Seçim hasar tespit raporu: Neden böyle oldu?

Abone Ol
AKP’nin sadece cemaatlerle ve din istismarıyla yetindiğini varsayarsak büyük bir yanılgıya düşeriz. İktidar partisinin dini gruplarla kurduğu ilişki sadece toplumsal ilişkiler ağının bir parçası olması açısından kıymetlendirilmeli, tek başına izah gücü yok. Millet İttifakı’nın birinci turun ardından aşırı milliyetçi bir söylem değişikliğine gitmesi, dereyi geçerken at değiştirilmesi, demokratik prensiplere tamamen aykırı bir şekilde mülteci düşmanı/ırkçı bir partiyle ittifak kurması vs. gibi yanlışlara hiç girmeyeceğim. Yeşil Sol Parti Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bağımsız bir adayla başkanlık yarışına gidermek yerine aday çıkarmaması yahut Gelecek-Saadet-Deva üçlüsünün bir türlü aralarında anlaşamayıp CHP listesinden girmelerindeki sıkıntıya falan da girmeye niyetim yok. Benim niyetim AKP’yi önce toplumla kurduğu ilişkinin boyutlarını iyi anlayıp anlamadığımızdan emin olmak, ardından AKP’li seçkinlerle hiyerarşinin daha alt kesimlerindeki insanlarla ilişkilerine uzanıp işe yarar bir hasar tespit raporu için mütevazi bir girişimde bulunmak. Gerisi Allah Kerim. Öncelikle halkın güce boyun eğdiği mitosu oldukça sınırlı geçerliliği olan bir önerme. Çözüm sürecinde hep birlikte gördüğümüz gibi devletin meşruiyet ve gücü, AKP seçmeni dâhil bir çok insana çözüm sürecinde Öcalan ve Kandil ile masaya oturmayı dahi kabul ettirmişti. Elbette devletin meşruiyeti, devlete hakim olan aktörün de benzeri bir meşruiyetten nemalanmasını, meşruiyet kaynaklarını geliştirmesi ve derinleştirmesini beraberinde getiriyor. AK Parti’nin toplumla ve cemaatlerle kurduğu kompleks ve derin ilişkiler ciddi ölçüde irdelenmeden yapılan analizler eksik kalacaktır. Bir gün Haliç kıyılarında yaşayan bir arkadaşımı ziyaretten dönerken başıma gelen bir olay aslında az çok bildiğim mevzunun kafama dank etmesine yol açtı. Bundan birkaç yıl önce, öyle olmadığı hâlde sonradan ters yön hâline getirilmiş sokağın başında sanki görülmemesi için farklı yöne bakar şekilde konmuş trafik levhasını görmediğim için sokaktan içeri arabayla girmeye çalışmış, tekerleklerim sokağın başına yerleştirilmiş tuzağa takılıp patlamıştı. Sokağın kenarında kurmuş oldukları nargile tezgahında keyif çatıyor görünümü veren gençler birden yanımda bitmişlerdi. “Abi burada hep oluyor bu, çok arabanın tekerleği böyle patladı.” dedi. Yaşça diğerlerinden daha büyük görünen biri diğerlerine “abiye yardımcı olalım” diye seslendi. Yakından bakınca çocuklarda hiçbir karşılık beklemeden insanlara yardım eden, sevgi dolu dindarlığın sıcaklığını hissetmiştim. Son derece mütevazı ve içten davranıyorlardı. O ana kadar hiç tekerlek değiştirmediğimden mağdur bir durumdaydım. O kadar makbule geçmişti ki, kendilerine nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Elemanlar tekerleği taktıktan sonra hızla uzaklaşırken ben, kartımı uzatıp gazeteciyim basın ya da medyaya bir işiniz düşerse beni arayabilirsiniz diyecek oldum, “abi biz AK Parti il teşkilatındayız zaten, gerek yok” demesinler mi? Çok şaşırmıştım. Bu olay AK Parti’nin toplumla olan ilişkiler ağının ve bu ağ içerisinde var olan örüntülerin önemli bir göstergesiydi benim için.
AKP’nin toplumla iç içeliğini gösteren bir başka konu AK Parti’nin on milyonluk üye sayısıdır. Hadi bunun yüzde otuzunun ciddi bir toplumsal örgütlenmeye karşılık gelmediğini varsayalım. Kalan yedi milyon kişiyi ne yapacağız?
