Siyasetin dinozorlarına Ardern’den dersler

Abone Ol
Bir zamanlar birçok festivalde DJ’lik yapan Ardern, bundan sonra kalbindeki müziğin ritmine göre kariyerine yön verecek. Ancak en büyük dersi, dünyanın dört bir yanında siyasetin dinozorlarına istifasını sunarak verdi.  Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, geçtiğimiz günlerde “Artık bu işin hakkını verecek yeterlilikte olmadığımı biliyorum. Devam edersem Yeni Zelanda’ya zarar vermiş olurum” diyerek görevinden istifa ettiğini ve önümüzdeki ay görevi bırakacağını duyurdu. Zaten dünya çapında siyasetin karanlık koridorlarında topuklu ayakkabılarıyla yürüyen kadın liderlerin sayısı bu kadar az iken, Ardern’in “siyasi tükenmişlik sendromuna” yakalanması, siyasette kadının güçlenmesi açısından büyük bir kayıp; zira Ardern dünya çapında birçok feminist kesim için bir ilham kaynağıydı. Liderlik pozisyonuna yükselirken kadınların karşılaştığı o görünmez “cam tavanı” kıran kişilerdendi. Ancak istifasıyla birlikte siyaset ve verimlilik arasındaki bağlantıyı bize anımsattı. Liderlik döneminin nasıl anımsanmasını istediği sorulduğunda yanıtı net oldu: “Her zaman nazik olmaya çabalayan biri olarak”. 2019 yılında 51 kişinin ölümüne neden olan Christchurch cami saldırılarının ardından gösterdiği yapıcı tutum ve salgın sürecinde istikrarlı şekilde sürdürdüğü politikalarıyla sadece ülkesinde değil, tüm dünyada büyük beğeni almıştı. Onun yapıcı iletişim ve güçlü liderliği temel alan duruluşuyla Yeni Zelanda İşçi Partisi, tarihi bir mağlubiyetten kurtuldu. Muhalifleri ise, kendisini yolsuzluklarla mücadelede yeterince güçlü ve kararlı görmedi. Çocuk yoksulluğu, konut sorunu, yaşam maliyetlerinin artması ve sosyal eşitsizliklerin derinleşmesi gibi birçok alanda hedeflerini tam tutturamaması, eleştirilere yol açtı. Birkaç hafta önce yapılan araştırmada, görev onay derecesinin Ağustos 2017’den beri en düşük düzeye geldiği görüldü. Beraberinde başında olduğu İşçi Partisi’nin de popülaritesi azalıyordu. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyada kadın devlet ve hükümet başkanı olan 28 ülke olmasına rağmen medyanın cinsiyetçi ve dışlayıcı dili de cabası. BBC News, Ardern’in istifa haberini Twitter’da “Kadınlar gerçekten her şeye aynı anda sahip olabilir mi?” sorusuyla verdi. Kadınların her alanda ve her coğrafyada cinsiyetçiliğe maruz kalırken durdurak bilmeden eşitlik mücadelesi verdiği bir ortamda en büyük muharebe alanları arasında siyaset ve medyanın geldiği de görüldü. NASIL GEÇTİ ALTI YIL HABERSİZ? Peki, 2017’de henüz 37 yaşındayken dünyanın en genç kadın başbakanı olarak Yeni Zelanda gemisinin dümenine oturan, Pakistan’ın eski başbakanı Benazir Bhutto’dan sonra görevinin başındayken çocuk doğuran ikinci kadın başbakan, Birleşmiş Milletler genel kuruluna da bebeği Neve’yle gelen ilk devlet başkanı olarak tarihe ismini yazdıran Ardern açısından görevde olduğu son altı yıl neden “zorlayıcı” geçti? Haziran ayında Guardian’ın ortaya çıkardığı gibi, Ardern’e yönelik şiddet tehditleri –özellikle de aşı-karşıtlarının “öncülüğünde”- 2019’dan 2021’e dek neredeyse üç katına çıktı. Tehditler ilk başta üstü kapalı imalar iken daha sonraki dönemde cinayet ve hatta tecavüz çağrılarına dek vardı.
Ardern göreve başladığında, çok-yönlü yaşamında karşılaşacağı zorluklar konusunda da pek naif sayılmazdı. Hem ev yaşantısını hem anneliği hem de bir ülke yönetmenin sorumluluğunu görünmez bir teraziye yükleyerek görece genç yaşında hepsini üstlenecekti.
