Sessiz atın çiftesi bu sefer pek olur mu, nasıl olur?

Abone Ol
Türkiye, Macaristan’ın 2010, Polonya’nın 2015, ABD’nin 2016’da yaşamaya başladığı süreçleri 2000’lerden beri yaşıyor. 2013’ler, 2016’lar, 2018’lerden geçerek 2019 yerel seçimlerinden beri yeni bir döneme girdi. Bu sefer farklı olur mu? Nasıl olur?

Loading...

Deli Çavuş Sedat Peker’in ifşaları gündemi yine sardı. Geçmiş ifşalardan bir farkı var mı, nasıl olur? Türkiye’nin sessiz çoğunluğu geleceğini demokrasi refleksiyle kurtarabilir mi? AKP’nin yolsuzlukları ilk defa ifşa olmuyor. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2008’de Şaban Dişli hakkındaki istifa getiren suçlamaları.. Yine 2008’de Deniz Feneri davası, ve Başbakan Erdoğan’ın “bu medyayı takip etmeyin” ve “taraf olmayan bitaraf olur” tehdidiyle Doğan Medya Grubu’na verdiği gözdağı. Malum on yıl sonra bu tehdit, Doğan Medya’nın kamu bankalarının yani halkın parasıyla Demirören Grubu’na “satılmasıyla” sonuçlandı.. Tabii 2013.. Milyonların katıldığı Gezi protestoları ile bu gidişi kabul etmiyoruz çıkışı.. 17-25 Aralık tapeleri.. 2017 Adalet Yürüyüşü.. 2020 sonrası Sedat Peker ifşaları.. Bu esnada gene Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve muhalefet milletvekillerinin yolsuzluklarla ilgili sayısız çıkışları ve suçlamaları. Atlaya atlaya ilk anda aklıma gelen kilometre taşlarını yazdım sadece.. Tabii bu arada, başta dürüst araştırmacı gazetecilerden olmak üzere nice ifşalar, emekler ve kişisel fedakarlıklar.. Çiğdem Toker, Murat Ağırel gibi gazetecilerin defalarca basılan kitapları.. Benim için eski CHP milletvekili Atilla Kart Bey’in nezaketle bana da imzalı kopyasını verdiği, AKP iktidarının ilk yıllarından veri ve kişisel gözlemler içeren “Türkiye Nerede Nereye?” kitabı değerlidir örneğin. Yani kimse bu toplum AKP’nin yolsuzluklarına tepki göstermedi demesin. Karşılaştırmalı bir siyaset bilimci olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: dünyadaki birçok ülkeden daha fazla gösterdi. Ama sonuç getirecek etkili ve tek ses bir tepki ve siyaset geliştiremedi denilebilir.. En meşru demokratik tepkilere bile “çatlasanız da patlasanız da” diyebilen, yani demokrasinin en temel ilkelerinden olan muhalefetin varlığına saygı iradesinden yoksun bir iktidar karşısında etkili olabilecek siyaseti henüz geliştiremedi.
Erdoğan ve çevresi allem edip kallem edip seçimleri ve referandumları kazanmaya devam etti. Sessiz at “bu kadar da olmaz” demedi, diyemedi. 2019 istisna olmak üzere.
Bugün durum oldukça farklı ama sonuç değişir mi? Tüm bu dönem boyunca AKP ve AKP genel başkanı ve CB Erdoğan allem edip kallem edip seçimleri ve referandumları kazanmaya devam etti. Sessiz at “bu kadar da olmaz” demedi, diyemedi. 2019 istisna olmak üzere. Bu iktidar yerinde kaldığı sürece yolsuzlukların engellenmesi umudu yok. Zira yolsuzluklar sistemik. AKP iktidarlarının (veya AKP iktidarları içindeki hâkim aklın) daha ilk yıllardan kurmaya başladığı sistemin temel ayaklarından biri. Kesildiği anda AKP iktidarı da çöker. Yani yolsuzluklar sistemin zayıflığından ve açıklarından kaynaklanmıyor. Bu daha çok AKP öncesi dönem için söylenebilir. Kurardı demiyorum ama demokrasi tarihimizde AKP öncesi hiçbir iktidar istese de böyle bir sistemi kurmaya yetecek kadar iktidarda kalmadı ve bu güce erişmedi. Yargı, kurumlar görevini yapmadı demenin de bir alemi yok. Yargı bağımsız değil ki. Türkiye’nin erken örneklerinden biri olduğu 21. Yüzyıl’a özgü otoriterleşme zaten işe daha en baştan yargı kurumlarını adım adım esir almakla başlıyor.