelleyecek tedbirlerin belli kesimlerin refahında yol açacağı azalmayı açıklamakta zorluğa düşecek iktidarlar, genelde enflasyon sorununu çözmek yerine görmemeyi tercih ederler. Bizde de yapılan budur. Doğrusu siyasilerin enflasyon meselesini ele alma şekli geçmişte de bundan farklı değildi. Ama vatandaşın enflasyonun satın alma gücünde yaptığı tahribatı telafi edebileceği mekanizmalar da bulunmaktaydı. Örneğin faizler serbest olduğu için, birikimi olan vatandaş mevduatı üzerinden ek faiz geliri elde edebilmekteydi. İktisadi sistem içinde gelirlerin belli zaman aralıklarında revize edilebilmesi mümkündü. Dahası “enflasyon muhasebesinin” varlığı, enflasyon üzerinden sermayenin vergilenmesinin önüne geçiyordu. Şimdi bunların hiçbiri yok. Vatandaş yönetim hatalarının tüm olumsuz etkilerine açık. Bugünün iktisadi sorunlarının geçmişten tek farkı elbette bu değil. Aynı zamanda sorunun nedenleri de çok farklı. Geçmişte krizleri idare edebilecek bir kurumsal yapı ve liyakat sahibi kadroları bulabilmek mümkündü. Oysa bugün hem kurumlar hem de liyakat sahibi kadrolar yok oldu. Geçmişte yaşadığımız krizler yanlış ekonomik politikalar ve yanlış yönetim neticesinde, mevcut sistem içinde, piyasaya işlerlik kazandırmayı hedefleyerek çözümlenmiştir. Kanımca bugün yaşadığımız ekonomik kriz ise ülkenin yanlış kurulan siyasi sisteminin sonucudur. Tek başına iktisadın sınırları içinde kalınarak değerlendirilemez. Dolayısıyla krizin çözümünü iktisat sınırlarının dışına çıkarak, siyasette aramak gerekmektedir. Ülkemizde ilk kez bir kriz sonrası dönemde uygulanacak reformlar arasına iktisadın dışına taşan siyasi reformlar da girmektedir. Bu bakımdan yapılması gereken en önemli yapısal reform ülkenin “başkanlık sisteminden” parlamenter sisteme geri dönmesidir. Bu şekilde iktisadi kararların daha kolektif, daha hesap verilebilir ve daha şeffaf alınabilmesinin yolu açılacaktır. Bu prensipler bizim ekonomik krizi aşmamıza yarayacak kaliteli, liyakat sahibi bir ekonomi yönetiminin oluşturulabilmesine ve rasyonel kaynak-kullanım tercihlerinin yapılabilmesine olanak sağlayacak koşulları oluşturacaktır. Bu nedenle ülkemizin siyasi rejim sorunu halledilmeden ekonomik sorunların çözümünü beklemek boşunadır.