Bir gazeteciyi sadece bir konuşma/söz/attığı tweet nedeniyle kısa sürede önce gözaltına almak sonra tutuklamamanın hedefi ne? Demokrat Yargı Hareketi Sözcüsü Dr. Orhangazi Ertekin yazdı.
Gazeteci Sedef Kabaş cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile gözaltına alındı ve tutuklandı. Soruşturma konusu olan sözleri ise şunlar: “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur.”
İlk anda hakaret edildiği duygusu oluşabilir bazılarında. Oysa bu hukuken içi boş bir zandır. AKP medyası ve politika esnafları bu içi boş "sağduyu" üzerinden Kabaş'a dönük gözaltı sürecini genel bir politik meseleye ve bir toplumsal linçe dönüştürmek için oldukça acele ettiler. Kabaş’ın özgürlüğünün elinden alınacağını tahmin etmek güç değildi tabii ki. Ama konu sadece Kabaş’ın özgürlüğü değil hepimizin düşünce özgürlüğüdür. Ceza hukukunun AKP’nin kendi tehdit algıları ile çalışmasıdır. Hele hele bir Cumhurbaşkanının bir sanatçıyı "dilini kopartmakla tehdit" ettiği yerde söz özgürlüğümüz çok daha önemli hale gelir.
Şimdi Sedef Kabaş'ın sözlerinin neden bir hakaret değil bir "politik mesele"ye ve bir "eleştiri özgürlüğü"ne dair olduğunu, Kabaş’a yapılan uygulamanın hukuk dışı boyutunu anlatmaya çalışacağım size. Önce Yerköy Hakimliği’mden küçük bir anı ile başlayacağım.
AKP medyası ve politika esnafları bu içi boş "sağduyu" üzerinden Kabaş'a dönük gözaltı sürecini genel bir politik meseleye ve bir toplumsal linçe dönüştürmek için oldukça acele ettiler.
“BEN BÖYLE DEVLETİN…”
Yerköy’de asliye ceza hâkimliği yaparken “ben böyle emniyetin, böyle devletin anasını avradını sinkaf ederim…” şeklinde sözler eden bir sanığa beraat kararı vermiştim. İlk anda bakıldığında açık bir hakaret niteliği taşıyordu sözler. Fakat sanık bu sözleri kendince haklı bir tartışmanın içinde sarf etmişti. Olay şuydu: sanık Yerköy’de düğün sahibi idi. Saat 23.00 da düğünün bitirilmesi için görevli polisler gelmiş ve sanığı uyarmışlardı. Fakat hemen on metre ileride bir başka düğün daha vardı ve vur patlasın çal oynasın devam ediyordu. Tutanaklarda da durum sabitti. Sanık görevlilere “şu yandaki düğün devam ediyor. Niye beni uyarıyorsunuz sadece?” diye sormuştu.
Cevap “orası Kırşehir Çiçekdağı’na bağlı. Biz karışamayız…”. Gerçekten de Kırşehir Çiçekdağı ilçesi ile Yozgat’ın Yerköy ilçesi içiçe geçmişti. Hatta neredeyse bir evin balkonu ile yatak odası ayrı ilçelerde olacak kadar yanyana idiler. Sanık yanyana olan bu iki düğün-eğlence sınırlaması ve uygulama karşısında infiale kapılmış ve kendini tutamamıştı. Fakat içeriği hakaret gibi görünen sözleri ve infiali kendisine uygulanan eşitsizliğe ve adaletsizliğe yönelikti. Polisleri zaten tanımıyordu. Hemen yan taraftaki düğün ile eşit uygulamaya tabii tutulmamasına isyan ediyordu. Hakaret gibi görünen sözler, gerçekte, bir politik eleştiriden başka bir şey değildi. Verdiğim beraat kararı Yargıtay ilgili dairesinde bozuldu. Suç olduğunu düşünüyorlardı. Direndim. Bu kez genel kurulda direndiğim kararım gene bozuldu. Fakat bu defa oy çokluğu söz konusuydu. Suç olduğu konusundaki ilk "sağduyu" çözülmeye başlamıştı.
Zaman içinde Yargıtay'ın ve hatta ilk derece mahkemelerinin benzer kararlar vermeye başladığını da pek iyi biliyoruz. Özellikle 2013-15 döneminde düşünce özgürlüğüne dair çok sayıda-onanmış- mahkeme kararı da vardır. Kabaş'ın sözleri bugün değil de 2015'de ifade edilmiş olsaydı herhangi bir soruşturma ve kovuşturma olmayacaktı çok büyük ihtimalle.
Buradan bakıldığında Kabaş’ın sözlerinin yargılama konusu olmayacağını anlamak zor değil. Fajat sadece Türkiye'deki yargı içtihatları açısından değil uluslararası insan hakları içtihatları açısından da çok ciddi bir sorun ile karşı karşıya bulunuyoruz Kabaş'ın bu kadar açık bir düşünce ve ifade özgürlüğü hakkını kullanmasına karşı verilen gözaltı kararı aynı zamanda standartları insan hakları hukukunda da açıkça belirlenmiş olan ilkelerin bir ihlali niteliğindedir.