[1] Bu tür otoriter iktidarların kullandığı bir diğer strateji de kutuplaştırma. Kutuplaş(tırıl)mış toplumlarda da yolsuzluk ifşaları çoğu kez suçlanan siyasetçilere desteği azaltmak yerine artırabiliyor. ABD’de Trump’a açılan soruşturmaların tabanını aşındırmak yerine tahkim etmesi gibi. Ama Türkiye farklı bir aşamada. Macaristan’ın 2010, Polonya’nın 2015, ABD’nin 2016’da yaşamaya başladığı süreçleri 2000’li yıllardan beri yaşıyor. 2013’ler, 2016’lar, 2018’lerden geçerek 2019 yerel seçimlerinden beri yeni bir döneme girdi ve yeni bir arayış içinde. Bu sefer farklı olur mu? Nasıl olur? Önce geçmiş yolsuzluk ifşalarıyla bugünü karşılaştıralım. Sonra da sorumuz için kısmi bir yanıt bulalım. GEÇMİŞ İFŞALARA GÖRE MUHALEFET AÇISINDAN OLUMLU KOŞULLAR VE ANLATTIKLARI:
  • Geçmiş ifşalarda ekonomi görece iyi durumdaydı, istikrar vardı. Sağlık gibi alanlarda uygulanan politikaların uzun vadeli sonuçları henüz görülmemişti ve iyileşme duygusu hakimdi. Dünyadan borçlanabiliyorduk, hem dünyadaki parasal genişlemeci ve büyümeci politikalar sonucu para boldu hem de Türkiye’nin kredisi görece yüksekti. Dolayısıyla iktidar, “çalıyorlar ama en azından iyi yönetiyorlar” veya “çalıyorlar ama bize de dağıtıyorlar” algısını koruyabiliyordu. Bugünse ağır bir ekonomik buhranın içerisindeyiz. Dünyada enflasyon karşıtı politikalarla para kurudu, Türkiye’nin kredisi de çok düştü. Hiç kuşkusuz yönetim, iktidarını korumak için kilit önemde gördüğü kesimleri (zenginler ve yoksullar?) gözetmek için azami çaba gösteriyor. Faiz, kur ve (kur destekli) mevduat politikalarını da bu açıdan okumakta fayda var. Ama kaynaklar kıt. Sonuç olarak bugün yolsuzluklarla sıradan vatandaşın cebi yani ekonomik sıkıntılar arasındaki ilişkiyi görmek ve göstermek çok daha kolay. Dolayısıyla muhalefet, yolsuzluklarla halkın gündelik hayatta yoksulluktan pahalılığa, eğitimden sağlığa yaşadığı olumsuzluklar arasındaki neden-sonuç ilişkisini en net ve vurucu şekilde anlatmalı. Yoksul, orta sınıf ve varlıklı kesimler için de ayrı söylemler geliştirmeli.
  • Geçmiş ifşalarda iktidar içinde daha çok birlik vardı. Bugün ise eskisinden çok daha fazla çözülme ve iç hesaplaşma söz konusu. Öte yandan muhalefet kendi içinde birliktelik sağlamamıştı. Bugün ise önemli ittifaklar kurmayı ve uzlaşmayı başardı. Devri sabık korkusu yaratmamak için de özen gösteriyor. Gerek siyasal gerekse toplumsal muhalefet bunun bilincinde olmalı ve toplumsal kampları kızıştıracak, iktidar tabanını tahkim edip muhalefet tabanını bölecek davranışlardan kaçınmalı. AKP gidecekse eğer, bunu başaracak toplumsal koalisyonun içinde Heavy Metalciler ve İzmir Marşını sevenler kadar İmam Hatip’liler de olacak, zaten hiçbir kesimi genellememeli: İmam Hatip mezunları da heavy metal dinleyebilir, İzmir Marşı’nı sevebilir. (Gülşen’in ev hapsinde olsa da tahliye olması ne güzel bir haber, bu olayın düşündürdüklerini de yarın yazmak istiyorum).
  • Geçmiştekinden farklı olarak muhalefet laiklik, hayat tarzı gibi konular üzerinden siyaset yapmıyor. Yolsuzluk ve yoksulluk gibi birleştirici olması gereken konuları bunlarla ilişkilendirmekten kaçınıyor. İfşalar olduğunda bu kutuplaştırıcı konulara girmekten kaçınıyor. Tam tersine en azından Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP açısından “helalleşme” gibi önemli bir projesi var. Ama bu konulara girmemesi yeterli değil. Yolsuzluklarla ve kutuplaşmayla hangi somut politikalarla mücadele edeceğini anlatmaya daha çok mesai harcamalı.
  • Muhalefet liderleri birçok açıdan eleştirilebilir. Ama şu kesin, yolsuzluklar açısından sicilleri iktidarla bir karşılaştırma kabul etmeyecek kadar temiz. Muhalefet dürüst siyasetin kaç okul, kaç iş, kaç hastane, park ve kreş kazandıracağını anlatmalı.
