Sivilleşen Kemalizm neden bazı kesimleri rahatsız ediyor?
Onların gözünde Mustafa Kemal’i seven herkes otoriter. Gözden kaçan nokta şu ki, CHP Kemalizmin jakoben boyutunu 1950’lerde programından çıkarmıştı. Ne yazık ki post-Kemalist aydınların siyasi gelişmelerin çürüttüğü tezlerini yeniden değerlendirdiklerine tanık olmadık.
Erdoğan sonrası demokratikleşen Türkiye’nin düşünce hayatı II. Abdülhamit’in otoriter istibdat rejimine karşı gerçekleşen 1908 devrimi veya 1946’da çok partili hayata geçiş sonrasında olduğu gibi hızla canlanacaktır.
Son dönemde Kemalizme yönelik toplumsal desteğin arttığına dair çeşitli işaretler görüyoruz. AKP iktidarının takip ettiği İslamcı ve otoriter politikaların baskısı karşısında muhafazakâr gençler arasında laiklik vurgusu artarken, muhalif seküler kesimler nezdinde Mustafa Kemal imgesi düzen karşıtı politik sembol haline dönüştü. AKP’nin düzenlediği resmî törenlerde arka plana itilen Mustafa Kemal’i sivil toplum coşkuyla sahipleniyor.
20 senelik AKP iktidarı altında unutturulmaya çalışılan, eleştirilen ve ülkedeki siyasi sorunların yegane sorumlusu olarak gösterilen Mustafa Kemal ve Kemalizme yönelik ilgi ve desteğin özellikle genç kuşaklar nezdinde artması kamuoyunda da önemli bir tartışmayı başlattı. Aslında Kemalist fikir ve imgelerin sivil toplumda kök salması yeni bir gelişme değil. Fakat bu sivilleşme sürecini uzun yıllar göz ardı eden bazı kesimler AKP iktidarının otoriterleşmesi karşısında artık bu muhalif damarı ciddiye almak durumunda kaldılar.
Öte yandan kamuoyundaki tartışmalarda Cumhuriyetin kazanımlarına ve Kemalist reformların olumlu etkilerine dair yapılan yorumları kaygıyla karşılayan bir kesim olduğu da göze çarpıyor. Örneğin, bazı muhafazakâr isimler, Mustafa Kemal’e yönelik artan ilgiyi ve Kemalist reformlara olan desteğin büyümesini ‘Neo-Kemalizm yükseliyor’ sloganı üzerinden korkutucu bir gelişme olarak lanse ettiler. Bu kişilerin çoğunun uzun yıllar AKP ve/veya Gülen hareketini destekleyen, bu grupların otoriter hamlelerini yakın zamana kadar eleştirmeyen ve bu dönemde kariyerlerinde yükselenler arasından çıktığı görülüyor.
“NEO-KEMALİZM YÜKSELİYOR” İLE “ŞERİAT GELİYOR” BENZERLİĞİ…
Muhafazakâr kamuoyuna pompalanmak istenen bu korkunun bir benzerini 2000’li yıllarda AKP’nin yükselişini “şeriat geliyor” şeklinde yorumlayan ulusalcılar üretmişti. O dönemin ulusalcıları ve günümüzün eski AKP destekçisi muhafazakârları zamana yayılan büyük sosyo-ekonomik ve siyasi dönüşümleri basite indirgeme ve eleştirdikleri kesimleri yaftalayarak kendilerine siyasi alan açma hususlarında birbirlerine çok benziyorlar.
AKP'nin ilk döneminde şeriat korkusunu pompalayanlar 28 Şubat döneminden arta kalan vesayetçi yapıları savunan ve otoriter uygulamaları meşrulaştırmaya ve kendi sorumluluklarını gizlemeye çalışan kişilerdi. Bu muhalif gruplar eleştirdikleri herkesi aynı kategoriye koydukları ve demokratik yöntemlerden saptıkları için AKP karşısında demokratik sahada yapılması gereken mücadeleyi zayıflattılar.
