Silvio Berlusconi (1936-2023)

Abone Ol
Berlusconi bir anlamda, başta Donald Trump olmak üzere, tüm popülist liderlerin prototipiydi, fakat aynı zamanda, son derece nevi şahsına münhasır bir şahsiyetti. Kendisini sevgili dostum” diye uğurlayan Recep Tayyip Erdoğanla siyaseten benzer olsa da farklı politikacılardı. İtalyan siyasi tarihinin en tartışmalı figürlerinden Silvio Berlusconi geçen hafta hayata gözlerini kapadı. Dört hükümete başbakanlık yapan Berlusconi, aslında günümüzde tüm dünyada gözlemlenen popülist-sağ siyasetin erken bir öncüsü kabul edilebilir. Elbette ki, bu tür bir siyaset yapma biçimi dünyaya yayıldıkça, Berlusconi daha otoriter ve daha sert bir popülizm yapan mevkidaşlarına kıyasla bir hayli orta yolcu bir politikacı olarak kalmıştı, bir noktada aktif siyasetten de uzaklaştırılmış, fakat ahir ömründe son bir geri dönüş yapmayı da becermişti. Bir otoriter siyasal önderden ziyade politikada sürekli hayatta kalmasını, sürekli önemli bir yerde bulunmayı beceren bir nevi “hacıyatmaz”dı. Berlusconi Milanolu bir beyaz yakalı ailenin çocuğuydu. İlk gençlik yılları hakkında rivayet muhtelif, belki bizzat Berlusconi’nin de kişisel serüveninin benzersizliğinin altını çizmek için köpürttüğü çarpıcı detaylar çok: örneğin 1960’larda transatlantiklerde yemek müziği şarkıcılığı yaptığı, Frank Sinatra şarkıları söylediğine dair hikâyeler mevcut. Daha sonra müteahhitlik işine soyunup Edilnord şirketini kurarak Milano’nun Segrate banliyösünde Milano 2 olarak bilinen ünlü siteyi inşa edecek ve inşaat sektöründeki faaliyetini diğer alanlara doğru genişletecektir, bu yoldaki en kritik hamlesi ise medyanın önemini sezip, erken bir dönemde televizyona yatırım yapmasıdır. 1970’lerin sonunda İtalya’da özel televizyonlara müsaade edilmesiyle, aslında Milano 2’nin kablolu TV’si olarak kurulan Canale 5’yi ulusal bir televizyon kanalına dönüştürerek, o güne kadar devlet televizyonu RAİ’nin tekelindeki televizyon yayıncılığına Hollywood filmleri ve sulu TV show’larıyla meydan okuyarak, olağanüstü bir ticari başarı elde eder. Bir sonraki adımda da 1986 yılında AC Milan kulübünün başkanı olarak, kulübe İtalya ve Avrupa futbol tarihindeki en başarılı dönemlerinden birini yaşatır. Futbol meraklıları, 1980’lerin sonundan 1990’ların ortalarına kadar altın çağını yaşayan Milano ekibini iyi hatırlar. 1993’te Berlusconi siyasete girmeye karar verip Forza Italia’yı kurar. “Bastır İtalya” olarak Türkçeleştirebileceğimiz, futbol esinli adının da gösterdiği gibi bu parti tamamen popülizm üzerine inşa edilmiş olup, ciddi bir ideolojik örüntüye sahip değildir. Partiyi şirket gibi idare eden Berlusconi tecrübeli olduğu medya sektöründeki pazarlama stratejilerini kullanarak bir karizmatik lider imgesi yaratmış ve bunu özellikle apolitik kitleleri ve tepki oylarını kendine çekmek için kullanmıştır. İtalyan siyasi tarihinin dönüm noktası, Berlusconi’nin Forza Italia’sıyla seçimleri kazandığı 1994’tür. İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’lar başına kadar, bir yanda Hristiyan Demokratlar, bir yanda komünistlerin başı çektiği, fakat hemen her zaman Hristiyan Demokratların, müttefiki olan küçük liberal, cumhuriyetçi, sosyalist, sosyal demokrat partilerle kurulan değişik koalisyonlarla iktidar denkleminde olduğu İtalyan siyaseti 1994’te yerle bir olur. Hristiyan Demokratlar ve müttefikleri 1992’de savcı Antonio di Pietro’nun başlattığı mani pulite (temiz eller)[1] operasyonlarıyla darmadağın olurken, 1991’de, reel sosyalizmin çözülüşü nedeniyle İtalyan Komünist Partisi de bölünecek, ılımlı bir çizgiyi savunan demokratik sol ve komünizmi ortodoksiden uzaklaşmadan yenilemek iddiasında partilere ayrılacak ve bu siyasi manzara yeni bir liderin önünü açacaktır. Berlusconi, sınır tanımaz pragmatizmiyle, böyle bir siyasi manzaradan zafer çıkarabilecek yegâne liderdir: popülizmden öte bir politik kimliği olmayan Forza Italia’yı, Kuzey İtalya’da ayrılıkçı Lega Nord (Kuzey Ligi) ve Orta ve Güney İtalya’da neofaşist Alleanza Nazionale (Milli İttifak) partileriyle müttefik yapar ve yamalı bohçaya benzer bu tuhaf ittifaklar zinciri parlamentoda çoğunluğu elde eder. Fakat bu uyumsuz koalisyon uzun ömürlü olmaz, Berlusconi’nin ilk kabinesinin ömrü bir seneden kısa sürer, yıl sonunda istifa eden liderin yerine Maliye Bakanı Lamberto Dini başkanlığında bir teknokratlar hükümeti kurulur.