Cumhurbaşkanına hakaret suçu ceza yasasına yerleştirilen ucube bir suç türüdür. Rejimi, lider ile özdeşleştiren ve onun bedeninde cisimleştiren bir ceza hukuku anlayışından doğar.
PEKİ, İHAM UYGULAMALARI?
Sedef Kabaş'ın sözlerini İHAM kararları eşliğinde değerlendirdiğimizde de durum açıktır. İHAM kararları bu tür suç ithamlarında kim söylemiş, kime söylemiş, hangi ortamda söylemiş, konuşmanın öncesi ve sonrasına ilişkin “bağlamı” nedir vb. gibi ölçütler üzerinden sözlerin içeriğine bakıyor. Tüm bu soruların cevabı iki kişiyi aşan bir politik duruma işaret ediyorsa orada en geniş özgürlüğün tanınması gerektiğini karara bağlamıştır defalarca. Yok, eğer kişisel düzeyde kalan bir durum varsa suç kanaatinin ağır basması olağandır. Kaldı ki sadece İHAM değil uluslararası nitelikteki hukuk mercileri de benzer ve hatta daha ileri ölçütler geliştirmişlerdir. Örneğin Amerikan devletler organizasyonu hakaretin suç olmaktan çıkarılmasını da önermektedir uzun yıllardır. Kabaş'ın sözleri bu ölçütler içinde değerlendirildiğinde de gözaltı kararında çok ciddi bir insan hakları ihlali söz konusu olmaktadır.
Cumhurbaşkanına hakaret suçu ceza yasasına yerleştirilen ucube bir suç türüdür. Rejimi, lider ile özdeşleştiren ve onun bedeninde cisimleştiren bir ceza hukuku anlayışından doğar.
Peki, ortada ulusal ve uluslararası hukuk bağlamında bir suç yoksa neler oluyor? Kabaş neden gözaltında?
CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU
Şunu en başından belirtelim: Cumhurbaşkanına hakaret suçu ceza yasasına yerleştirilen ucube bir suç türüdür. Rejimi, lider ile özdeşleştiren ve onun bedeninde cisimleştiren bir ceza hukuku anlayışından doğar. Kurumları manevi bir kimlik ile donatmak anlamına da gelir aynı zamanda. Oysa kurumlara hakaret edilemez. Çünkü kurumların manevi bir yükleri yoktur. Onlar işlevleri ile sorumludurlar ve halkın bu işlevlere karşı her türlü eleştiri ve tepki gösterme hakkı ve özgürlüğü vardır. Çünkü zaten kurumların işlevleri politik ve toplumsal bir meseleye dairdir. Manevi bir meseleye dair değil.
Türkiye'de Cumhurbaşkanına hakaret suçu yasal bir temele sahiptir. Buna karşılık asıl uygulama sorun oluşturmaktadır. Çünkü kurumlara hakaret suçunun normal kabul edildiği yerde kurumların eleştirisi de tehlike olarak görülür. Türkiye'nin bugün yaşadığı en önemli sorunlardan birisi buradadır. Fakat daha önemli bir sorun daha var.
CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇUNUN KURUCU BİR POLİTİK ARACA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
Cumhurbaşkanına hakaret özel bir ceza hukuku politikasının içine yerleştirilmiş ve kurucu bir mevzi haline getirilmiştir. Tıpkı 1920-30’lar Türkiye’sindeki “Türklüğe hakaret davaları” gibi on binlere ulaşan ve kitlesel olarak toplumun yönetiminin aracına dönüştürülmüştür. Bugün on binlerce insan Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanmakta, bütün bir toplum bunun üzerinden terbiye edilmeye ve disiplin altına alınmaya çalışılmaktadır. Genel olarak işlendiği iddia edilen suçlar karşısındaki Cumhurbaşkanına hakaret suç iddiasının olağanüstü yoğunluğu bu maddenin bir "ceza politikası" ve bir "kurucu zemin" olarak kullanıldığını göstermektedir. En açıkçası kanunun kanunu aşacak şekilde kullanıldığını ve bizzat ulusal hukukun çiğnenmeye başlandığını da ortaya koymaktadır.
Nihayetinde söylenecek çok şey var kuşkusuz ki. Fakat Sedef Kabaş'ın gözaltına alınması, sorguya sevk edilmesi ve tutuklanması oldukça ciddi bir hak ihlalidir. Buna karşı hak mücadelesine sahip çıkmaktan başka çare yoktur. Cumhurbaşkanının bir yurttaşın dilini kopartma yetkisi olduğunun açıkça dile getirildiği bir ülkede artık söz ve düşünce özgürlüğüne ve adalete daha yüksek bir sesle sahip çıkmamız gerekiyor...
Kabaş'ın bir an önce ve derhal özgürlüğüne kavuşmasını bekliyorum...