Büyük teolog ve haham Hillel’in Pirkei Avot’ta geçen çok önemli bir ifadesi var: “Eğer ben kendimden yana değilsem kim benden yana ve kendi nefsimden yana olmakla ben neyim? Eğer şimdi değilse, ne zaman?”
Depremin üzerinden tam 12 gün geçti. Elbette sayılardan değil, insan hayatlarından bahsediyoruz ama kaybımız 36 binin üzerinde. Binlerce yaralı… Bazı köyler haritadan silinmiş, şehirlerin de onlardan aşağı kalır yanı yok. Nereye dönsen harabe haline gelmiş, koskoca bir enkaz kaldırılmayı bekliyor. AKP son 20 senede yaptığı gibi, yine bu krizi de yönetemedi. Sonuç ortada. Şimdi olması gereken tüm bu kayba ve yıkıma rağmen, yeniden umudu yeşertmektir. Bu sebeple, muhalefete odaklanmanın yerinde olacağını düşünüyorum ve bu hafta İYİ Parti’nin deprem sürecindeki tavrını konuşmak istiyorum.
Fakat bundan evvel bir şeyi belirtmem lazım, genel olarak CHP’nin, özelde de Kemal Kılıçdaroğlu’nun depremin ardından yaptığı açıklamaları ve attığı adımları çok başarılı buluyorum. İYİ Parti’ye dair getireceğim eleştirilerin temelinde de biraz bu beklenti yatıyor. Çünkü bu millete yeni bir alternatif oluşturabilmek için CHP kadar, İYİ Parti’nin de daha kuvvetli bir muhalif ses çıkarmasına ihtiyacımız var.
AKŞENER’İN TARZI
Depremin olduğu günün sabahı İYİ Partili 16 milletvekili ve genel başkan yardımcıları Meral Akşener’in görevlendirmesiyle bölgeye gitti. Depremle ilgili ilk yazımda da ilk gün hükümet kayıplardayken, muhaliflerin arama kurtarma çalışmalarına katıldıklarından bahsetmiştim. Hem CHP üyeleri, hem de İYİ Partililer. Onlar bölgeye giderken, Akşener geri planda kalmayı tercih etti.
Açıkçası bu tutum ilk günlerde kafaları biraz karıştırdı. Pek alışık olmadığımız bir tarz, belki ondan. Hatta Akşener’in ilk gün yaptığı “Bugün devletimizin sesini duyma günümüz, bugün hepimizin susma günü” açıklamasını eleştirenler de oldu. Kimisi onun MHP geçmişine atıfta bulunarak, “gerçek yüzünü gösterdiğini” ileri sürdü. Deyim yerindeyse “devlete sırtını dayadığını”, “hükümete destek verdiğini” söyledi. Bazı siyaset bilimciler de bu sessizliğin sürmesinin İYİ Parti açısından iyi olmayacağı görüşündeydi.
Ben asla Akşener’in hükümetle birlikte saf tutacağını düşünmedim ama uzun süren bir sessizliğin de onun karnesi açısından olumsuz olacağını düşünüyordum. Ancak 72 saat sonra daha farklı bir tutum ortaya koyarak, bölgeye gitti ve burada halkla yüz yüze görüşerek, tek tek insanlarla ilgilendi. On günün sonunda bütün bunlar değerlendirildiğinde, İYİ Parti’nin başka tür bir siyaset yapmak istediğini görmek güç değil.
72 saatlik suskunluğuna verilen tepki, biraz da bizim de uğradığımız zihinsel değişiklikle ilgili. Çünkü AKP’nin kurduğu bu parti devleti rejimi neticesinde halkta ve hatta siyaset bilimcilerde dahi devlet-hükümet ayrımı hem günlük yaşamın somut gerçekliğinde hem de zihinlerde kayboldu. Bu yüzden Akşener “devletin sesi” deyince, herkes bir anda tetiklendi, “hükümetle beraber”, “zaten hepsi sağcı” gibi sesler yükseldi.
Oysa birilerinin ısrarla bu ikisinin ayrı olduğunu savunması gerek. İYİ Parti’nin devlet-hükümet diyerek ayırmaya çalışması bu düşüncenin ürünü gibi gözüküyor. AKP’nin artık geçmiş yüzyıllarda kalmış “Devlet benim” anlayışını bir kenara bırakıp, sadece ülkeyi yönetemeyen bir hükümet olduğunu, devletin ise bütün bunlardan aşkın bir güç olduğunu görmesi gerekiyor. Türk devletinin sahibi bu millettir, herhangi bir hükümet değil. Akşener’in bu süreçteki açıklamalarında altını çizerek vurguladığı noktanın tam da bu olduğunu düşünüyorum.
Her muhalefet partisi devletin yanında olmalıdır; bu dünyanın medeni ülkelerinde de böyledir. Ama hükümetin yanında olması beklenemez. Bu ayrımı yeniden kafalarımızda oluşturmamız gerekiyor.