  • Geçmişten farklı olarak artık muhalefetin tabanında sadece AKP öncesine dönme özlemi yok. Eskinin hafızası silikleşti, nostalji oldu, yeni kuşaklar seçmen oldu. Toplumda bu kadar beklenti ve yenilgiden sonra (bu yenilgilere iktidar tabanının gittikçe güçlenen hayal kırıklığı da katılabilir) artık eskiyi de aşan yeni ve daha iyi bir gelecek beklentisi güçlendi. Dolayısıyla muhalefetin elinde eskinin restorasyonunu amaçlayan edilgen bir vizyonu değil, geleceğe yönelik pozitif bir vizyonu temsil etme fırsatı var.
  • Otoriterleşme her zaman yolsuzluklarla beraber gidiyor. Tüm dünyada yolsuzluk ve otoriterleşmeyi yenmek için olumlu örnek arayışı var. Türkiye’de muhalefet bunu başarırsa şu an demokratik dünyada çok kötü durumda olan itibarımız hızla düzelebilir.
Ancak bunun yanında içinde olduğumuz dönemin dezavantajları da var:
  • Muhalefet hayat tarzı vb kutuplaştırıcı konulara girmiyor. Ama herkesin hayat tarzını nasıl koruyacağını anlatmaktan kaçınmamalı ve somut olaylara tepkileriyle göstermeli. Yoksa bunu koltuk ve oy kaygısıyla yaptığı algısı oluşabilir.
  • Toplum yorgun. Belli bir heyecan eksikliği var. Bunun bir nedeni ekonomik buhran. Ekonomik sıkıntılar iktidara tepki yaratır ama bir yandan da toplumun tepki gösterecek takati azalabilir. Diğeriyse demokrasi ittifakı kuran partilerin aynı zamanda da parti siyaseti yapması. Muhalefet Demokrasi Bloğu olmakla parti rekabetine devam etmek arasındaki çelişkiyi bir şekilde çözmek zorunda. AKP kendinden erir beklentisi büyük hata olur. Çünkü AKP iktidarı sadece halk desteğine dayanmıyor.
  • Kutuplaşmış toplumlarda siyasetçilerin yaptığı ifşalar kendi tabanları dışında fazla etki yaratamayabiliyor. Çünkü “iktidara gelmek için söylüyorlar” diye düşünülüyor. Sedat Peker ise siyasetçi değil. Makam arayışı en azından şimdilik yok, zaten aynı zamanda kendisini de ifşa ediyor. Ama burada muhalefet için önemli bir tehlike de var. Eğer bu kadar ahlaki bir sorunun gündeme gelmesinin öncülüğünü bir mafya lideri yaparsa bunun topluma ve siyasete büyük bir faturası da olur. İçten içe çürüyoruz. Siyasete güvensizlik de pekişebilir.
Eğer hala bir toplumsak, bildiğimiz toplum olmaktan tamamen çıkmadıysak, içimizdeki sessiz atı bulmak ve şahlandırmak zorundayız. Bunun öncülüğünü yapmak da sadece eleştirmeyip nasıl çözeceğini de gösteren, daha pozitif bir gelecek hayal etmemizi sağlayacak siyasete düşüyor. Örneğin ülkenin her yerini Altılı Masa’nın üzerinde anlaştığını söylediği siyasal etik yasasını anlatan afişlerle donatmanın tam zamanı değil mi? Eğer Türkiye’de sesiz çoğunluk önümüzdeki seçimlerde bu kadar yoldan çıkmış bir iktidara büyük bir demokrasi dersi verirse, bu da dünyaya doğru anlatılırsa[2], Türkiye’nin dünyadaki imajında kısa zamanda çok büyük bir iyileşme olabilir. Altılı Masa HDP ve Sol İttifak’la ittifak etmek zorunda değil. Ama yolsuzluk ve yoksullukla mücadele partiler üstü bir ortak payda olmayacaksa eğer o zaman hangi demokrasi? Sloganlara değil çalışmaya ihtiyacımız var. Bu süreci yönetebilen, konuşmaktan çok çalışan siyasetçiler de toplumun doğal önderleri ve adayları olarak öne çıkacaktır. [1] AKP öncesi yargı yeterince tarafsız ve profesyonel değildi. Partiler karşısında tarafsızdı ama devletin karşısında vatandaşı korumuyordu. Ama gerek iktidarlar gerekse de toplum karşısında oldukça bağımsızdı ve profesyonel düzeyi daha yüksekti. Şimdiyse ne bağımsız ne de tarafsız; üstelik devlet de değil bir parti yanında taraf. Profesyonel düzeyi de çok aşındı. [2] Böyle bir durumda yurt dışındaki “Türkiye uzmanı” diasporanın seçim sonuçlarını nasıl yorumlayacağı ve dünyaya nasıl anlatacağı çok önemli olacak. Yaşanan mağduriyetlerden beslenen “kinik” perspektifinden, “Türkler (demokrasi için değil) cebi için oy verdi” çerçevesinden yorumlaması mümkün. Muhalefet bunun hazırlığını da yapmak zorunda.