Seçim sonrası ekonomik gelişmeler

Abone Ol
Erdoğan ortaya çıkan bunca ekonomik enkazdan sorumlu görülmezken, bu son değişikliklerle tüm fatura ekonomi yönetimine çıkartılmış görünüyor. “Erdoğan iyi, çevresi kötü” yargısı bu konuda da işlemiş görünüyor. Seçimlerin ardından ekonomide keskin dönüşlerin yapıldığı bir dönemdeyiz. Daha önce yerli ve milli söylemiyle vatandaşa pazarlanmış olan, iktisat bilimin gerçeklerini ret eden politikalardan, temelleri daha çok iktisadi rasyonelliğe dayanan yeni bir ekonomi yönetime geçiş yaptık. Bu geçişin sembol ismi Sayın Mehmet Şimşek oldu. Tek adam rejimi altında, şeffaf, hesap verebilir ve liyakat temelli bir ekonomi yönetim tarzını benimsediğini görevi devralır almaz söyleyiverdi. Ne yalan söyleyeyim, yeni yönetimin vasıflarını bir önceki yönetiminkiyle karşılaştırdığınızda, ister istemez insanın “bir önceki neydi o zaman” diyesi geliyor. Hatta ekonomi yönetiminde yer alacağı söylenilen bazı parlak isimler kamuoyunda dolaştıkça, iktidar cenahında yer alanların coşku ve sevinci gerçekten görülmeye değer. Demek ki onlar da bir önceki yöneticilerden pek haz etmiyor, onları gurur duyacak nitelikte görmüyorlarmış. Görünen o ki, Sayın Erdoğan ekonomi yönetimini pek başarılı görmemiş, ortaya çıkan sonuçlardan da pek memnun olmamış. Seçim sürecini kazasız belasız atlatıp kamuoyu güvenini tazeledikten sonra Sayın Erdoğan, bugünden itibaren yaklaşık on ay sonra yapılacak yerel seçimlerde büyük şehirleri almayı arzuluyor. Bunun da yolu, bugünkü ekonomik sıkıntıların etkilerini ülkenin kalanından daha çok hisseden büyük şehirlerdeki seçmenin rızasını alabilmektir. Bugünkü ekonomi yönetimindeki değişikliğin anlamı budur. Peki, bu kadro dönüşümü kötü mü olmuştur? Elbette hayır. Ekonomi yönetiminde olması gereken neo-liberal ilkelerin temsilcisidir Mehmet Bey. Politika inanıldığını sağlayabilir ve Türkiye’nin şu anda ekonomi çevrelerinde mevcut olan güvenilirlik açığını kapatabilirse, en azından kısa dönemde ekonomide bir ferahlama yaratabilir. Yabancıların endişelerini tam olarak olmasa da kısmen giderecek bir ekonomi yönetimi sergileyebilir. Ülkemizdeki ekonomik istikrara önemli bir katkı yapabilir. Ama onun, Türkiye ekonomisinin temel sorunlarının çözümüne yönelik yapısal dönüşüm politikalarını bırakın uygulamayı, teklif bile edebilecek iradeye sahip olduğunu düşünmüyorum. Zira bu yapısal reformlar siyasi bir meseledir ve şu anki AKP’nin böyle radikal bir dönüşüme rıza göstermesi mümkün değildir. Ama yine de sorulması gereken temel soru hâlâ orta durmaktadır. Böyle bir ekonomik sonuçların çıkmasının sorumlusu kimdir? O görevlerdeki bakan ve bürokratlar mı, yoksa onları oralara atayan mı? Şimdilik vatandaşın buna verdiği mesaj ortadadır. Erdoğan ortaya çıkan bunca ekonomik enkazdan sorumlu görülmezken, bu son değişikliklerle tüm fatura ekonomi yönetimine çıkartılmış görünüyor. “Erdoğan iyi, çevresi kötü” yargısı bu konuda da işlemiş görünüyor. Sayın Cumhurbaşkanı aldığı riskleri bilse de ekonomik olarak başka bir çıkış bulamadığı aşikâr. Yoksa neden kendi gönderdiği birini tekrar göreve çağırsın ki? Neticede buna kendi karar vermiş oldu. İkna olduğu bu kadronun politikalarının, en azından kısa vadede ekonomi için çözüm olacağına inanmış gibi. Ama bir süre sonra, bu yöneticilerin uygulamalarına karşı vatandaştan yükselecek şikayetlere tavrının ne olacağı şimdiden bilmek zor. Tüm bunlara rağmen yine de sormadan edemiyorum. Benim gibi, geçmişte Sayın Mehmet Şimşek’in bugün açıkladığı yönetim ilkelerinin uygulanması gerektiğini öneren birçok iktisatçıya “mandacı”, “vatan haini” ve en sonunda da “beyinsiz” diyenler, bu U-dönüşünü nasıl açıklayacaklar? Bizlerin bu suçlamalara muhatap olması bir yana, bu yapılan uygulamalardan ekonomik olarak zarar görenler ne olacak? Daha çok fakirleşenlere, ekonomik olarak refah kayıplarına uğrayanlara, ellerinde avuçlarında ne biriktirdiyse bunları bir çırpıda kaybedenlere ne denilecek? Siyasiler bu “günahın” altından nasıl kalkacaklar? Böyle bir kadroyla, ekonomi yönetiminde ortodoks yöntemlere yönelineceği uluslararası çevrelere net bir şekilde verilmeye çalışılırken, bu değişimin ekonominin şiddetli bir şekilde ihtiyaç duyduğu yabancı sermayeyi de çekmesi beklenmektedir. Eğer yapılan değişiklikler yabancılarca inanılır bulunursa, bunun gerçekleşmemesinin bir nedeni yok. Ancak benim tahminin yabancıların bu noktada muhafazakâr davranıp, biraz daha beklemeyi tercih edeceğidir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, seçim döneminde hiç çekinmeden uyguladığı ve sonuç almayı başardığı seçim ekonomisini yerel seçimde de uygulayıp, büyük şehirleri almak istiyor.
