Siyasetin dönüşümü

Abone Ol

İttihat Terakki ile Hürriyet-İtilaf geleneği arasında 3. bir yolun mümkün olduğunu hayat kanıtladı, ama bu bir geçiş süreci içinde her iki faktörü de içererek ve onları dönüştürerek gerçekleşiyor. Simbiyotik ilişkiler bile dönüşüme açık hâle gelebiliyor.

Seçimlerde milletvekilleri listeleri hazırlanırken, genel merkezlerden paraşütle aday atamanın çok tepki aldığı biliniyor, ama genel merkezlere “adayıma karışma” gibi kampanyalar yerine, kabullenme ve çaresizlik duygusu ön plana çıkıyor.

Ülkeyi, üst üste seçimler beklediği için küskünlerin sabırlı davranmalarında fayda var.

Bu seçimler, doğal olarak ortak listeler nedeniyle daha da zorlu hâle geldi. Hibrit siyaset kaçınılmaz olunca, hibrit listelere itiraz da anlamlı olmayabilir. Alerji yaratan isimler belki ufak tefek tercih kaymalarına da neden olabilir ama partilerimiz değişime bir türlü kendilerinden başlamıyorlar. Leğenden kirli suyu atarken bebeği de fırlatma durumları oluyor.

Listelerde kadın, emekçi, genç oranları yeterince artmasa bile mecliste ciddi bir değişim olasılığı yine de olumlu bir durum.

Siyasi okumalarımızdan yola çıkarak toplumu değerlendiriyoruz, ama toplumun dönüşümü siyasetin bunu algılamasından daha hızlı ilerliyor.

Toplumun çeşitliliği üzerinden siyaseti yeniden yapılandıranlar, siyasi kabulleri içinden toplumu formatlamaya çalışanlardan bir adım önde bulunuyor. Fikri fosilleşmeyi aşamayanların CHP’nin farklı dünyaları buluşturma çabasını okuyamamaları gibi.

İttihat Terakki ile Hürriyet-İtilaf geleneği arasında 3. bir yolun mümkün olduğunu hayat kanıtladı, ama bu bir geçiş süreci içinde her iki faktörü de içererek ve onları dönüştürerek gerçekleşiyor. Simbiyotik ilişkiler bile dönüşüme açık hâle gelebiliyor.

Bu süreç içinde hem tarihsel okumalar esnekleşiyor hem de güncel siyasette safkan yaklaşımlar yerini melez ve hibrit tercihlere bırakıyor. Kim bu kadar farklı eğilimin aynı listelerde bulaşabileceğini tahmin edebilirdi ki.

Böylece yakın tarihi daha eleştirel okumak ya da eleştirel bir sahiplenmeyle, inkâr ve tekrar ikileminin dışına çıkılabiliyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde 50+1 nedeniyle 3. yol imkânı zayıfladı, ama parlamentoda çoğunluğu elde etmek için “az olsun, bizim olsun”dan,” çok olsun, hepimizin olsun”a geçiş önemli. Üstelik bu bir katlanma ilişkisinden gönüllü bir beraberliğe dönüşüyor.

Yakın tarihimizi yüzleşerek aşmak, çok partili hayattan geçişten, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz gibi darbelerin farklı okunabilmesi imkanını yarattı.

Günlük hayat, bir tarafta muhafazakârlar diğer tarafta modernler algısı yerine, modern muhafazakarlığın hepimizi barındırdığını gösterdi.

Hızla kent merkezli bir yaşama geçiş ve göç edenlerin yaşadığı sıkıntıları kendi içlerindeki dayanışmayla göğüslemeye çalışmaları, kültürel kodların yumuşamasına da yol açtı. Kente gelen kırsal değerlerin dönüşümüne her gün tanık oluyoruz.

Kültürel ve siyasi gettolar havalanmaya, birbirini tanıyarak yeni buluşmalara yol açmaya başladı. Solcunun sağcıdan, sağcının solcudan bir şeyler öğrenebileceğinin fark edildiği farklı bir sürece girdik.

19. yüzyılın lineer/doğrusal siyasal yelpazesinin tüm dünyada dikey bir ayrışma yaşadığını görüyoruz. Sol ve sağın özgürlükçüleri bir tarafta, otoriterleri diğer tarafta kümelendi.

Bağnaz insan başkalarından etkilenmeyi reddeden kişidir. Onlar da zaten ayrı bir inat kümesi olarak, marjinalleştikçe kemikleştiler ve toplumsal ve zihinsel dönüşümün ayak bağı oldular.

Bu durumun solu da sağı da yok, bu çift taraflı sekterizm birbirini besledi, birbirini tamamladı, ama ülkemizin geleceği bu kurak topraklarda şekillenmeyecek.