Geçtiğimiz sene şubat ayında Başbakan, Christchurch’te bir ilkokulu ziyaret ettikten sonra karşısında “yazıklar olsun sana”, “hain”, “yargılanacaksın, sorumlusun” diye bağıran bir insan kalabalığı arasında buluvermişti kendisini. Koronavirüs bir halk sağlığı sorunu olmanın dışında, bir kadın lidere yönelik hakaret virüsüne de dönüşmüştü. Başlangıçta virüsün yayılmasının önüne geçmek için katı tedbirler uygulanan Yeni Zelanda’da aşılama kampanyası aşı-karşıtı lobiler tarafından “insanlığa karşı işlenmiş suç” olarak lanse edildi. Hatta geçtiğimiz sene ocak ayında Ardern'i taşıyan bir minibüs, ülkedeki aşı karşıtları tarafından kovalanmıştı. Ardern’in liderliği süresince empati, şefkat ve kararlılık içeren yönetim tarzı, çoğu eril kesim açısından zayıflık olarak algılanmıştı. SALGINLA MÜCADELE SINAVINDA BAŞARILI Oysa gerçekleri de tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bir liderlik anlayışından yanaydı. Geçen ay yaptığı açıklamada, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana COVID-19'un ülke için sağlık ve ekonomik açıdan en büyük tehdidi oluşturduğunu söylemiş, hükümetin bu salgınla mücadele yöntemlerinde de bağımsız bir soruşturma yapılmasının zamanının geldiğini belirterek bir anlamda hodri meydan demişti. Ardern göreve başladığında, çok-yönlü yaşamında karşılaşacağı zorluklar konusunda da pek naif sayılmazdı. Hem ev yaşantısını hem anneliği hem de bir ülke yönetmenin sorumluluğunu görünmez bir teraziye yükleyerek görece genç yaşında hepsini üstlenecekti. Ama seçmenleri ve muhalefet, sanki onun bir ailesi, çocukları, özel yaşantısı yokmuş gibi talepkâr olacaktı. Kendisinden de sürekli bir şeyler istenecekti. Daha iyi bir anne olması, daha iyi bir partner olması, ülkeyi daha iyi yönetmesi, daha iyi bir dost olması... Hatta Ukrayna savaşının ardından Batı’daki söylem ve pratiklerde güç siyasetinin feminist pozisyonu zorlaması sonucu güçlü bir “mücadeleci” olması da bekleniyordu. Geçen sene Facebook canlı yayınında ülkedeki Covid-19 durumu hakkında güncellemede bulunurken içeri giren üç yaşındaki kızıyla diyalogu da bu süreci kendisiyle ne kadar barışık bir şekilde yürüttüğünü göstermişti. ABD eski başkanı Richard Nixon’ın “İnsan yenilince tükenmez, pes edince tükenir,” sözünü kanıtlarcasına...
Ardern’in bu şekilde zarifçe bir adım geriye çekilerek ailesi ve kendisi için alan açmak istemesi, aynı zamanda etkin ve gerçek liderliğinin bir yansıması oldu. İstifasıyla birlikte kendi partisini de korumak ve seçimlerde incitici bir mağlubiyet yaşamamak istedi.
CAM TAVAN KIRIKLARI... Ardern bu açıdan yalnız da değil. Anımsarsanız Stephanie Murphy de (Demokrat) geçtiğimiz sene Kongre’ye yeniden seçilmek için aday olmayacağını açıklamış, “kamu hizmeti, kişisel tavizler olmaksızın gerçekleşemiyor. İki küçük çocuğu olan bir anne olarak, onlardan uzak kalışımın sonuçları ağır oldu” demişti. Cam tavan ne kadar kırılsa da bir noktada yeniden, zamanında görmezden geldiğimiz engeller görünür oluyor, cam kırıkları arasından yeniden hayat bulup kadınların başına üşüşüyor. Deloitte’ın “”, on ülkeden 5000 kadına ulaşarak, birçok kadın için tükenmişlik sendromunun artık alarm verici düzeylere ulaştığını göstermişti. Öyle ki, katılan kadınların yüzde 53’ü, stres düzeylerinin bir yıl öncesine göre daha yüksek olduğunu söyledi; neredeyse yarısı da kendilerini “tükenmiş” hissediyor. Akıl sağlıkları da cabası... Katılımcıların yaklaşık yarısı, akıl sağlıklarını zayıf veya çok zayıf olarak nitelendirirken, üçte biri, akıl sağlığıyla ilgili yaşadıkları zorluklardan dolayı işten izin aldıklarını itiraf etti. Benzer şekilde, Ekim ayında