Son günlerde tüm Türkiye Sezen Aksu’yu konuştu. 5 yıl önce yaptığı şarkı sözleri üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hedefi oldu. Zeynep Dağı aşkın, umudun ve hepimizin tarihi Sezen Aksu’yu yazdı Yıllar önce rahmetli babam bizi bir konsere götürdü. Klasik Türk sanat musikisi tutkunu olan beni çok mutlu etmişti bu konser. Sahnede dev bir isim olan Müzeyyen Senar vardı. Konser iyi başladı ama sonra Müzeyyen Hanım’ın icrasında biraz aksamalar oldu. İnsanlar mekânı birer ikişer terk etmeye başladı. Müzeyyen Hanım’ı belki o gün üzen bir şey olmuştu, belki içki biraz fazla kaçmıştı. Gayri ihtiyari gidenlere gözüm takılmışken, babam bizim bu konseri sonuna kadar izleyeceğimizi, gitmeyeceğimizi fısıldadı bana. Sonra da Müzeyyen Hanım ve sanata olan saygısından ‘ahh kızım dedi, siz bilmezsiniz Müzeyyen Hanım bir devdi bizim gençliğimizde. İnsanlar onu dinleyebilmek için tarlasını, ineğini bile satıp konserlerine giderlerdi. Biz böyle bir sanatçıya nasıl saygısızlık yaparız.’ Babam bizim dünyaya, vicdana, huzura açılan kapımızdı. 1970’lerin başında Mersin Festivali açıldığından itibaren, bizi festivaldeki tüm konserlere, etkinliklere götürdü. Şimdi düşünüyorum da o konserler, etkinlikler bizi ne kadar beslemiş, zenginleştirmiş. Sezen Aksu’yu da ilk kez festivalde izlemiştim. Henüz yeni meşhur oluyordu. Alt kadroda çıkmıştı. Konserlerin bir de efsane sunucusu vardı: Halit Kıvanç. Kamuoyu Halit Kıvanç’ı daha çok spor sunucusu olarak bilir belki. Mersin Festivali’ni o ince, zekâ dolu sunumuyla her yıl daha da renklendirirdi Kıvanç. Onu da bir sanatçıyı bekler gibi sabırsızlıkla bekler ve can kulağıyla dinlerdim. Özellikle Sezen Aksu ve Zeki Müren’i sahneye davet edişindeki zarafeti hala hafızamdadır. Halit Kıvanç, Sezen’i ilk sunduğu konseri anlattı önce sahnede. Kıvanç, ‘Sezen adlı mini minnacık bir kızı sundum, sonra sahne arkasına geçtim. Sesini duyunca az önce sunduğum kız mıydı o? Sahneden bir dev sanatçının sesi geliyordu’, demişti. Gerçekten de Sezen’i çok kereler izleme şansına sahip oldum. Her defasında müziği, inceliği, vicdanı, nüktedanlığı ve kendisini de ‘ti’ye almasıyla sahnede ‘dev’leşti hep. Sezen Aksu 1970’lerle birlikte yaşamımıza girdi. Samimiyeti, güzelliği, besteleri, müziği ve vicdanıyla ‘bizden biri’ydi, ‘Sezenimiz’di. Sanki sınıfta bir sıra arkadaşımız, komşumuz, dertleştiğimiz bir dostumuz oldu. Kim bilir kaç kuşağa dokundu. Sezen bizim aşklarımızın, duygularımızın, hasretlerimizin sözcüsü. Hiç unutmam yurtta kantinde Sezen’in şarkısı çalarken kızlar sevgililerine ‘gitme’ diye ağlayarak yakarırlardı. Ya da çok kızmışlarsa Sezen’le birlikte ‘git’ diyorlardı, ‘git’, ‘ben seni bırakamam sen beni bırak’. Genç yaşta yazdığı dizelerde zenginliğin gerçek kaynağının ‘sevgi’ olduğunu aktardı bizlere; ‘neye yarar cüzdanımda milyonlar, yanımda sen olmayınca, zenginlik, mal mülk neye yarar yanımda sen olmayınca’.  