19. yüzyılın lineer/doğrusal siyasal yelpazesinin tüm dünyada dikey bir ayrışma yaşadığını görüyoruz. Sol ve sağın özgürlükçüleri bir tarafta, otoriterleri diğer tarafta kümelendi.

Tarihsel olarak sanayi devrimi, Fransız devrimi, aydınlanma gibi süreçlerin eleştirel değerlendirmesini yaparak aşma gayreti, iki kampta da karşılıklarını buluyor. Soğuk savaş dönemini aşamayan neanderthal yaklaşımları kendi hâlinde bırakmak lazım. Kabile bağımlılığı radikal düşüncelerin yeşermesinin önündeki en büyük engel.

Ayrıcalıklı yöntem ve siyasi özne arayışları yerini çoğulcu ve kapsayıcı yaklaşımlara bıraktı. Nihai teori arayışları geçerliliğini yitirdi. Bugün bilmediklerimizin bildiklerimizden daha çok olduğunu bilmemiz hepimizi kesintisiz bir arayış ve merak içine sokuyor.

Ortalama bir fanatiğe, liberalizmin soyut birey yaklaşımıyla kimlik siyasetinin bağdaşmadığını, kimlik siyasetini liberalizmle ilişkilendirmenin yanlış olduğunu, liberalizmin aydınlanmanın çocuğu olması nedeniyle Adam Smith’in aydınlanmacı olmasının şaşırtıcı gelmemesi gerektiğini, aydınlanma düşünürleri ulusalcılığın zaman içinde sönümleneceğini varsayarken, bugün bütün aydınlanmacıların ulusalcı olmasını, liberalizme karşı çıkanların, bir yandan da liberalizmin en temel ilkesi olan kuvvetler ayrımını savunmanın çelişkisini, Chomsky’nin siyasal liberalizmle özgürlükçü sosyalizmle bağdaştırma girişimlerini vs., anlatsanız, şaşırıp kalır. O ezber ve klişelerin dışına çıkabilmek asgari bir zihinsel çaba gerektirir.

Niye sol partiler sürekli işçi, proletarya, sol ve devrim gibi adları tercih ederken, sağ partiler arasında kendini burjuva, kapitalist gibi adlandıran yoktur, çünkü kendi çizgilerini anonimleştirdiklerinden ayrıştırıcı ifadelere gerek duymazlar.

Bugün sosyalisti, sosyal demokratı yeni bir kurucu teori ve politika için birlikte kafa yoruyorlar. Fanatikler gibi elimizde hazır bir model yok, ama en azından neyin yanlış olduğunu çok iyi biliyoruz.

 

Emekçiler adına tutum almak hiçbir zaman emekçilerin iradesinin yerine geçemeyeceği için taklit/ imitasyon yaklaşımlar olarak kalmaya mahkûm oluyor.

Robert Owen’ın 1839’larda ilk defa ortaya attığı sosyalizm yaklaşımı bugün demokratik ve çoğulcu arayışlara evrildi. Berlin duvarının yıkılmasıyla beraber sosyalizmin bir tarihsel dönemin sona erdiğini ilan ettik, ama istediğimiz ölçüde ete kemiğe büründüremeyince, yine eski usul naftalin kokan yaklaşımlar tedavüle girdi.

Lukacs, “En kötü sosyalizm bile kapitalizmden iyidir” dediğinde, Bloch’un “kötüyse sosyalizm değildir” diye yanıt vermesi çok kıymetli.

Bugün sosyalisti, sosyal demokratı yeni bir kurucu teori ve politika için birlikte kafa yoruyorlar. Fanatikler gibi elimizde hazır bir model yok, ama en azından neyin yanlış olduğunu çok iyi biliyoruz.

Bir şeye karşı olmak otomatik olarak yeninin bilgisini vermiyor, ama bu gerekli şart aynı yerde patinaj yaparak, zaman kaybetmemizi sağlıyor.

Her düzeyde sömürüyü ortadan kaldırma gayreti bugün de bizi ayakta tutan en önemli gerekçe ve özlem.

Bir daha aynı enkazın altında kalmak istemiyorsak, çıkaracağımız dersler kıymetli. Ön kabuller yanlış olunca çıkarılacak sonuçlar da hatalı oluyor. ÖDP’den sonra içinden ayrışan yapıların hiçbirisinin onu aşamaması, tam da bu yüzleşmenin ertelenmesinden kaynaklanıyor.

Düşleriniz yanlışsa düş kırıklığınız da kaçınılmaz olur. Artık fikirlerimizin kölesi değil sahibi olalım.

Marx boşuna dememiş, “Koşullar insanı şekillendiriyorsa, koşullarımızı insanca şekillendirelim” diye.