Zemmour gibi, “daha da aşırı sağ” ve sert söyleme sahip bir cumhurbaşkanı adayının varlığı, Le Pen’i daha merkezde ve “ılımlı” bir lidermiş gibi gösterdi. Aslında, benzer bir durum Macaristan seçimlerinde de yaşandı.Fransa’nın denge ve denetlemek mekanizmaları, Türkiye’nin (olmayan) mekanizmalarından o denli farklı ki; Macron’un desteğinin daha yüksek olmasını engelleyen faktörlerden biri, “Cumhurbaşkanlığı imkanlarını kendi adaylığı için kullandı” dedirtmemek için kampanyasını çok kısa ve düşük profilli tutmasıydı denebilir. Le Pen’in başarısının Türkiye’deki seçim süreci için öğretici olabilecek başlıca tarafı ise, kampanya süreçlerine ilişkin unsurlar. Aşırı sağ liderin kampanyasının şu yönleri, özellikle son haftalarda oylarının beklenmedik biçimde tırmanmasına neden oldu: -Le Pen, şu an sadece Fransa’nın değil, tüm Avrupa’nın (Ukrayna’yı da aşmaya başlayan biçimde) başlıca gündem maddesi olmaya başlayan “hayat pahalılığının zorlukları” ve “geçim şartlarını düzeltmeye” odaklı bir kampanya yürüttü. Buna karşılık, Macron’un günlük hayatın sorunlarından çok, “teorik” ve kavramsal kalan söylemleri, insanların hayatına dokunamadı. -Kendine inandırdı: Ipsos kamuoyu araştırma şirketinin, seçimlerden bir hafta önceki verilerine göre, Fransa genelinde, Macron’dan çok Le Pen’in geçim koşullarını daha iyileştireceği algısı hâkimdi. Benzer biçimde, halkın çoğunluğu “yaşamlarının Macron’dan çok Le Pen’in seçildiği takdirde daha iyiye gideceğine” inanıyordu. -Le Pen, daha önceleri “kutuplaşma” üzerine bir kampanya kurgulurken, bu kez “birleştirici” ve “ortaklaştırıcı” bir söylem benimsedi. Örneğin, daha önceleri “İslamofobik” tutumlar ortaya koyarken, bu sefer “türbanlı seçmeniyle” selfie bile yaptı. -Macaristan’da “6’lı İttifak”ın kampanyalarında, “kutuplaşmaya” karşı “ortaklaştıran” bir tutum benimsemektense, odaklarını “zıtlaşmaya” çevirdiğini ve bunun oy kaybetmelerine yol açtığına dikkat çekmiştik. Le Pen’e de, “ortaklaştırıcı”, “tüm Fransa’nın lideri imajı puan kazandırdı.
Şimdi de Fransa
“Nasılsa, 2. turda ılımlı aday kazanır” diyemeyeceğimiz bir noktadayız. Bu sefer seçmenler aşırı sağ Le Pen’i değil, Macron’u durdurmak için motive oldular: ikinci turdaki motivasyon Macron’un seçilmemesini sağlamak…
Son haftalarda, yıllarca yaşadığım Macaristan’dan çok; yine yıllarca yolumun çok düştüğü başka bir ülkenin, Fransa’nın seçim sonuçlarının nasıl olacağı ile ilgileniyordum.
3 Nisan Macaristan’da seçimlerin sonucunda iktidarın değişip değişmeyeceği, öncelikle Türkiye’de benzer bir “6’lı İttifak” senaryosu bakımından ilginçti elbette. Ancak, 10 Nisan’da Fransa’nın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda olup bitenler ve aşırı sağ lider Marine Le Pen’in seçilip seçilmeyeceği konusu, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı ilgilendiren nitelikte.
Hiç lafı uzatmayalım ve derin analizlere girmeyelim; eğer 24 Nisan’da Fransa Cumhurbaşkanlığı’nı Marine Le Pen kazanırsa, bildiğimiz manadaki Avrupa ve Avrupa Birliği biter.
