Sermaye çatışması içinde sıkışmış TCMB çaresizliği

Abone Ol
"Plaza ekonomistleri" (TÜSİAD) TCMB’yi ortodoks politika uygulamalarından uzaklaştığı için eleştirmektedir. Hükümetin desteklediği sermaye grubu ise içe kapanıktır ve krediye ulaşma olanağı kısıtlıdır. Düşük faiz isteği bu kesimin bir tercihidir. Sanıyorum tüm iktisadi okullar TCMB’nin para politikası basiretsizliği konusunda hem fikir.  Ancak politika tercihlerinin neden yapıldığı, sonuçları ve doğru para politikası uygulamasının ne olması gerektiği konusunda ortodoks ve heterodoks okullar arasında belirgin görüş farklılıkları devam ediyor. Söz konusu farklılıklar TCMB ve hükümetin politika tercihlerinin doğru biçim kavranması ve doğru politika tercihlerinin dayandırıldığı sınıfsal tercihlerden kaynaklanmaktadır. ORTODOKS ELEŞTİRİLER SERMAYE ÇATIŞMASININ ÜRÜNÜ Ortodoks iktisat açısından konuyu ele alanlar ve hükümet arasındaki görüş farklılıkları kapitalist sınıfın kendi içindeki çatışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Öncelikle şunu belirmekte fayda vardır; Siyasi partiler bir sivil toplum örgütü oldukları kadar aynı zamanda rant ekonomisinin paydaşıdırlar. Yani rant arama faaliyeti içindedirler ve dolayısıyla iktidara geldiklerinde veya iktidarları boyunca kendilerine yakın sermaye grubunun iktisadi açıdan güçlenmesini isterler. Bu noktada hükümet politikalarına yönelik ortodoks eleştiriler farklı sermaye gruplarının çıkar çatışmasının bir sonucudur. Bu bağlamda “plaza ekonomistleri” olarak nitelendirebileceğim bir grup iktisatçı TCMB’yi ortodoks politika uygulamalarından uzaklaştığı için eleştirmektedir. Bu grubun politika önerileri Türkiye’deki büyük sermaye sınıfının adını verelim TÜSİAD içerisindeki şirketlerin çıkarlarını artırmaya yarayacaktır. Örneğin TCMB’nin plaza ekonomistlerinin önerdiği biçimde bağımsız ve enflasyon hedeflemesine sadık kalması durumunda des-enflasyon politikasının acı reçetesi emekçi kesime verilmiş olacaktır. Çünkü enflasyon hedeflemesi stratejisinin kendisi işsizliği artırıcı ve ücretleri baskılayıcı bir çözüm sunmaktadır. TCMB’nin des-enflasyona yönelik olarak faizleri hızla yükseltmesi bu grubun temsil ettiği büyük sermaye grupları için sorun olmayacaktır. Çünkü bu sermaye grubunun kredibilitesi yüksek, yurt içi ve yurt dışından krediye ulaşma olanağı yüksektir. Diğer yandan hükümetin desteklediği sermaye grubu ise daha fazla içe kapanık ve krediye ulaşma olanağı kısıtlıdır. Düşük faiz isteği bu kesimin bir tercihidir. Çünkü bu kesim hem nakit açıklarını kapatmak hem de yeni yatırımlar için yurt içi bankacılık sistemine daha fazla bağımlı ancak kredibilitesi büyük sermaye grubu kadar güçlü değildir. Bu kesim düşük faize ve kredi desteklerine ihtiyaç duymaktadır. Yüksek faiz bu kesimin bilanço yüklerini artırabilecek, nakit açıklarını kapatma zorlukları yaratabilecektir. Büyük ölçüde emek yoğun üretim yapan bu sermaye gurubu, yüksek enflasyon ve kur artışı yoluyla ücretlerin baskılanması sayesinde karlarını daha fazla artırma olanağına sahip olmaktadır. Yani düşük faiz ve yüksek kura dayalı politika tercihi de emekçi kesimin aleyhinedir. Korkut Boratav hocanın belirttiği gibi ekonomi büyürken emekçi kesim yoksullaşmakta ancak sermaye sınıfı daha fazla zenginleşmektedir. HETERODOKS OKULUN İTİRAZLARI Heteredoks iktisadi düşünce mevcut politikalara ve buna karşı plaza iktisatçılarının çözüm önerilerine