Millet İttifakı, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi Meclis’ten geçirse de (ki mümkün değilmiş gibi duruyor) referanduma sunup kabul ettirse de Türkiye anti-demokratik aktörlerin ana akım siyasette varlığını sürdürdüğü bir ülke olacak. Yani demokrasisi kırılgan olmayı sürdürecek.Seçimin ardından olası bir yenilgiyle Cumhur İttifakı’nda hızlı bir çözülme olacağı beklentisinin ne kadar gerçekçi olduğu da tartışılır. Evet, ‘yenilmez’ gözüken Erdoğan’ın yenilebilir olduğu ortaya çıkacaktır ama bu 2019’da zaten ilan edilmişti. Yerel seçimlerden bu yana temsil gücü radikal bir düşüş yaşamadıysa, yine yaşamayabilir. Parti elitlerinin içerisinde kopmalar olsa bile bunun tabana nasıl yansıyacağını bugünden öngörmek zor. Ancak değişmeyen bir Cumhur İttifakı’na rağmen Türkiye demokratikleşecekse, Cumhur İttifakı her seçimde mutlak kaybeden olmaya da devam etmek zorundadır. Rekabet otokratlarla demokratlar arasında olmaya devam ederse, demokrasi ölmeyi bekleyerek doğar. Zira demokrasi her seçimde korunması gereken bir rejim değil, varlığı seçim sonuçları ne olursa olsun garanti altında duran bir yönetim sistemi olmalıdır. PARTİLERİN DEMOKRATİKLEŞMESİ KİLİT ROL OYNAR AKP’de değişim zor ama MHP için ayrı bir hikâye var. Devlet Bahçeli’nin partiye hakimiyeti 2015’ten beri sallantıda. Sinan Oğan, Koray Aydın, Ümit Özdağ ve Meral Akşener’in açtığı bayrağa karşı Bahçeli kendi gücüyle değil devlet eliyle bir zafer kazandı. İYİ Parti’nin kuruluşuyla beraber de seçmeninin önemli bir kısmını kaybetti. Zira Bahçeli her ne kadar Erdoğan’ın yanına geçmiş olsa da MHP’lilerin bir blok olarak bu birlikteliği özümsediğini söylemek zor. MHP 2015’ten beri kaybettiği seçmenini eski AKP’li seçmenlerle telafi edebiliyor. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığında ve olası bir sistem değişikliğinin ardından partiler demokratikleşmeye başlarsa, MHP’de değişim ihtimali AKP’den yüksektir. Hele ki ne Millet İttifakı’na ne de Cumhur İttifakı’na katılarak, bağımsız siyasetini sürdüren Sinan Oğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde beklenenden güçlü bir destek bulması, bu değişimin seyrini hızlandıracaktır. Oğan’ın Armağan Çağlayan’a verdiği söyleşide “Ben başladığım işi bitiririm, MHP liderliği de başladığım ama henüz bitiremediğim bir iştir” demesi tesadüf değildir. Fakat Oğan’ın MHP’de siyasete devam edebilmesi için aynı zamanda Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi şart. Zira Oğan, ihraç edildiği partisinin üyelerine bakarak MHP’nin yanlış yola sürüklendiği için kaybettiğini gösterebilmesi gerekir. Millet İttifakı, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi Meclis’ten geçirse de (ki mümkün değilmiş gibi duruyor) referanduma sunup kabul ettirse de Türkiye anti-demokratik aktörlerin ana akım siyasette varlığını sürdürdüğü bir ülke olacak. Yani demokrasisi kırılgan olmayı sürdürecek. Bunun önüne geçmek için AKP ve MHP elitinde bir jenerasyon değişimi yaşanması gerektiği açık. Bunun yolu da parti içi demokrasinin işlemesi ve demokrat aktörlerin bu partilerde söz alabilmelerinden geçiyor. Bu partiler değişmedikçe, demokrasi yolundan savrulma ihtimali ortadan kalkmayacaktır. Bir şey değişince her şeyin değişmesi güzel bir slogan. Ama her slogan biraz eksiktir.
Sinan Oğan’ın başarılı olması için Türkiye’nin demokratları dua etmeli
Mutlak kazananların ve mutlak kaybedenlerin olduğu yerde demokrasi yeşermez. Kavga bitecekse, demokratikleşmeyi bütün siyasi yapılar benimseyince bitecek.
Demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesi için sadece doğru kurum ve kuralların ya da özgür bir tartışma ortamının olması yeterli değil; aynı zamanda demokratikleşmeyi başlatacak ve sürdürecek demokrat aktörlere ihtiyaç var. ABD gibi dünyanın en köklü demokrasileri bile Donald Trump gibi demokrasiyi umursamayan aktörler tarafından sarsılabilirken, demokratikleşme yoluna giren Türkiye gibi ülkelerde bu aktörler yolu tıkayabilecek güce sahip olabiliyorlar. Bu yüzden bugünün otokratik rejimini inşa etmekte beis görmeyen aktörlerin yerini uzun vadede demokrat aktörlere bırakması hayati öneme sahip. Dolayısıyla MHP ya da AKP’de değişim olması için öne çıkan Sinan Oğan gibi aktörlerin başarılı olmaları için dua etmeliyiz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin inşası ve hükümetin eylemlerinin denetlenemez olmasının yolunu açan bir kişi varsa o Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki kişi varsa Cumhurbaşkanıyla beraber MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir. Her iki liderin de Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde atılacak adımların ortağı olmayacağı kesin. Tersine, her ne kadar Cumhurbaşkanlığı’nı kaybetseler de Türkiye nüfusunun yarısına yakınını Meclis’te temsil eden siyasi aktörler olmaya devam edecek ve Millet İttifakı’nın ülkeyi demokratikleşme adımlarına karşı direnmeye çalışacaklardır.
Bu sebeple Erdoğan ve Bahçeli’nin, yani günümüz AKP ve MHP’sinin varlıkları bugün olduğu gibi sürdükçe Türkiye’de siyaset mutlak kazanan ve mutlak kaybedenlerden ibaret bir rejim olmayı da sürdürecektir. Yani ortak müşterek arayanlar Altılı Masa etrafındaki ve civarındaki partilerin ötesine geçmeyecektir. Bu Millet İttifakı’nın inşa etmeye çalışacağı demokrasiyi kırılgan kılacaktır.
DEMOKRATİKLEŞME SÜREÇLERİNDE ELİTLERİN YERİ
Zira dünya tarihi boyunca demokrasinin sağlam temeller inşa ettiği ülkelere bakarsak, demokratikleşmenin siyasi elitlere rağmen değil siyasi elitlerle beraber işleyen bir süreç olduğunu görürüz.
Martin Wolf, Demokratik Kapitalizm’in Krizi kitabında Avrupa’da neden kimi ülkelerin toplumdan gelen demokratikleşme taleplerini gerçekleştirebilirken kimilerinin diktatörlüğe savrulduğunu inceler. En önemli etmenlerden biri, demokrasi öncesinde gücü elinde bulunduran ve temsil gücü düşük olan siyasi kurumların demokrasiyi benimsemeleridir.
Örneğin İngiltere’de Muhafazakâr Parti, dar bir ekonomik üst tabakayı temsil etmesine rağmen oy haklarının genişletilmesini desteklemiştir. Benzer süreçlerden geçen Almanya’da ise muhafazakâr siyaset demokratikleşmeyi değil otokrasinin demir yumruğunu güçlendirmeyi tercih etmiştir.
Tam da bu sebeple Larry Diamond otoriter rejimlerin demokratikleşme süreçlerini incelerken, demokratikleşmenin önünde durmak isteyen elitlerin oluşturduğu tehdide dikkat çeker. Dar temsille bile köstek olmak mümkünken, geniş seçmen tabanları tehdidin boyutunu artırır. Her ne kadar Altılı Masa ve destekçileri demokrasi ortak zemininde buluşmayı başarmış olsa da bu müştereğe yakın durmamayı değer bilen Cumhur İttifakı’nın yüksek bir temsile sahip olması, işleri zora sokacaktır. Demokratikleşmek istemeyen aktörlerin varlığını sürdürdüğü bir rejimin demokratikleşmesi kolay iş değildir.
Dolayısıyla sağlıklı bir demokratikleşme süreci için AKP ve MHP’nin tabanını temsil edebilecek alternatif demokrat aktörlerin ortaya çıkması kritik öneme sahip. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun AKP’den ayrılarak kendi partilerini kurmaları sırf bu yüzden bile önemliydi. Fakat gelinen noktada bu partilerin henüz AKP tabanına konuşabildiklerini göremiyoruz. Geçmişte Türkiye’ye başbakanlık yapmış bir liderin Meclis’e milletvekili sokabilmek için on yıllarca rekabet ettiği CHP’nin listelerine muhtaç olması yeterli bir kanıt.