“Nasılsa, Fransa’nın sistemine göre, 2. turda ılımlı aday, yani aşırı sağ olmayan aday kazanır” diyemeyeceğimiz bir noktadayız. Tam da bu sistem artık “tutmadığı” için, Le Pen ve aşırı sağın, ilk turda şimdiye kadar ulaştıkları en yüksek oy oranını yakaladıklarını gördük zaten. Odoxa Araştırma’nın verilerine göre, bu sefer seçmenler aşırı sağ Le Pen’i değil, Macron’u durdurmak için motive oldular: ikinci turdaki oy motivasyonu Macron’un seçilmemesini sağlamak olanlar daha fazla.
İlk turda, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oyların %27,6'sını, aşırı sağcı rakibi Marine Le Pen ise %23,4'ünü aldı. “Solun daha solu” Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi'nin” adayı Jean-Luc Mélenchon oyların yaklaşık %21,9'unu alarak üçüncü sırada yer aldı. Diğer adayların oy oranları ise %8'in altında kaldı.
Eğer ki, 65 yaş üstünün seçimlere katılım oranı daha düşük olsaydı; Macron, 2. Tura kalamayacak ve Cumhurbaşkanlığı yarışı Le Pen ve Mélenchon arasında geçecekti.
“Gelecek seçimlerinde iktidar değişikliği yaşanabilir mi” sorusu gündemi meşgul ettiği için önce, “Le Pen’in ilk tur başarısının”, Türkiye iç siyaseti için ne ifade ettiği üzerine bir kafa yoralım.
LE PEN’İN TÜRKİYE İÇİN ANLAMI
“Karşılaştırmalı siyaset bilimi”, üzerine branşlaştığım akademik alan; karşılaştırmalı düşünmek ve çalışmak son derece ufuk açıcı olsa da, her zaman, herkonuyu karşılaştırmak da mümkün değil. Türkiye ve Fransa’nın demografik yapısı, seçim düzenlemeleri ve sistemi arasında çok fark var. Sadece kampanya sürecinde, cumhurbaşkanı adaylarına medyanın ayırdığı zamanın bile, saniyesi saniyesine Fransa’nın “Yüksek Seçim Kurulu/YSK”sı sayılabilecek bir kurum tarafından takip edildiğini unutmayalım. Bunun da sebebi, tabii ki tüm adaylara, oy yüzdeleri kaç olursa olsun eşit seviyede yer vermek.
-Le Pen köşeli ve sert bir profil çizmektense, sevgili Bengal cinsi kedileriyle poz veren, gülümseyen ve neşeli bir ifadeye büründü. “Herkesin lideri”, “halk arasından biri” algısı yaratmaya çalıştı.
-Eric Zemmour gibi, “daha da aşırı sağ” ve sert söyleme sahip bir cumhurbaşkanı adayının varlığı, Le Pen’i daha merkezde ve “ılımlı” bir lidermiş gibi gösterdi. Aslında, benzer bir durum Macaristan seçimlerinde de yaşandı: aşırı sağ Mi Hazaink/Evimiz hareketinin ortaya çıkışı, sağ popülist Viktor Orbán’ı “normalleştirdi”. Bu arada hatırlatalım; daha yeni kurulan bu aşırı sağ parti, Macaristan seçmenlerinin %6’sının desteğiyle parlamentoya da giriverdi.
-Le Pen, bu sefer rakiplerinin gündemini takip etmek ve var olan siyaseti eleştirmek yerine kendi gündemini oluşturdu ve kendi rotasını izledi.
-Kişisel hayat hikayesindeki “üzüntü” ve “travmaları”; bir birey, “bir kadın” (dezavantajlı grupların bir parçası) olarak yaşadığı zorlukları, duygusal bir tonlama ile seçmenlere anlattı.
-Ev ödevini iyi çalıştı: Jean-Jaurès Vakfı gibi düşünce kuruluşları, Le Pen’in “kazanmak” için, “merkezleşmesi” gerekeceğini öne süren analizler ortaya koymuşlardı. Le Pen, bu gibi aslında eleştirel bakan yorumları kaale aldı ve politik söylemlerini eleştiriler yönünde düzenledi.
Özetle Le Pen, en çok “hayat pahalılığı” “geçim şartlarını düzeltmek” konularına odaklandığı ve kendine de “inandırdığı” için yükseldi.