Şehvet mi şefkat mı? Two Lovers
“Güzel kadınların uyandırdığı şefkatten” korkmalı mı erkekler? Şehvete şefkatin karışmasından… Neden? Ayrı olduklarında değil, birlikte olduklarında içinde bir anlam sakladıkları için mi?
İnsanlar ikiye ayrılır; aşktan kaçanlar ve aşka atlayanlar… Aşktan kaçanlardan sonra başka bir film okumasında söz ederiz. Bu yazının konusu başrolünde Joaquin Phoenix ve Gywneth Paltrow’un yer aldığı ve James Gray’in yönettiği Two Lovers (İki Aşık) filmi.
Another Love şarkısının popüler olduğu ve sadakat kavramının içinin boşaldığı bir ortamda ne aşkından söz ediyoruz bilmiyorum. Filmin konusu hayatın tam ortasından. Her an karşılaştığımız bir noktayı biraz eksiklikle de olsa güzel işlemiş bence yönetmen. Musevi bir ailenin oğlu bir kıza âşık olur (o da Musevi) ve nişanlanırlar. Birbirlerini çok severler, büyük bir aşk yaşarlar ama özellikle Musevilerde sık görülen bir metabolik hastalık olan Tay-Sachs hastalığı taşıyıcısı olduklarını öğrenirler, nişan bozulur ve kızın ailesi başka bir yere taşınır.
Erkekler ve aşk konusunda spekülatif bir tezim var benim, 30 yaşına kadar âşık olur erkek ve sonraki hayatında onu veya simülasyonunu yaşar. Boşanmaya direnir, ayrılmak istemez, kadın onu terk etsin diye elinden gelen her şeyi yapar. Bu arada filmin kahramanı Leonard nişanlısından ayrıldıktan sonra hayattan kopar, hatta bipolar bozukluk tanısı alır, defalarca intihar girişiminde bulunur. Ta ki başka bir (iki) kadınla tanışana kadar.
İki kadınla benzer zamanlarda tanışır. Sandra kendi cemaatinden, tabiri Türkiye ile hanım hanımcık, ilgili, üşümesin diye eldiven alan, telefonuna dönülmediği zaman çeşitli yıpratıcı triplere başvurmayan, ailesi de varlıklı bir kadın. Michelle ise komşusu, evli bir erkekle ilişkisi var, uyuşturucu kullanıyor, babası sorunlu, ruhsal olarak da stabil olmayan biri. Bu iki kadınla tanıştıktan sonra yaşananları anlatıyor film. İyice antipatik olmamak için devamından söz etmeyeceğim, Mubi’den izlenebilir.
Biz çağırışımlarımıza gelelim. Modern çağda kadın-erkek ilişkileri ikili bir sac ayağı üzerinde yükselir; Şehvet ve Şefkat.
Bu ayırımla alakalı klasik cinsel terapi kuramları ikisinin bir arada bulunamayacağını, şefkatin olduğu yerde şehvetin sönümleneceğini iddia eder. Malumunuz, tumturaklı sözlerin kör alıcıları çok olur, bu söz de onlardan biri. Belki aşk ile sevgi arasındaki fark gibi bir fark var dersem daha anlaşılır olur.
Bunu ölümle ilgili düşüncelerimizde de görüyoruz aslında. Bir yandan ölüme isyan ediyor, bir yandan, çaresiz, ölüm olmasaydı hayat bu kadar anlamlı bu kadar değerli olmazdı diye düşünüyoruz. Düalite, zıtlık, zıtların birliği, vahdet… Her adımında birinden diğerine geçerek. Hep bir sonraki adımı hep yolun sonunu merak ederek.
Şehvet ve şefkat. Birbirine zıt iki duygu, tamamen zıt iki kavram. Hayat ve ölüm gibi. Biri varsa öbürü yok… mu?
“Güzel kadınların uyandırdığı şefkatten” korkmalı mı erkekler? Şehvete şefkatin karışmasından… Neden? Ayrı olduklarında değil, birlikte olduklarında içinde bir anlam sakladıkları için mi? Anlamdan korktuğumuzdan mı “tesadüfe” inanıyoruz, tesadüfü “saçma” bulduğumuz için mi manaya sığınıyoruz?
Tüm bu dualiteler çerçevesinde şehvet ve şefkate baktığımı söyleyeyim.
Film mi? İzlerken hangisini seçerdim sorusuna yanıt vermekte zorlandım.