karşıdır. Hem hükümetin mevcut uygulamalarını hem de plaza ekonomistlerin çözüm önerilerini ortodoks olarak kabul etmektedir. Elbette heterodoks iktisadi düşünce içerisindeki okullar arasında da tam bir fikir birliği yoktur ve hiçbir zamanda olmamıştır ancak makroekonomik sorunlara yönelik temel uzlaşılar mevcuttur. Bu noktada sanıyorum en temel uzlaşı enflasyonun sınıfsal bir tercih ve ücret-kar çatışmasının bir ürünü olduğu yönündeki düşüncedir. Bu bağlamda yukarıda belirttiğim her iki sermaye grubunun birikim tercihinin adil bölüşüm aleyhine yani sermayeden yana olduğu açıktır. Her iki grup da kamu bütçe açığının kısılması ve vergilerin tabana yayılması konusunda hem fikirdir. Dolayısıyla emekçilerin, öğrencilerin ve çiftçilerin borçlarının silinmesine ve bu bağlamda gelir ve kurumlar vergisinin artırılmasına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Elbette bu kesimi temsil eden iktisatçılar, realize edilmeyen kazançların ve rantların vergilendirilmesine de tepki göstermekte, servet vergisi önerilerini eleştirmektedirler. Bu oldukça hatalıdır. Zira bu kesimlerin borçlarının silinmesi ve bunun için servet vergisinin getirilmesi (rant +realize edilmeyen kazançlar vergilerini de içerecek biçimde) ve/veya gelir/kurumlar vergilerinin artırılması, ekonomi üzerinde borç sorununu azaltacağından finansal istikrarı da destekleyecektir. Ayrıca verginin tabana yayılması yani dolaylı vergilerin toplam içindeki ağırlığının fazla olması, zenginlerin vergi yükünün hane halkları arasında paylaştırılmasına neden olurken yani ücretli kesimi olumsuz etkilerken aynı zamanda enflasyonu besleyen bir özelliğe sahiptir.
Türkiye’de yüksek enflasyonun üç temel nedeni, gelir eşitsizliği, dolaylı vergi ağırlığının yüksek olması ve güçlü atalettir. Yani yüksek enflasyon yapısaldır. Fed ve benzerlerince geçici olduğu öne sürülen arz tarafındaki kısıtlılıklardan kaynaklanmamaktadır.
Özellikle yüksek kur ile ithalat baskılanırken ortaya çıkan vergi kayıpları kamunun yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda artışa neden olmakta ve bu da enflasyonu beslemektedir. İlginç olan bu duruma rağmen ortodoks iktisatçılar hem yüksek enflasyondan şikâyet etmekte ama aynı zamanda verginin tabana yayılması gerektiğini savunmaktadırlar. Diğer yandan yüksek enflasyon ve kur artışı ile ücretli kesimin gelirlerinin erozyona uğraması hem gıda harcamalarının hane halkının toplam geliri içindeki payını artırarak hissedilen enflasyonun daha yüksek olmasına neden olmaktadır. Ayrıca gelirlerdeki düşme ya da artan yoksullaşma talep tarafından kısıtlılık yaratarak yeni yatırımları olumsuz etkilemektedir. Bu durumun sürmesi, yatırımların sadece dış talebe bağlı olarak gerçekleşmesi gelecek yıllarda büyümenin yavaşlamasına ya da ekonomik durgunla neden olabilecek bir süreci ortaya çıkartabilecektir. Tüm bu saydığım faktörler, emekten yana, maliye politikalarının daha etkin kullanılmasını savunan, makro planlama ile ticaret kompozisyonunun daha sermaye yoğun olmasını öneren, daha rekabetçi bir ortamın ancak güçlü emekçi sendikaları ile sağlanabileceğini ifade eden ve heteredoks olduğunu ifade edebileceğim politika önerilerimi haklı çıkartmakta, desteklemektedir. TCMB ÇARESİZLİĞİ Enflasyonla mücadelenin salt para politikası araçları ile yürütülemeyeceğini buradaki köşemde defalarca ifade ettim. Diğer yandan MB bağımsızlığı ve temel amacının ne