Bu devlet hükümet ayrımının ortadan kaldırılmasının sonuçlarını, deprem sonrası yaşadığımız kaosta da gördük. Nitekim Akşener de bunu vurguladı. Bir süredir AKP, yüzyıllara dayanan devlet aklının dönemsel koşullarla oluşturduğu ve olgunlaştırdığı kurumları, hiçbir plan program veya ön çalışma yapmadan birbiri ardına ortadan kaldırıyor. Yerine kurduğu kurumlar ise yetersiz ve liyakatsiz. Bunu Akşener “devletin hafızasının silinmesi” olarak nitelendirdi. Bu yaşanan hafıza kaybı, deprem felaketinde de bilançonun bu kadar ağır olmasına sebep oldu. Bunu AFAD üzerinden açıkladı; yöneticilerinin arama kurtarma konusunda yeterli bilgi birikimi olmadığını ve kadrolarının yeterli sayıda olmadığını belirtti.
Son 10 gündür Akşener’in ve partisinin tavrına bakıldığında, ben biraz ağır eleştirildiklerini düşünüyorum. “Devlete yanlamak” gibi bir suçlama tam da bu bahsettiğim devlet-hükümet ayrımını bizim de kabul etmemizle alakalı. Her muhalefet partisi devletin yanında olmalıdır; bu dünyanın medeni ülkelerinde de böyledir. Ama hükümetin yanında olması beklenemez. Bu ayrımı yeniden kafalarımızda oluşturmamız gerekiyor.
POLEMİK DEĞİL, İŞ
Bununla beraber, bence İYİ Parti bu süreçte, hem bu ayrımı yapmaya çalışırken, bir yandan da vakit kaybettirecek polemiklere girmekten uzak durdu. Çünkü mevzu bahis insan hayatıydı. Bunu Akşener dışında diğer parti yetkililerinin açıklamalarından da anlamak mümkün. Hükümetle inatlaşmak insanların ölmesine sebep olacaksa, bunun siyaseten bir getirisi olsa ne olacak? Bu yüzden tartışmak yerine insan kurtarmaya odaklanmışlar gibi gözüküyor.
Örneğin ilk günün sabahı saat 9’da ısıtma eksikliği konusunda Erdoğan’ı aradığını belirten Akşener’in “bir canın kurtulması için her kapıyı çalar, gerekirse o kapıyı bir yumrukta kırarım” demesi de bunu gösteriyor. Tüm bu organizasyonsuzluğun Erdoğan’ın tek adam rejiminden kaynaklandığını belirtmesine rağmen, Erdoğan’la bile telefonda görüşüp insanlara yardım getirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Tüm konuşmalardan ve yapılanlardan, “hükümetin her türlü kutuplaştırma çabasına rağmen, biz iş yaparız” mantığıyla hareket ettikleri açık. Bu da etik bir politik duruş olarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum.
15 MADDE 15 UYARI
İYİ Parti yaptığı Afet Değerlendirme Toplantısı neticesinde 15 maddeden oluşan ve deprem bölgesinde alınması gereken önlemlere ilişkin bir de uyarı listesi yayınladı. Bu liste son derece detaylı şekilde hazırlanmış. Başta Hatay olmak üzere depremin vurduğu kentlerde toprak ve mülk satışının yasaklanması konusundan, enkazların zimmetlenmesine, hijyen ve tuvalet sorunundan, yağmanın engellenmesi ve asayişin sağlanmasına, kadın ve çocukların bölgeden ivedilikle tahliyesinden, kefen ihtiyacına kadar her noktayı düşünüp maddelendirmişler.
Bu süreçte üniversitelerin eğitimi de hâlâ yakıcı bir sorun olarak duruyor. İYİ Partililer de üniversitelerde örgün eğitimin devam etmesi gerektiğini defalarca vurguladılar. Bunu tüm muhalefet partileri ve ülkedeki STK’lar da destekliyor. Bunun dışında, ilk, orta öğretim ve lise düzeyindeki öğrencilere de tablet dağıtılmasını talep ettiler.
Benim bilhassa dikkatimi çeken bir noktayı yazmak istiyorum. O da aile mahremiyeti meselesi. Bunu sadece Akşener dile getirdi. Siyasette kadın liderlerin önemi işte tam da bu zamanlarda ortaya çıkıyor. Hükümetin ısrarla üniversite öğrencilerini sokağa atıp, yerine depremzedeleri yerleştirmeye çalışmasına İYİ Parti de diğer muhalif partiler gibi karşı çıktı. Bunun yerine depremden etkilenen vatandaşların kullanılmayan evlerde ve otellerde konaklamalarını önerdi. Akşener bölgede konuştuğu depremzedelerin yurtlarda kalmayı istemediklerini ve bunun zaten uzun süre sürdürülemeyeceğini belirttiklerini iletti. Bu noktada, Akşener’in özellikle vurguladığı, bir ailenin tek bir odada yaşamasının aile mahremiyetine ve aile birliğine uygun olmadığıdır.
Hükümetin ısrarla üniversite öğrencilerini sokağa atıp, yerine depremzedeleri yerleştirmeye çalışmasına İYİ Parti de diğer muhalif partiler gibi karşı çıktı. Bunun yerine depremden etkilenen vatandaşların kullanılmayan evlerde ve otellerde konaklamalarını önerdi.