Uygun mudur bilemiyorum ama “tencerenin deviremeyeceği hiçbir ideoloji yoktur” diyebiliriz. Zaten bunun yol açtığı ekonomik sıkıntılar Albayrak ve ekürilerinin ekonomi yönetiminde denedikleri modele güvenin azalmasının sebebidir. Bu değişim aynı zamanda, Sayın Cumhurbaşkanımızın kendi partisi içindeki gruplar arasında, ekonomide doğan zaruretten dolayı yeni bir pozisyon alması anlamına da gelir. Ama bu pozisyonun ne kadar korunacağı ise, daha çok uygulamaların seçmen tercihine yapacağı etkilere bağlı kalacaktır. Zira Sayın Cumhurbaşkanının amacı, Türkiye ekonomisi için iyi olacak uygulamalar değil, aksine büyük şehirlerde seçimi kazanmak için işine yarayacak politikalardır. Sayın Cumhurbaşkanımız, seçim döneminde hiç çekinmeden uyguladığı ve sonuç almayı başardığı seçim ekonomisini yerel seçimde de uygulayıp, büyük şehirleri almak istiyor. Nasıl o seçim harcamaları, ekonomik sıkıntıların AKP’nin Anadolu’daki oy depolarındaki kitlere ulaşmasını engelleyip, AKP lehine kamuoyu rızası ürettiyse, bu sefer de aynını büyük şehirlerdeki seçmen kitlelerine yönelik yapmak istiyor. Büyük şehirlerdeki ekonomik etkinin doğrudan piyasa koşullarından etkilenmesi de piyasanın direttiği yönde bir yönetim tarzına geçmeyi zorlu kılıyor. Mehmet Şimşek Beyefendinin ana özelliği bu tarz piyasacı bir yönetimi yapabilecek kişi olmasıdır. Bu bağlamda, son zamanlara Mehmet Şimşek ile 2000’lerin başlarında Kemal Derviş’in uyguladığı ekonomi yönetimi ve politikalarla paralellik kurmak isteyenlerin çıkması bu süreçte kamuoyu algılarının yanlış oluşmasına hizmet etmiştir. Zira iki yönetim tarzının ve uygulamaların birbirine göre çok ciddi farkları vardır. Derviş politikalarının ana amacı, ülkenin yapısal sorunlarını çözmek, ülke ekonomisinin istikrarlı bir büyüme patikasına kavuşturmaktı. Bu yüzden ismi “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıydı”. Bu program, sonuçları itibariyle kısa dönemci değil, daha uzun dönemli hedefleri olan bir programdı. Kemal Derviş ise bu programın uygulanmasında tek söz sahibi olan bir teknokrattı ve amacı Türkiye ekonomisinin yapısını değiştirmekti. Mehmet Şimşek ve Kemal Derviş’in amaçları ve ekonomi yönetiminde sahip oldukları otonomi bakımından aralarında ciddi farklılıkları vardır. Ama uygulama kabiliyetleri açısından aralarında oluşan temel fark ise “yapabilme iradesi” bakımından Kemal Dervişin hareket alanının daha geniş olmasıdır. Benim gördüğüm kadarıyla bugün ülkemizdeki siyasi ortamda, böyle bir irade sadece Sayın Cumhurbaşkanındadır. O da bu yönde bir iradeyi kendisi ve partisi için üreteceği siyasi etkilere bakarak kullanmaktadır.