Benzer şekilde, AKP'den yakın zamanda kopmuş bazı isimler uzun yıllar bu otoriter rejime verdikleri desteği unutturmak için Mustafa Kemal'in Cumhuriyet tarihindeki olumlu rolünden bahseden ve Cumhuriyetin kurucu ideallerine destek veren herkesi tek parti dönemine karşı nostaljik yaklaşım getirmekle ve otoriter rejim savunusu yapmakla suçlamaya başladılar. Onların gözünde Mustafa Kemal'i seven herkes otoriter; muhalif kesimler ise ancak kendi çizgilerine geldikleri oranda demokratik olarak kabul edilebilir.
Ne yazık ki, bu iki grubun da dogmatik düşünce yapısı diyalogun önünü tıkıyor ve kamuoyu tartışmalarını zenginleştirmiyor. Nitekim, iki taraf da açtıkları tartışmalarla birbirini besliyor ve kendi çevrelerine karşı öteki grubu bir öcü olarak göstermek üzerinden güç devşirmeye çabalıyor.
Son dönemde yaşanan tartışmalarının en ilginç tarafı, Neo-Kemalizm kavramını suçlayıcı şekilde gündeme getirenlerin bu tabirden tam olarak neyi kastettiklerinin bile tam olarak belli olmamasıdır. Neo-Kemalist ifadesi tek parti döneminin otoriter uygulamalarına dönüşü savunanları mı kastediyor? Eğer öyleyse, bu tarz bir isteğin muhalif kesimlerde hiç yaygın olmadığını farketmek zor olmayacaktır. Bu eleştirileri yapan isimler iktidar bloğu içindeyken, Neo-Kemalist olarak yaftalanan kesimler meşru demokratik kanalları kullanarak AKP yönetimini değiştirmeye çalıştı. Eşit ve adil olmayan kampanya süreçlerine karşın seçim sandığından medet umdu. Ya da acaba Mustafa Kemal’e saygı duyan herkesi neo-Kemalist olarak mı görüyorlar? Eğer öyleyse bu muhafazakar isimlere kötü bir haberim var. Toplumun önemli bir bölümü Mustafa Kemal ile barışık ve onun Türkiye tarihine olan katkısını önemsiyorlar.
Kemalist veya Neo-Kemalistlerin tek parti dönemi özleminde olduğu iddiası tarihi gerçeklerle uyuşmuyor. Bilindiği üzere Kemalizm, yıkılan bir imparatorluk üzerine bir ulus-devlet kurma ve tepeden inme bir şekilde toplumu dönüştürerek hızlı siyasi ve ekonomik kalkınma sağlamanın siyasi reçetesiydi. Toplumun sadece yüzde 20’sinin köy dışında yaşadığı, eğitim ve okuma yazma oranlarının çok düşük olduğu, kadın-erkek arasında büyük hukuki, toplumsal, iktisadi uçurumun bulunduğu ve geleneksel değerlerin baskın olduğu bir ülkede ortaya çıkmıştı.
Çıktığı tarihsel dönem ve reform yaptığı alanlara baktığımızda, Kemalizmin diğer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında kötü olmayan bir performans gösterdiğini söyleyebiliriz. Türkiye’nin günümüzde topraklarını rahatlıkla koruyabilen, eğitim, finans ve sağlık alanlarında güçlü kamu kurumları inşa etmiş, belli oranda sanayileşmiş, şehirli nüfusu artık yüzde 80’i geçen ve güçlü bir orta sınıfa sahip bir ülke haline gelebilmesinin bu sayede olduğunu inkâr edemeyiz.
KEMALİSTLERİN KEMALİZMİN OTORİTERLİĞİNE İHTİYACI KALMADI
Cumhuriyet kazanımlarının birçoğu AKP’nin kötü yönetimi nedeniyle tehlikeye girmekle birlikte temel yapının hâlâ ayakta kaldığını görüyoruz. Dolayısıyla günümüz Türkiye’sinde hızlı siyasi dönüşüm ve kalkınma sağlamak için yadsınamaz otoriter tarafları olan Kemalizmin sunduğu böylesi bir siyasi reçeteye artık ihtiyacımız yok. Nitekim, o dönemin Kemalist programının şehirli, eğitim düzeyi yüksek ve kitle iletişim araçlarını yaygın kullanan bir ülkede uygulanma şansı da yok.