olduğu konusunda iktisadi okullar arasında tam bir uzlaşı da yok. Ancak Türkiye özelinde TCMB’nin bir politika çıkmazı içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Merkez Bankası’nın bir yıl içinde üç defa enflasyon tahminini değiştirmesi ve ara hedef olarak önce manşet enflasyonu, sonra çekirdek enflasyonu daha sonra da cari açığı dikkate aldıklarını söylemesi hem politika tercihini hem de politika çaresizliğini göstermektedir. Bu çaresizliğin nedeni, hem Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele görevi verilmiş olmasına rağmen amacından sapmış olmasından hem de yurt içi ve küresel iktisadi koşulları yeterince iyi okuyamamasından kaynaklanmaktadır. Merkez Bankası’na tek başına enflasyonla mücadele görevi verilmesi neo-liberal bir tercihtir ve hatalıdır ancak bu görevi üstlenmesine karşın enflasyon hedeflerindeki sapmalar Merkez Bankası için politika başarısızlığıdır. Yukarıda ifade ettiğim nedenden dolayı bu başarısızlığın kaçınılmaz oluşu başka bir tartışmadır. Merkez Bankası’nın Türkiye ekonomisini yeterince okuyamaması yüksek enflasyonun nedenlerine yönelik yaptığı açıklamalardan anlaşılmaktadır. Türkiye’de yüksek enflasyonun üç temel nedeni, gelir eşitsizliği, dolaylı vergilerin ağırlığının yüksek olması ve tarihsel kurumsal faktörlere bağlı güçlü atalettir. Yani yüksek enflasyon yapısaldır. Hem talep hem de maliyet yönlüdür. Dolayısıyla Fed gibi büyük merkez bankalarının öne sürdüğü gibi yüksek enflasyonun nedeni geçici olduğu öne sürülen arz tarafındaki kısıtlılıklardan kaynaklanmamaktadır. Türkiye’deki yapısal enflasyonu besleyen iki önemli etken daha vardır. Bunlardan birincisi Türk lirasının sürekli değer kaybetmesinin yol açtığı yüksek döviz kuru ve yüksek döviz kuru oynaklığıdır. TL’nin sürekli değer kaybetmesi dolarizasyonu beslerken kredi/mevduat oranının birden (yüzden) büyük olmasına yol açarak bankalar için likidite/bilanço sorunu yaratmakta ve finansal kırılganlığı artırmaktadır. Ayrıca yüksek dolarizasyon etkin para politikası için bir engeldir ve yine bankalar için bilanço sorunu yaratmaktadır. Yüksek enflasyonu besleyen ikinci etken ise küresel enflasyondur. Özellikle küresel enerji ve gıda enflasyonu enerji bağımlısı, yeteriz tarım üretimi yapan Türkiye için maliyet enflasyonunu artırmaktadır. TL’nin sürekli değer kaybetmesi de adeta bir katalizör etkisi göstermekte ve küresel enflasyonun Türkiye’de daha fazla hissedilmesine neden olmaktadır. Diğer yandan TCMB, Türkiye’nin dövize gereksinim duyan bir ülke olduğunu ve bu bağlamda özellikle Fed bağımlılığını ya ihmal etmekte ya da büyük merkez bankalarının politika dönüşümlerini yanlış okumaktadır. 2022 yılında küresel sıkı para politikası döngüsü, dış talebi bizim tercih etmeyeceğimiz biçimde azaltabilir ve ayrıca negatif reel faiz nedeniyle TL üzerindeki ilave ve yüksek baskıya neden olabilir. Bu durumda TCMB uzak olmayan bir gelecekte politika faizinde sert bir artışa gitmek zorunda kalabilir. Bu elbette biraz önce belirttiğim emek yoğun sermaye gurubunu ve emekçi kesimi olumsuz etkileyecek bir sürece neden olabilecektir. Diğer yandan Plaza iktisatçılarının önerileri ise sıcak para girişlerini artırarak geçici bir süre rahatlatsa da bir zaman sonra yeniden şimdiki sorunları yaşamamıza yani istikrarsız ekonomi döngüsünün devam etmesine neden olabilecektir. Çözüm sermayeden değil emekten yana politikalardadır. Esen kalın.