Muhalefet için en kötü senaryo bir demoralizasyon sürecine, parçalanmaya, başıbozukluk içine düşmesidir. Millet İttifakı, velev ki bazı konularda ittifak içi dengeler sorunlu ve ittifakın bütünü için zararlı hâle gelmiş olsun, hâlen muhalefetin en parlak fikridir.3. 10 ay sonra yerel seçimler olacaktır. AKP mevcut ekonomi politikalarıyla bu yerel seçimlerde oyunu arttıramayacak, muhtemelen daha da gerileyecektir. Bu CHP için de daha geniş perspektiften bakılırsa diğer Millet İttifakı partileri için de bir fırsattır. CHP kalelerini tahkim etmek zorundadır. Dahası, el’an AKP’li belediyelerin mevcut olduğu, fakat dünkü seçimlere bakılırsa, AKP’nin çoğunluğu kaybettiği veya kaybetmek üzere olduğu, Batı Anadolu’daki bir büyük şehirler kuşağında (Balıkesir, Bursa, Manisa, Denizli) mutlaka zafer kazanmak zorundadır. Türkiye’yi en kritik bir buhran ortamında, halkın yarısından fazlasının rızasını başkanlık seçiminin ikinci turunda az farkla kazanabilmiş bir iktidar yönetmektedir. Ülkedeki ekonomik durumun daha da içinden çıkılmaz hâle geleceği düşünüldüğünde, bu sonucun üstüne yerel seçimlerdeki gerileme, AKP iktidarını iyice zayıflatacaktır. Fakat bu gerilemeyi yine bir aritmetik oy hesabından ibaret düşünmeyelim, mühim olan AKP’nin özellikle yoksullara yönelik kullandığı söylemin inandırıcılığını ortadan kaldırmak, toplumsal rıza üretimini engellemek, geniş kesimlerdeki memnuniyetsizliği politize etmektir. Gelelim asıl meseleye: Muhalefet için en kötü senaryo bir demoralizasyon sürecine, parçalanmaya, başıbozukluk içine düşmesidir. Millet İttifakı, velev ki bazı konularda ittifak içi dengeler sorunlu ve ittifakın bütünü için zararlı hâle gelmiş olsun, hâlen muhalefetin en parlak fikridir. Buradaki ittifak konfigürasyonu yeniden tanzim edilebilir, fakat bunun kimseyi kırıp dökmeden, kopmalara meydan vermeden yapılması lüzumu vardır. Bu ittifak mümkünse genişletilmelidir. Cumhur İttifakı’nın da çok geniş bir koalisyon olduğu gerçeği asla unutulmamalı, bununla ittifaksız, dar çizgici bir anlayışla mücadele edilemeyeceği akılda tutulmalıdır. Yenilgiyi doğru tahlil edebilmek, hataları doğru teşhis edebilmek çok önemlidir. Ancak mağlubiyetin travması içine hapsolmamak, başarısızlıktan sonra yeniden ayağa kalkıp mücadele edecek gücü ve inadı bulabilmek daha önemlidir. Ne olursa olsun, Türkiye çok kalın çizgilerle ikiye bölünmüş, müthiş bir kutuplaşma yaşanan bir ülkedir. Bu kutuplaşmada iki tarafın da % 50 civarı ağırlığı olması, bir yenişememe durumu getirmektedir ki bahsettiğim durum Türkiye’nin Rusyalaşmaması için çok büyük önem taşıyan bir sosyal olgudur. Muhalefet dinamizmini muhafaza ettiği, gücünü koruduğu ve geliştirdiği sürece bu ülkedeki her seçimi başa baş götürebilir. Ama kazanmak için çok daha büyük bir seferberlik ve geniş satıhlı bir stratejiye ihtiyaç vardır. Önümüzdeki seçimlerin kampanyası seçimden bir-iki ay önce değil, bugün başlamalıdır.
Seçimler ve geleceğe dair üç not
Yenilgiyi doğru tahlil edebilmek, hataları doğru teşhis edebilmek çok önemlidir. Ancak mağlubiyetin travması içine hapsolmamak, başarısızlıktan sonra yeniden ayağa kalkıp mücadele edecek gücü ve inadı bulabilmek daha önemlidir.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı seçimleri kaybetti.