Bu tartışmada gözden kaçan bir diğer nokta ise, Jakoben boyutları öne çıkan bir Kemalizm anlayışının elli yılı aşkın bir süre önce çok partili hayata geçildikten sonra CHP tarafından da zaten büyük oranda terk edilmiş olduğudur. 1950 sonrasında artık sırtını devlet bürokrasisine dayamayan ve seçim kazanmak için halkın desteğine ihtiyaç duyan CHP kadroları partinin tabanını genişletme hedefiyle daha ılımlı, demokratik bir çizgiye bu tarihlerde evrilmeye başlamışlardır ve bu süreçte partinin jakoben programı da değişmiştir.
Öte yandan, çok partili hayata geçildiği tarihten bu yana Demokrat Parti gibi Mustafa Kemal'i açıktan eleştirmeyen ama tek parti döneminin kültür politikalarına karşı çıkan partiler iktidara geldi. Sağ partiler karşısında halktan oy alabilmek için kitlelere açılan Kemalizm, özellikle 1960'lı yıllarda, sağ ve sol varyantlara bölündü. Sağ Kemalistler, Kemalizmin milliyetçi öğelerine vurgu yapıp devlet eliyle burjuva yaratma hedefine odaklanırken, sol Kemalistler tek parti döneminde başarılamamış iktisadi dönüşümü emekçi kesimlerin lehine olacak şekilde gündeme getirdiler. Her iki grup içinden otoriter müdahaleleri destekleyen kesimler çıktığı gibi, Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açan uygulamalara imza atanlar da oldu.
Kemalizm artık geçmişi neredeyse 100 seneye yayılan ve çok farklı ideolojik akımlarla birleşerek Türkiye siyasal hayatını zenginleştiren bir akım. Dolayısıyla, bugün Mustafa Kemal’e yönelik yapılan her olumlu vurguyu tek parti dönemine dönüş arzusu olarak yorumlamanın iyi niyetle açıklanacak bir tarafı yok. Öte yandan, bazı muhafazakârların Cumhuriyet kazanımlarını sahiplenen bütün kesimleri ulusalcı olarak kodlaması da siyasi saîklerle yapılan ucuz bir manipülasyondan öteye gidemediği son derece aşikâr.
PEKİ ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE NE OLACAK?
Post-Kemalist paradigma güçlenmesine yardımcı olduğu AKP rejiminin hızla otoriterleşmesiyle birlikte büyük prestij kaybetti. Türkiye'deki siyasi sorunların kaynağının Kemalizm olduğu ve dolayısıyla Kemalizmin aşılmasıyla birlikte adeta kendiliğinden demokratikleşmenin yaşanacağına dair beklenti, geçtiğimiz 10 sene içinde Türkiye’de çok partili dönemde eşi görülmemiş derecede baskıcı ve kişi kültüne dayalı bir otoriter rejimin kurulmasıyla birlikte yıkılmış oldu.
Ne yazık ki, post-Kemalist aydınların siyasi gelişmelerin çürüttüğü tezlerini yeniden değerlendirdiklerine tanık olmadık. Bu nedenle, akademik ve düşünce hayatımızda post-Kemalizmle hesaplaşan yeni fikirlerin, önerilerin, politikaların önümüzdeki dönemde ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Bu görüşleri ifade edeceklerin arasında Kemalizmi çağın koşulları ışığında yeniden yorumlayan grupların olması kimseyi korkutmamalı.
Otoriter bir rejim altında muhalif kesimlerin öncelikli hedefi demokratik bir rejimi yeniden inşa etmek için ortak ilkeler etrafında birleşmektir. Erdoğan sonrası demokratikleşen Türkiye’nin düşünce hayatı II. Abdülhamit’in otoriter istibdat rejimine karşı gerçekleşen 1908 devrimi veya 1946’da çok partili hayata geçiş sonrasında olduğu gibi hızla canlanacaktır. Bu yeni Türkiye'de demokratik sistemin güvencesi altında şiddete bulaşmayan her türlü siyasi ve düşünce hareketine alan açılacaktır.