Gerçekten sevdiklerimizin olmadığı bir dünyada zenginlik, mal mülk neye yarar? Sezen sadece sahnede müziğini icra ederken değil, aslında yazdığı sözlerle de ‘dev’leşti. Müthiş bir zekâ ve incelik vardır çözmek isteyene. Bazen duygularını ifade edemezsin, tıkanırsın. Kör kuyularda yalnız kalırsın. Dilsizleştiğini hissedersin.  Âşık olmuşsundur ya da terk edilmişsindir. Bir melankoli içinde kıvranırsın çaresiz; dile gelmek istersin, her şey kifayetsiz kalır. İşte tam da o anlarda Sezen yetişir imdadına. Orhan Veli ‘siz uyurken ben gökyüzünü boyarım’ der bir dizesinde. Sezen de Orhan Veli gibi biz uyurken kaç uykularını feda edip ezgiler üretir bizim için. Aşklarımızın, ayrılıklarımızın, çaresizliklerimizin, umudumuzun dili olur. Binlerce söze imza atmış, bizleri, ruhumuzu derinlerden bir yerlerden yakalayan Sezen modern çağın dervişidir. Sadece sözler yazıp, ezgiler üretmez. Bir derviş edasıyla ‘el verir’ gençlere. Birikimini kıskançça kendine saklamaz; bir hayrat/sebil gibi ana sütü kadar helal aktarır onlara. Bir insanı, bir çocuğu yetiştirmek bile ne kadar zorken, Sezen onlarca müzisyen kazandırmıştır topluma. Gönül dünyamızı zenginleştirmiştir. Bir gün Sezen’e bu kadar müzisyen yetiştiriyorsun, kıskanmıyor musun onları diye sormuşlardı. Her zamanki dürüstlüğü ile çok kıskandığını ama yine de onların yetişmesinden mutluluk duyduğunu ifade etmişti. Aşkın Nur Yengi’den, Harun Kolçak’a, Bendeniz’den Sertap Erener’e, Yıldız Tilbe’ye kadar bir çırpıda sayamayacağımız kadar müzisyen onun tedrisatından geçti. Sezen sahnede şarkı söylemenin yanı sıra, izleyicisi ile de ‘muhabbet’ eder. Kendinden, daha çok anne ve babasından söz eder. Zor bir çocuktur Sezen. Öğretmen anne babanın çocuğu olsa da resmi tedrisata tahammül edemeyecek kadar özgür ruhludur. İsyankâr ruhu çocukluğundan beri başına sıkıntı getirse de üretimini de kişiliğini de özgürlüğe düşkünlüğüne borçludur. Annesinin ona aktardığı bir sözden çok etkilendiğini, onu yaşamının şiarı haline getirdiğini yazmıştı bir keresinde, ‘zalime haddini bildirmek, fukaraya kaftan giydirmekle eşdeğerdir’ diye. Sezen bir İzmir kızı olarak, efe damarını iyi taşır, bakmayın zaman zaman sustuğuna. Suskunluk, bazen sözün bittiği yerde başlar. Yaşar Kemal’in dediği gibi sadece ‘deniz küsmez’, cehaletin baskın olduğu yerde söz de küser bazen. Uzaktan izlerim onu yıllardır. Sezen Aksu müziği ile sağaltmaz sadece, enerjisi ile varlığı ile de iyileştirir insanları. Kim varsa çevresinde sessiz sedasız kol kanat gerer. Dostlarının acılarına ortak olur, bir hemşire titizliği ile pansuman yapar acılara. Aysel Gürel’in başında bekler hastanede, Meral Okay’ın eşi mi öldü, yanındadır, Demet Akbağ eşini mi kaybetti, yanındadır, Mehtap Ar hastanede mi, yanındadır.  Çok sevdiği yoldaşı Onno Tunç’u kaybetmek zor gelmişti ona. Ayrı olsalar da birlikte şahane bestelere imza atmışlardı. Sezen, Nazım’ı yalancı çıkarırcasına yaşar acılarını en derinden. En fazla bir yıl sürmez onun acısı, ölen dostlarını varlığında yaşatmaya devam eder. Dizelerinde de yazdığı gibi, Sezen gitmez, gidemez dostlarından: ‘Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir.’ Sezen 1980’lerdeki şarkılarında ‘git’ dese de o kimseden gidemez. Dizelerinde dile geldiği gibi, acı tatlı heybesinde taşır tüm tatları, tüm renkleri. O anasının dediği gibi bir tutam baldır, sevgisiyle, vicdanıyla yapışır kalır insanlara, ülkesine. Geleneksel kalıplara uymayan kişiliğiyle şaşırttı hep. Duyguları en yoğun haliyle yaşadı, bizlere de yaşattı. ‘Deli Kızın Türküsü’nde dile geldiği gibi, yağmura, buluta yaşama tutkuyla bağlandı. ‘Ben yağmura deli, buluta deli Bir büyük oyun bu, yaşamak dediğin Beni ya sevmeli, ya öldürmeli’ Sezen tüm ezberlere inat, dayatılan tüm kalıpları eleştirdi. Yaşamdaki iki yüzlülüğe, riyakarlığa da meydan okudu; kadınlığa, yaşama, namusa, ana dile ilişkin ezbere dayalı kalıpları ters yüz etti. Namusu ‘namusa’ şikâyet etti. ‘Yüzyıllardır namussuzluk etmekten Bir türlü uslanıp bıkmadın namus’ ‘Masum Değiliz’in dizelerinde; yaşadığımız çağı, insanları, ‘günahkarlığı’ acımasızca gözler önüne serdi: ‘eller günahkâr, diller günahkar, bir çağ yangını bu bütün, dünya günahkar’ Hatasız/günahsız kul olmuş mu Gencebay’ın deyimiyle. Hatalar yapmadan doğrular bulunabilmiş mi? Masumiyete ulaşmak da hatalardan geçmiyor mu? Zor bir çağda yaşıyoruz. Pandemi, küresel ısınma, iç savaşlar, işsizlik, yerinden yurdundan edilmiş insanlar. Hepsi içimizi acıtıyor. Her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyoruz. Cahit Sıtkı, hasta yatağa bağlı yaşamak zorunda olduğu günlerde, yaşamı pencereden izler ‘her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden’ dizeleriyle bir insanın yaşama tutunuşunu anlatır. Sezen de bize yaşamı her rengi ile anlattı durdu bıkmadan. Hızla, acımasızca akan hayata, hayatımıza vefalı olmayı da hatırlattı; ‘hayat sana teşekkür ederim’ sözleriyle. Sezen ilk kez karşılaşmıyor şimdi köpürtülen tepkilerle. Yıllar önce ‘beni kategorize etme’ şarkısını yapmasına rağmen, Sezen bir şekilde hep kategorize edildi, etiketlendi. Farklı zamanların farklı önyargılarına kurban edilmek istendi. ‘Demokratik açılım’a desteği gerekçe gösterilerek sert eleştirilere maruz kaldı. Oysa o, ‘vicdanına’ ve ‘özgürlüğüne’ tutundu. Üretmeye devam etti. Bu son yapılanlar ise toplumda vicdanları kanattı. 2017 yılında yapılan ve şimdi gündemde bile olmayan şarkısıyla arenanın ortasına atıldı Sezen. Bir sanatçıya kıymak, onu yaralamak sadece onun şevkini kırıp, ruhunu acıtmıyor, bizim de ezgilerimizi, duygularımızı elimizden alıyor. Bizleri de ‘müziksiz’ ve ‘dilsiz’ bırakıyor. Aslında onun özelinde, sesler, ezgiler, duygular linç ediliyor. Bazıları Sezen neden konuşmuyor diye yazıp çiziyorlar. Sezen müziği ve sözleriyle şu ana kadar çok konuştu zaten. Şimdi konuşma sırası duygularına tercümanlık yaptığı, onun ezgileri ile kanatlanmış, kederlenmiş, umutlanmış bizlerde. En son yıllar önce, ‘1 Eylül Dünya Barış Günü’nde izledim seni. Konser sonrası ‘yıldızlı bir gecede, yıldızlar kadar çoktun’ dizelerini karalamıştım senin için. Behramoğlu, ‘yaşam sunulmuş bir armağan’ diyor ya hani…. Kimse ama hiç kimse bu sunulmuş armağanı ‘güvercin tedirginliğinde’ yaşamasın.  Bizi dilsiz, ezgisiz bırakma Sezen….