Bir diğer çarpıcı örneği ise son seçimlerde sandık görevlisi ya da müşahit olarak görev alan muhalefete yakın AKP teşkilatlarının gösterdiği örgütlenme düzeyiyle ilgili şaşkınlık. Bu şaşkınlık ve AKP’nin gençler, ev hanımları hatta çocuklara yönelik etkinlik ve örgütlenme düzeyinden ne kadar bihaber olunduğunu gösteriyor. Geçenlerde yengem, arkadaşlarıyla Dubai’ye gitmiş, ben zannediyorum ki kendi arkadaşlarıyla gitmiş. Meğer AKP Kadın Kolları birçok ülkeye seyahat organize ediyormuş. Seçim sandıklarına baktığınızda bir ailenin tüm üyelerinin sandık görevlisi olduğunu görüyorsunuz, aynı okulda baba, anne ve çocuklar farklı sandıklarda görev yapıyor. AKP öyle bir kuşatıyor ki toplumu, ilişkilerde boşluk bırakmıyor. Her bir AKP’li kendisini bu ilişkiler ağı içerisinde anlamlandırıyor. Bu ilişkilerin içinde olan biri, kalkıp da farklı bir partiye oy vermeyi aklından bile geçirmez. Sadece dinin siyasi bir rant olarak kullanımı da açıklamada yetersiz. Dinin bir ideolojiye ya da siyasal bir tutuma dönüştürülmesi tek başına yeterli olsaydı Millet İttifakı içindeki Saadet Partisi gibi AK Parti ile kabili kıyas olmayan bir İslamcı retoriğe sahip ve belki de tüm siyasi partiler içerisinde İslamcı sıfatını hak eden tek siyasi partinin ve diğer Millî görüş kökenli partilerin ciddi bir yükseliş içerisinde olması gerekirdi. Her ne kadar hiç de azımsanamayacak katkıları olsa da Millî görüş kökenli üç partinin Millet İttifakı’na başkanlık seçimlerini kazandırması gerekirdi. Bu arada Yeniden Refah Partisi gibi unsurların yükselişindeki devlet gücünün etki ve öneminin farkında olarak bunları söylediğimi ifade etmeliyim. AK Parti’nin cemaatlerle kurduğu ilişkiler sadece görünen tablonun bir bölümünü oluşturuyor. Dini cemaatler AKP’ye hem devasa bir dinamizm hem de ciddi bir meşruiyet sağlıyor. Bu dini yapılar AKP’nin irrasyonel ve vakıaya tekabül etmeyen politik söylemlerini sadece meşrulaştırmakla yetinmiyor, sıradan insanların ve cemaat üyelerinin politik görüşlerini şekillendiren bir işlev görüyorlar. Bir olay olduğunda İletişim Başkanlığı ve Fahrettin Altun ve üst düzey birkaç kişi toplanıyor ve bir strateji belirliyorlar. Belirlenen strateji saçma sapan olabilir, irrasyonel olabilir hiç önemi yok. Önemli olan kendisine yönelik suçlamalara ya da yaşanan gelişmelere AKP’nin bir yanıtı olması. Bu strateji ve yanıtlar dizisi dikey bir empozeyle en alttakine kadar ulaştırılıyor. Bundan sonra artık muhalefet ne derse desin söz tesir etmiyor.
AKP’nin sadece cemaatlerle ve din istismarıyla yetindiğini varsayarsak büyük bir yanılgıya düşeriz. İktidar partisinin dini gruplarla kurduğu ilişki sadece toplumsal ilişkiler ağının bir parçası olması açısından kıymetlendirilmeli, tek başına izah gücü yok.
Bu arada RTE’nin Yargıtay açılışı gibi önemli münasebetlerde Diyanet İşleri Başkanını çağırması tesadüf değil. Diyanet işleri başkanlığında görev alanların büyük bir bölümü politize olmuş durumda, imamların çoğunun AK Parti militanı olduğuna dair iddialar var. Ben birçok imam ve hocayla görüştüm, bazılarıyla konuşulabiliyordu. Ama onların bile AKP ile ciddi gönül bağlarının olduğunu ileri sürebilirim ama kanıtlayamam. Pandemi döneminde inşa edilen Vefa Grubu üyelerinin önemli bir bölümünü imamlar oluşturuyordu örneğin. Ama bütün bunlara rağmen AKP’nin sadece cemaatlerle ve din istismarıyla yetindiğini varsayarsak büyük bir yanılgıya düşeriz. İktidar partisinin dini gruplarla kurduğu ilişki sadece toplumsal ilişkiler ağının bir parçası olması açısından kıymetlendirilmeli, tek başına izah gücü yok. Nitekim AKP, Milli görüş geleneğinde mahallenin en ücra köşelerine kadar nüfuz etme, onlarla salt politik ilişkiler değil aynı zamanda bir gönül ilişkisi kurma geleneğini olduğu gibi tevarüs etti ve bunu kendisine mal etmeyi başardı.  AKP’nin toplumla iç içeliğini gösteren bir başka konu AK Parti’nin on bir milyonluk üye sayısıdır. Hadi bunun yüzde otuzunun ciddi bir toplumsal örgütlenmeye karşılık gelmediğini varsayalım. Kalan yedi milyon kişiyi ne yapacağız? Sonuç olarak muhalefetin sokağa inmesi, mahallelerde yoksul insanlarla temas kurması, insana dokunması, örgütün teşkilatlanma biçimini değiştirmesi, yüz yüze gönül gönüle ilişkiler kurması gerekiyor. Toplumla barışmayı bırakın muhalefetin toplumla bütünleşmeden seçim kazanması, bu yapının toksit etkisini kırması oldukça zor. Konuya ilişkin önümüzdeki dönemde verilere dayalı, daha fazla sosyal bilim verileri içeren yazılar yazmayı düşünüyorum.