Sessiz bir farkediş üzerine

Abone Ol
“Sessiz İstifa” 2009’da çok çalışma kültürüne tepki olarak doğdu. Pandemi döneminde büyüdü. Amerika’da 2021’in erken dönemlerinde “büyük istifa” hareketini görmeye başladık.

Loading...

Çok mu iyimser bakıyorum bazen dünyaya bilmiyorum ama bugünlerde beni umutlandıran şeyler de olmuyor değil. Sürekli duymaya başladığımız “sessiz istifa” gibi. Bu konudaki fikrimi baştan belli edebilmek üzere sonda söyleyeceğimi şimdi söylemek isterim. Sistemin negatif bir algı oluşturmak için tanımlamada kullandığı istifa kelimesine bakmayın siz. Bu durum bence kollektif bir vazgeçiş değil tam tersine bir fark ediş. Sanki ayrı ayrı zihinler telepatik olarak birbiri ile temas etmiş, müzakere etmiş ve sorgulanması gereken bazı durumlar üzerine düşünmeye başlamış. Hatta bebek adımı değil belki ama emeklemesi sayılabilecek, henüz bir bilinçlenme asla diyemeyeceğimiz bir kafa karışıklığı hali gibi. Ama emekleme dedim dikkatinizi çekerim, ilerleme henüz uzak. Özetinde tüm yaşam enerjisini işe adamayı reddetmek hareketin özü. Düzenden denge ve adalet beklemek, işin gereğini tam ve zamanında yerine getirip ancak yükselmek ya da sadece mevcut konumunda devam edebilmek için fazladan saat ve çaba göstermeyi reddetmek, iş dışındaki vakitlerde işle ilgili herhangi bir emek ortaya koymak istememek, bu zamanı sevdikleriyle ya da kendisine ait özel zamanlar olarak değerlendirmek istemektir. Hepimiz bir aileyiz değil hepimiz bordrolu çalışanlarız mottosuyla iş hayatında bulunmak ve sınırlara saygı istemek belki de. Dünyada ilk olarak Amerika’da tanımlandı. 2009’da Teksas’ta bir ekonomist katıldığı bir sempozyumda yok olmaya başlayan iş hırsını tanımlanırken kullanmıştır. 2021’de çalışma süreleri 16 saate ulaşan Çin’e vardığımızda “Tang Pink Evolution” kültürel hareketiyle yeniden gündem oldu. Bu çok çalışma kültürüne tepki olarak büyüdü. İş için hayatını feda etmenin yanlışının ayırdına varan Çinlilerin hippi hareketi de diyebiliriz. Amerika’da yine 2021’in erken dönemlerinde “büyük istifa” hareketini görmeye başladık. Aslında tetikleyici en büyük güç pandemi ve sonrasında ortaya çıkan koşullardı. Pandemi nedeniyle yaşam kültürümüz ve önem sıralamamızın değişmesi, pandeminin ekonomik etkileri, maaşlardaki düşüş, buna rağmen artan iş yükü, sağlık konularındaki endişeler sonrasında özellikle 30-40 yaş aralığındaki çalışanlar yoğun ölçüde işlerinden ayrılarak daha iyi koşullar talep ettikleri yeni işlere girdiler. Yine bu koşullarda mezun gençler de aynı beklentilerle iş hayatına girdiler. Profesyonelleştikleri alanları uygun olan kişiler ise kurumsal bir firmada işe girmek yerine o firmalara dışarıdan iş yapabildikleri çözümlere yöneldi Türkiye’ye bakarsak henüz büyük kitlesel bir durum gözlemlenmiyor. Ancak iş hayatındaki hakları konusunda daha talepkâr nesiller geldiği de bir gerçek.  Youthall’un araştırmasına göre Z kuşağına mensup çalışanların gündeminde olma durumu %65 seviyelerinde. Uzun süredir iş dünyasında olan Y kuşağının da istatistiklerde oranları çok yüksek. Belki kuşakların gençleştikçe giderek ne istediğini daha çok bilen, özgürlük kavramına önem veren, hele ki pandemi sonrası fiziken ve ruhen sağlıklı olmanın hayatın merkezinde olduğunun ayırdına varan bireyler olması ile de ilgilidir. “Sessiz istifa”dan bahsederken çalışanların emeklerini ortaya koymadan para kazanma isteği gibi manipülatif yerlere çekenlerle kavgaya hazırım anlayacağınız üzere. Orta sınıf birtakım endişelerimi yazmıştım daha önce. Temel sayılabilecek insani haklarını, erişimleri talep etmek isyandan sayılamaz öyle değil mi? İlgili haberlerin sunuşlarında çoğunlukla, belki istemeden ancak kullanılan dil paralelinde yanlış bir algı oluşuyor. Bu insanlar çoğunlukla çalışmaktan kaçan, hatta ters bir sömürünün içinde, işverenini mağdur edenler şeklinde konumlandırıyorlar. Oysa yaptığı iş sözleşmesine, işin tanım ve gerekliliklerine “en az” beklenen düzeyde karşılık veren ancak hafta sonuna, resmi tatiline, yıllık iznine, hobisine, ailesiyle, sevdikleri ile geçirmek istedikleri zamana ya da sadece dinlenme ihtiyacına saygı bekleyen bir duruşun yayılmaya başlama hali bence, o kadar. Esasında kapitalist bir bakış açısından değerlendirirsek de talep edilen bu özel alanların üretim ya da hizmetin verimliliği arttırdığı bir gerçek. Avrupa’da bazı ülkelerde hem haftalık çalışma saatleri azaltılıyor hem de haftada dört gün mesai uygulamaları test ediliyor. Üretkenliğe pozitif etkileri görüldükçe de yayılması bekleniyor. Bu aşamaya gelmeden de pandemi döneminde mecburiyetten alınan tedbirlerle hayatımıza yerleşen uzaktan çalışma, yaz döneminde farklı şehirden çalışma gibi uygulamaların çalışan bağlılığı ve üretiminin kalitesini ve randımanını arttırdığını birçoğumuz gözlemlemiştir. Bir diğer tarafı da bence “boş” vakitler arttıkça sistemin devamına yönelik aksiyonların da artacağı gerçeği. Daha çok alışveriş, daha çok tatil, daha çok dışarda yemek vs. daha çok harcama demek. Bu örneği pek tabi herkesin insani bir gelire sahip olduğunu varsayarak veriyorum. Fazla uçlarda gelebilir ama ben patronların da en azından öngörüsü kuvvetli olanlarının daha çalışılabilir bir iş dünyası yaratmayı zaman içinde destekleneceği düşüncesindeyim. Faydacı bir bakış açım olabilir ama sadece sonuçları her iki tarafı da memnun edeceğini vurgulamak istiyorum Avrupa ülkeleri içinde en yüksek çalışma saatine sahip olan Türkiye’de henüz tünelin ucunda ışık bile yok. Patronları geçelim çalışanların dahi çok yolu var. Gerisi sonrasının mevzusu. Ancak bebeğin koşar adım günlerine denk gelemesek de yürümeye başladığını göreceğimize inanmak istiyor ve sömürüsüz günler diliyorum.