Aday doğru muydu? Şu değil bu konu üzerinde propaganda yapılsa daha çok mu oy alınırdı? İttifaka falan parti dahil edilse netice değişir miydi? Bu tartışmalar gereksiz değildir şüphesiz, önümüzdeki günlerde de -en azından muhalif kamuoyunda- gündemi belirleyeceklerdir. Özeleştiriye kapıyı kapatırsak mağlubiyetler devam eder. Muhalif cenahın her lideri, her kamusal figürü, her sözcüsü başta kendinden başlayarak bir sorgulama ve özeleştiri sürecine girmelidir. Bu tartışma özelinde, bu konuyu daha sonraki yazılarda tartışmak için şimdilik noktalayıp devam ediyorum. Seçimler kaybedildi, ama hayat bitmedi. Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy veren 25 milyonu aşkın seçmen hâlen nefes alıp vermekte, muhalefetin alacağı yeni pozisyonu beklemektedir. Bu babda birkaç noktayı vurgulamakta fayda var:
1. Türkiye ağır bir ekonomik buhran içindedir. Bu buhranın daha da derinleşeceği açıktır. AKP’nin bu buhranı sürdürülebilir/yönetilebilir kılmak için bazı tedbirleri var, bunlardan en yaygını da üst ve alt sınıfları krizin ağırlığından azade kılarak yükü orta sınıfların sırtına bindirmek. Keza enflasyonu ikincilleştirip kemer sıkma tedbirlerini belirsiz bir geleceğe erteleyerek işsizliğin artmasını engellemek de benzer bir tedbir.
Sıradan halkın gözünde ekonominin “tıkırında” olmadığının en belirgin göstergesi olan döviz kurundaki hızlı artışlara mâni olmak da yine benzeri bir yöntem. Fakat bunların hepsi, günün sonunda zaman kazanmak amacı taşıyan eylemlerdir. Genel istikameti değiştirmezler.
Derinleşen buhran içinde, iş çevreleri ve en geniş anlamıyla AKP’li yıllarda palazlanmış yeni bir üst-orta sınıf çok büyük kayıplar yaşamaz, fakat bunun ıstırabını en yoğun olarak Türkiye’nin yoksul kitleleri çekecektir. Özellikle bu kitlenin büyükşehirlerin kenar semtlerindeki en güçsüz kesimi, böyle bir buhrana karşı en kırılgan toplumsal grup olacaktır. Söz konusu kesime yönelik, ülkedeki cari kulturkampf’ı da aşacak yeni bir ilerici siyasal dil bulmak muhalefet için hayati önemdedir.
2. Yukardaki ile bağlantılı olarak emek hareketini, Türkiye’deki giderek büyüyen bir yoksullar ve hoşnutsuzlar cephesi mantığı içinde ele almak önemlidir. Türkiye’deki emekçiler üç kere kıskaçtadır: ilk kıskaç AKP’nin yoksullaştırıcı siyasetidir, ikinci kıskaç Türkiye’de emekçi örgütlenmesi ve sendikalaşma her sene gerilerken, iş çevrelerinin güvencesiz emeğe dayanma politikalarıdır ve üçüncü kıskaç emekçilerin ekmeğine ortak çıkan kaçak göçmenlerdir.
Bu üç meseleye karşı, toplumun güvencesiz milyonlarına yönelik, tüm kültürel bölünmeleri bir kenara atacak, bir geniş cephe stratejisi inşa etmek muhalefetin gücüne güç katacaktır. “Fakirlik edebiyatı”ndan korkmayalım ve bunu salt salt sandık odaklı da düşünmeyelim. Beyaz yakalı-mavi yakalı bölünmesini aşacak şekilde, Türkiye’de maaşlı çalışan herkesi örgütleyebilecek, herkesi ikna edebilecek bir temel stratejiyle bahsettiğim üç kıskacı parçalayabiliriz.