Slack Technologies Inc.’s Future Forum tarafından yayımlanan bir raporda, kadın çalışanların erkek meslektaşlarıyla kıyaslandığında tükenmişlik sendromuna yakalanma ihtimali yüzde 32 daha yüksek. Buna, pandemi dönemiyle başlayan hibrit çalışma koşulları da eklenince, kadınların üzerindeki yük birkaç katına çıktı. Toksik çalışma ortamlarında zamandan bağımsız gerçekleşen ve katılımı zorunlu Zoom toplantıları bir yandan, yetiştirilmesi gereken işler ve evden eğitim gören çocukların sorumluluğu diğer yandan, iş hayatında kadınlar artık kariyerleriyle akıl ve beden sağlıkları arasında zaman zaman tercihte bulunmak zorunda kalıyorlar. KADINLARDA TÜKENMİŞLİK SENDROMU YÜKSELİŞTE Liderlik rollerindeki kadınlar için çalışma hayatının yükleri çok daha ağır olabiliyor. Mckinsey&Co ve LanIn.org tarafından 40.000 çalışanla yapılan bir da, üst düzey görevlerde bulunan kadınların ilk beş sene içerisinde görevlerini terk etme oranlarının en yüksek düzeyde olduğu belirlenmişti. Kadınların yüzde 43’ü tükenmişlik sendromuna yakalandıklarını söylerken, aynı pozisyondaki erkeklerde bu oran yüzde 31 idi. Dolayısıyla, Ardern’in bu şekilde zarifçe bir adım geriye çekilerek ailesi ve kendisi için alan açmak istemesi, aynı zamanda etkin ve gerçek liderliğinin bir yansıması oldu. İstifasıyla birlikte kendi partisini de korumak ve seçimlerde incitici bir mağlubiyet yaşamamak istedi. Dolayısıyla tükenmişlik sendromu ile siyasi kariyerini prestijli bir düzeyden sonlandırma stratejisi baş başa gitti. ABD’de kadınlara oy hakkı tanınması mücadelesinin öncü isimlerinden Susan B. Anthony, “Kadınların erkek korumasına ihtiyacı yoktur ama kendini korumayı öğrenmeye ihtiyacı vardır,” der.
Kadınlar liderlik görevlerini sadece bırakmakla kalmıyorlar, kendilerini saygı gördükleri, gerçekten sevildikleri, örneğin aşı karşıtlarının ölüm tehditlerine maruz kalmadıkları bir noktaya yeniden konumlandırıyorlar.
Ne de olsa liderlik kişinin kendisiyle olan ilişkisinin dışarıya nasıl yansıtıldığıyla ilintili bir süreç. Gerçek liderlik de kişinin öz-farkındalığı, kendi kendini yönetebilmesini ve hırslarına mümkün ölçüde hâkim olmasını gerektiriyor. Kadınlar liderlik görevlerini sadece bırakmakla kalmıyorlar, kendilerini saygı gördükleri, gerçekten sevildikleri, örneğin aşı karşıtlarının ölüm tehditlerine maruz kalmadıkları bir noktaya yeniden konumlandırıyorlar. Bu da belki onlarsız çoraklaşan yönetim kültüründe nerelerde hata yapıldığını anlamak için zorlu bir sınamanın da önünü açıyor. SİYASETTE ETKİNLİK Bir yandan da ani bir elvedayla bile aslında bize siyaset kültürünün, siyaset yapma biçiminin, etkinliğin, verimliliğin, iç huzuru ile ülke yönetimi arasındaki ilintinin nasıl olması gerektiğini anlatıyorlar. Çalışkanlığının getirdiği kırışıklıklarıyla barışık güzel gülümsemesiyle Ardern gider yerine başka lider gelir, bu döngü hiç değişmez. Arada İsveç’te olduğu gibi kadın siyasetçilerle dolu bir kabine de gelebilir; ama bir yandan da İsveç hükümeti feminist dış politikadan vazgeçtiklerini cümle aleme duyurur. Ancak kadınların liderlik pozisyonlarından koşar adım ayrılmasına yol açan eril ve anlayışsız kültür değişmedikçe, birilerinin hoşuna gitmeyen politikalar “tecavüz tehdidiyle” karşılaştıkça, hangi coğrafyada olursa olsun böylesi bir karanlıktan adeta bir “kariyer katili” doğuran düzen hakkında uzun uzadıya tartışılmadıkça, çalışma ve yönetim kültürü her zaman eksik kalır. Bir zamanlar birçok festivalde DJ’lik yapan Ardern, bundan sonra kalbindeki müziğin ritmine göre kariyerine yön verecek. Ancak en büyük dersi, dünyanın dört bir yanında siyasetin dinozorlarına verdi.