AKP iktidarının baskıcı politikaları karşısında direnen Kemalistler, sosyalistler, sosyal demokratlar, liberaller ve milliyetçiler yeni dönemde daha güçlenecekler ve kendi siyasi programlarını gündeme getirecekler. Bu grupların demokratik sistem içinde birbirleriyle rekabet etmesinin, ittifaklara girmesinin, birbirleriyle etkileşim halinde dönüşmelerinin siyaset, kültür ve düşünce hayatımız açısından çok sağlıklı olduğuna inanıyorum.
Ne yazık ki, bu gruplar arasına muhafazakâr/İslami grupları henüz ekleyemedim. Zira AKP rejiminin partizan kaynak dağıtımından yararlanan birçok muhafazakâr grup ve dini hareket son 15 senede hızla büyüdüler ve iktidarın güdümüne girerek bağımsızlıklarını kaybettiler. Bu nedenden ötürü iktidarın çoğu otoriter uygulamasına destek verdiler. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde en acil sorunlarımızdan biri Neo-Kemalizmin çıkışı değil, bu muhafazakâr grupların demokratikleşme zorlukları olacak.
Muhafazakâr camiada son birkaç senedir Erdoğan'ın kurduğu baskıcı rejimden kendini ayrıştırmaya çalışan bazı siyasi partilerin, düşünce kuruluşlarının, yayın organlarının olduğunu gözlemliyorum. Tabii ki, bu gelişmeyi olumlu buluyorum. Fakat bu gruplar genellikle AKP rejimine yönelik eleştirilerini kendilerinin ayrıldığı tarih itibariyle başlatıyorlar. Kendi belirledikleri bu tarih öncesinde AKP döneminde gerçekleşen hukuksuzlukları, hak ihlallerini ve baskı politikalarını 2002 öncesinde yaşanan eski rejimle rövanşist bir karşılaştırma üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyorlar. AKP iktidara gelmeden önce bazı vesayetçi uygulamaların olması ne AKP’nin otoriterliğini meşrulaştırır ne de AKP iktidarına senelerce destek vermiş bu isimlerin bu otoriter sistemin inşasındaki paylarını unutturur.
Bugün “endişeli muhafazakarları” gündeme getiren isimler, iktidar bloğunun parçası oldukları 2007-2014 yılları arasında seküler ve Kemalist kesimler hakkında indirgemeci ve suçlayıcı yazılar kaleme almaktan çekinmemişlerdi. Şimdi içine düştükleri ikircikli durum karşısında gelen eleştirileri anakronik olmakla suçlamaları ise kendilerini sorgulamaktan ne kadar uzak olduklarının bir göstergesidir. Kimisi şahsi sebeplerle bugün muhalefet saflarına düşmüş muhafazakarların sanki son 10 senede hızlı bir otoriterleşme yaşanmamış ve kendileri de bu süreci belli oranda desteklememişler gibi uzun süre bu iktidarın baskısına maruz kalan kesimlere akıl vermeye hakları olmadığı görüşündeyim. Bir fikrin karşısına daha ilgi çekici bir fikirle karşı çıkmak yerine insanları korkutarak tutunmaya çalışanlardan bu ülke önceki yıllarda çok çekti.
Sanırım bu muhafazakâr kesimlerin önümüzdeki dönemde önemli bir "karar" vermesi gerekecek. Kendilerinden farklı düşünen ve farklı yaşam tarzına sahip olan kişilere saygı gösterecekler mi? Yoksa AKP Türkiye'sini Erdoğan olmadan yeniden inşa etmek veya yönetmek mi istiyorlar? Kemalistler sivilleşerek ve demokratikleşerek kazandılar. Demokratikleşme sırası artık AKP’nin otoriter rejimine senelerce destek verenlere geldi.