Toplumsal kutuplaşma hususunda da zaten kararsız da olsa bir denge oluşmuş durumda. Kutuplaşmanın niteliği de muhafazakâr-seküler bağlamından kaymış durumda. Bağlam içgüdüsel varoluşçuluk ve rasyonel vicdan gerilimi üzerinde oluşmuş. Bu durum şu an itibariyle uzlaşmayı değil kabullenmeyi gerekli kılmakta.Ülkenin etkin belirleyici sağ seçmeni sınıfsal olarak çeper burjuvazisi ve yoksullardan oluşmakta. CHP tabanı ise aristokrat ve orta sınıf-beyaz yakalılardan oluşmakta. Eski Kemalist ideolojik söylem, yoksulları ve çeper burjuvasını ürkütmekteydi. Helâlleşme çağrıları ve transferler güvenilir bir düşünsel zemin ve bu sınıflar için bir iş birliği modeli üretemediği için anlam kazanamadı. Uzlaşma ve helâlleşme için ortak bir tarih yaklaşımı ve fikri zemin gerekiyor. Daha da önemlisi karşılıklı olunca anlam kazanıyor. CHP seçmeni Şener ve Öztürk gibi siyasetçileri sonunda gerçeği gördüler ve katıldılar olarak farz ediyordu. Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme söylevi CHP seçmeni nezdinde bir toplumsal mutabakatın söyleviydi. Ancak mahalle ve toplumsal genelde bu söylem Ecevit’in DSP’sinin dine saygılı laiklik başlığı kadar ilgi ve güveni oluşturamadı. Zira bu Ecevit yaklaşımı ortak bir sınırı ve düşünsel zemini çağrıştırmaktaydı. Şener’in ayrılış şekli veya Kılıçdaroğlu’nun helâlleşmesinin göçmen karşıtlığı söylevi ile değişimi bir vefasızlık ve hayal kırıklığından ziyade sürecin doğal gerçekliğini bize hatırlattı. Toplumsal kutuplaşma hususunda da zaten kararsız da olsa bir denge oluşmuş durumda. Kutuplaşmanın niteliği de muhafazakâr-seküler bağlamından kaymış durumda. Bağlam içgüdüsel varoluşçuluk ve rasyonel vicdan gerilimi üzerinde oluşmuş. Bu durum şu an itibariyle uzlaşmayı değil kabullenmeyi gerekli kılmakta. Uzlaşma ve karşılıklı helâlleşme ise toplumsal kararlı denge noktasıyla başka bir bahara kalmakta.
Şener’in tavrı helâlleşmeye inancı sıfırladı mı?
Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme söylevi CHP seçmeni nezdinde bir toplumsal mutabakatın söyleviydi. Ancak mahalle ve toplumsal genelde bu söylem Ecevit’in DSP’sinin dine saygılı laiklik başlığı kadar ilgi ve güveni oluşturamadı.
Seçim sonuçlarına ilişkin muhafazakâr maruf bir entelektüel bir dostum, toplum çürümüş olan sistemi ibra etmiştir diyordu. Bunu duyduğumda aklıma ilk gelen soru “mahalle 150 yıl önce Abdülhamit istibdadını ve Demokrat partinin otoriterizmini de ibra etmişti ama” oluyordu. Bunları düşünürken İttihatçıların otoriterliğinin Abdülhamit’e ne kadar rahmet okuttuğunu ve 61 darbe zulmünün de DP icraatlarını masumlaştırıcı etkisini de var sayıyordum.
Anayasa, kurumlar ve kavramlar üzerine kurulan muhalefetin çoklu uzlaşmacı bir siyasi dili ne yazık ki değişik örnekleriyle popüler beka söylemi karşısında seçmene güveni veremedi. Bu güvensizlik ve çekingenliğin kaynağı evrensel değerler ve kurumlarla mahallenin pek ilgisi olmaması mı yoksa ilgili siyasete ve aktörlerine olan güvensizlik mi o da ayrı bir yazının konusu.
İşin en üzücü tarafı da artık seküler mahalle veya seçmende Abdülatif Şener’in çıkışıyla tamamlanan artık hiçbir İslamcı kökenli siyasetçi ve açılıma güvenilmeyeceği yargısının da pekişmesi oluyordu. Bu hayal kırıklığı tabii ki Kılıçdaroğlu’nun helâlleşmesi ve 6’lı masadaki cömertliğini de kapsıyordu.
Gazeteci Nevşin Mengü’nün deyimi ile burada en yıkıcı olan, bu sürecin sonucunun CHP seçmeninin helâlleşmeye olan inancının sıfırlanmış olmasıydı. Abdüllatif Şener’e Kılıçdaroğlu’nun kucak açması bir Yaşar Nuri örneği olarak mı yoksa partinin bir açılımı olarak mı değerlendirilmekteydi o da ayrı bir konu. Sıkça belirttiğim gibi mahallede itibarını kaybetmiş bonservisi elinde olan siyasetçilerin CHP’ye açılım olarak kazandıracakları bir şey yoktu. CHP önce açılım adı altında öfkelerinden güya Kemalist pişmanlıklarını ifade eden mahalle siyasetçileri yerine ülkenin reformcu makul vasatını temsil eden mahallenin de yabancı karşılayamayacağı Bülent Ecevit’in dine saygılı laiklik tarzından bir fikri zemini inşa edebilmeliydi.
Bu fikri zemin toplum açısından eski İslamcı siyasetçilerin transferinden çok daha önemliydi. CHP’nin gerçek entelektüelleri bu toplumsal zemini anlayabilirlerdi ancak ne kadar çaba sarf ettikleri de tartışmalıydı. Popülist Türk Sağı özellikle 70’lerden bu yana dönüşemeyen köylülüğü temsil etmekte. Şener hadisesi ve benzerlerinde ortak paydanın bu olduğu ise hâlâ anlaşılamamış vaziyette.