Berlusconi asla Erdoğan kadar muktedir olmadı. Dış politikada ise Berlusconi İtalyan sağının koyu ABD taraftarı çizgisini takip ederken, aynı zamanda Rusya ve Belarus gibi otoriter doğu ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmaktan kaçınmamıştır.
1996 seçimlerinin ardından, değişik ideolojik çizgilerde üç kısa ömürlü sol hükümete karşı ana muhalefet liderliğini üstlenen Berlusconi, 2001’de Chigi Sarayı’na geri döner, beş sene başbakanlık yapar. Bu ikinci döneminde iki hükümet kuracak, fakat 2006 seçimlerini kaybedip yine muhalefete geçecektir. Seçimlerin galibi olan Romano Prodi’nin kurduğu merkez sol koalisyon ise ancak iki yıl hükümette kalabilecek, 2008’deki erken seçimlerde yine Berlusconi ve müttefikleri iktidara yürüyecektir. 2008-2011 arasındaki son Berlusconi hükümeti ise ülkedeki ekonomik kriz sonucu yıpranarak, 2011’deki yerel seçim yenilgisi sonucu başbakanın istifasıyla sona erecektir. İtalyan liderin seks skandalları ve yolsuzluklarının da patlaması aynı döneme denk düşer. 2011’den sonra Berlusconi siyasette gittikçe güç kaybedecek, kendi çizgisinde sayılabilecek birçok popülist lider yükselirken geri planda kalacaktır. Dahası 2013’te yolsuzluklarından ötürü hapis cezasına çarptırılacak ve kamu görevlerinden men edilecektir. Bu nedenle parti liderliğine devam eder, fakat seçimlerde aday olamaz. 2019’da siyasette son defa sahneye çıkan Forza Italia lideri, senatör seçilerek parlamentoya döner ve siyaseten önemi azalsa da kamusal tartışmaların içinde olmaya devam eder. Forza Italia hâlen Giorgia Meloni liderliğindeki koalisyon hükümetinin bir üyesidir. Berlusconi bir anlamda, başta Donald Trump olmak üzere, tüm popülist liderlerin prototipiydi, fakat aynı zamanda, son derece nevi şahsına münhasır bir şahsiyetti. Kendisini “sevgili dostum” diye uğurlayan Recep Tayyip Erdoğan’la siyaseten birçok paralellikleri olsa da mizaç olarak farklı politikacılardı.[2] İtalya ve Türkiye siyasetinin yapısal ve toplumsal farklılıkları da bu iki serüveni önemli oranda farklılaştırmıştır.
Berlusconi, bir otoriter siyasal önderden ziyade politikada sürekli hayatta kalmasını, sürekli önemli bir yerde bulunmayı beceren bir nevi hacıyatmaz”dı.
Berlusconi asla Erdoğan kadar muktedir olmadı. Dış politikada ise Berlusconi İtalyan sağının koyu ABD taraftarı çizgisini takip ederken, aynı zamanda Rusya ve Belarus gibi otoriter doğu ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmaktan kaçınmamıştır. İtalyan politik sistemi, özellikle 1990’lara kadar son derece stabildi, hükümetler, koalisyonlar gelip gider, fakat toplumdaki siyasal güç odakları fazla değişmezdi. Bu sistemde faşizmin yarattığı tahribatı yaşayan kuşakların aldığı önlemler kadar, Soğuk Savaş mantığı içinde İtalya’ya biçilen rolün de önemi büyüktü. Bütün tartışmalar bir yana, 1945 sonrası sistemler, İtalya’da (ve Almanya’da) hiçbir lidere çok geniş ve keyfi bir hareket alanı tanımadı. Bugün Meloni’nin bu durumu değiştirme yönündeki çabaları, politik ve toplumsal bir dekadansın, demokrasinin tahribinin acı işaretleri olduğu kadar, 1945’te inşa edilen dünyanın temellerin sallandığını da gösteriyor. --- [1] Bir zamanlar, bu satırların yazarı henüz çocukken, dönemin iddialı Türk medyasında bu operasyondan sık sık bahsedilir ve bir benzerinin de Türkiye’de olması ümit edilirdi. 1996’daki Susurluk Skandalı’nı izleyen aylardaki çeşitli dava ve ifşaatlarda, böyle bir politik arınma potansiyeli hayata geçer gibi oldu. Fakat yeterince demokratik olmamakla eleştirilen 1990’ların koalisyonları sona erip AKP’nin tek parti iktidarı başlayınca Avrupa’daki bir siyasi gelişmenin Türkiye’de bir benzerinin yaşanma ihtimali iyice uzak bir hayal oldu. Acıdır ki bugün Türkiye’yi İtalya’yla mukayese edecek bir kamuoyu kalmamıştır, Türkiye Rusya’yla, Azerbaycan’la, İran’la, Irak’la kıyaslanan bir ülke olmuştur. [2] Çok yapılmış bir benzetmeyi geçerken tekrarlayalım: Türkiye’de gerçekten Forza Italia’nın benzeri olarak tanımlanabilecek parti Genç Parti, Berlusconi benzeri olarak tanımlanabilecek politikacı Cem Uzan’dır.