Çünkü bu insanlar zaten bir travma yaşadılar; onların hayatlarını olabildiğince çabuk normalleştirmemiz gerekirken, bu şekilde insanları balık istifi gibi tek bir odaya doldurarak ne mahremiyetlerine ne de yas süreçlerine katkı sunmuş oluyoruz. Bu önemli bir vurguydu ama hükümet kendinden başka kimseyi dinlemediği için uygulanabilir mi yaşayıp göreceğiz.
STK ANLAYIŞI
İYİ Parti’nin deprem politikasında bir diğer bilinçli tercihinin polemik çıkarmayıp iş yapmak olduğunu gözlemlediğimi söylemiştim. Bunun böyle olduğunu Akşener zaten bölgede yaptığı açıklamada belirtmişti. Ayrıca parti sözcüsü Prof. Dr. Kürşad Zorlu da çarşamba günü yaptığı konuşmada İYİ Parti’nin bir STK anlayışıyla hareket ettiğini vurguladı.
Zaten bu süreçte yaptığı daha önceki konuşmalarda da genellikle, ihtiyaç duyulan malzemeleri, eksiklikleri iletmeye odaklanmıştı. Çarşamba günkü konuşma ise bu süreçteki genel bakış açılarını yansıtması açısından son derece önemliydi. Böylece parti tarafından ne yapıldığını derli toplu şekilde özetlemiş oldu.
Bu bağlamda yapılan birkaç önemli adımı paylaşmak istiyorum. İYİ Parti deprem olur olmaz, hızlıca örgütlenip, bir Afet Koordinasyon Merkezi oluşturmuş ve bir yandan yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşması konusunda çalışırken, diğer yandan da 524 kişilik bir arama kurtarma ekibi kurarak 129 kişiyi sağ olarak enkazdan çıkarmayı başarmış. Ayrıca halihazırda bir sağlık destek hattı mevcut. Antakya, Maraş ve İskenderun’da da üç sahra hastanesi kurmuşlar. Bu, mutlaka insanî anlamda çok değerli ama bir yandan da partinin halkla bütünleşmesi açısından ekranlara çıkıp siyasi nutuk atmaktan da daha faydalı, şüphesiz. AKP sözcüsü Ömer Çelik “Millet İttifakı nerede?” diye soruyordu ya, arama kurtarma çalışmalarına katılsaydı, görebilirdi demek ki.
GÜN BUGÜNDÜR
Bu son 10 günde muhalefet partileri çok iyi iş çıkardılar. Vatandaşın terk edilmişlik hissiyle dile getirdiği “Devlet nerede?” sorusuna cevap muhalefetten geldi. Tabii yine de sormamız gereken bazı sorular var. Parti sözcüsü, Zorlu, İYİ Parti deprem politikasını anlatırken, “STK gibi çalışıyoruz” ifadesini kullandı. Çok iyi yapıyorsunuz, STK gibi çalışmanızı takdir ediyoruz, ama “Bundan sonrasında nasıl gidecek?” bunu merak ediyorum. Mutlaka İYİ Parti bölgedeki teşkilatlarıyla millete destek olacaktır. Ama sade vatandaşlar olarak hükümetin bu süreçte yapmadıklarına karşı daha gür bir ses duymak istiyoruz. Elbette hukuktan yanayız, “yakın yıkın, ortalığı savaş alanına çevirin” demiyoruz. Akşener bölgeye rozetini çıkararak gitti ama bundan sonraki süreçte rozetini taksın ve hükümetten hesap sorsun istiyoruz. Daha somut, daha yüksek perdeden bir muhalefet sesi duymak istiyoruz. Çünkü gerçekten gün artık bugündür.
Büyük teolog ve haham Hillel’in Pirkei Avot’ta geçen çok önemli bir ifadesi var: “Eğer ben kendimden yana değilsem kim benden yana ve kendi nefsimden yana olmakla ben neyim? Eğer şimdi değilse, ne zaman?”
Millet, hükümetin ve AKP’nin parti devletinin hiçbir zaman orada olmadığını gördü ve kimin kendi nefsinden yana hareket ettiğini anladı. Bir millet artık kendisi için uyandı. Bundan sonraki süreçte bunun sönümlenmemesi için çabalamak lazım. “Muhalefet milletin avukatıdır” diyen Akşener, halkın muhaliflerin de onları terk ettiğini düşünmesine müsaade etmemeli.
Seçimlerle yeni bir başlangıcın mümkün olduğunu, yeniden bir umudun yeşereceğini göstermelisiniz. Mesela deprem sonrası süreçte yeni siyasal ortamda, organizasyonsuzluk dışında, hükümete ilk iki gün nerede olduklarını sormayacak mısınız? Zaten bunca insan öldü, geri döndüremeyiz ama bundan sonrası için devletin sahibinin tek bir kişi olmadığını, bu millet olmadan kimsenin orada oturamayacağını anlatmalısınız. Milletçe kaybedecek bir şeyimiz kalmadı. Eğer şimdi değilse, ne zaman?