Açıklanan büyüme oranları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, benim de dâhil olduğum bir grup iktisatçının tekrarlayıp durduğu gibi, ekonomik sıkıntıların vatandaş tarafından farkına varılması seçim sayesinde engellenmiştir.
Geçtiğimiz seçim döneminde bugüne kadar eşi benzeri görünmemiş bir seçim ekonomisine maruz kaldık. İktidarın ekonomik alandaki sıkışıklığını aşmak için “
battı-balık yan gider” mantığıyla, elindeki tüm imkânları devreye soktuğuna şahit olduk. Bu harcamaların ekonomik sonuçlarını ise çok geçmeden göreceğiz.
Ancak uygulanan bu seçim ekonomisinin işe yaradığını da gördük. Yapılan seçimde, iktidar kamuoyu nezdinde güven tazeledi ve seçimi kazanmasını bildi.
Hem de 6 Şubat’ta, güney doğu illerini kapsayan bir alanda çok büyük bir deprem felaketinin yaşanmış olmasına rağmen, bu başarıyı elde etti.
Şimdi bu yenilginin ardından muhalefet nerede hata yaptığını tartışırken, TÜİK 2023 yılının ilk çeyreğine ait büyüme rakamlarını açıkladı.
Sonuçlar ilginç ve seçimler üzerinde etkisi bakımından değerlendirmeye değer.
Çarşamba (31 Mayıs 2023) günü açıklanan büyüme rakamlarına göre, Türkiye ekonomisi birinci çeyrekte yüzde 4 oranında büyümüş. Bu oran son iki yılın birinci çeyrekleri arasındaki en düşük oran. Malum olduğu gibi, geçen sene aynı çeyrekte büyüme oranı yüzde 7,6 idi. Bir önceki yıl ise, bu oran yüzde 7,5’di. Açıklanan yüzde 4’lük rakam böyle bir açıdan bakıldığında, elde edilen büyümenin çok parlak bir büyüme olmadığı söylenebilir.
Bu boyutta bir seçim ekonomisi izlenirken ortaya çıkan bu büyüme oranı, sanırım iktidarın da pek beklediği bir oran değildi.
Ancak elde olmayan nedenlerle yaşanan deprem felaketinin etkisiyle büyüme arzu edilen seviyenin altında kalmış görünüyor.
Bu yılın önemli bir seçim yılı olmasının dışında, ortaya çıkan rakamlardan da anladığımız kadarıyla, büyümenin genel karakteri pek fazla değişmemiş.
Sadece depreme ve seçime özgü bazı, ufak tefek değişiklikler yaşanmış.
Şimdi son açıklanan rakamları fırsat bilerek, Türkiye ekonomisinin son yıllarda elde ettiği büyümenin genel karakterine tekrar dikkat çekmekte yarar var.
Öncelikle büyümenin arz yönündeki kaynaklarına baktığımızda, bu yüzde 4’lük büyümenin ana kaynağının yine
hizmet-ticaret-inşaat-ve-bankacılık sektörleri olduğu anlaşılmaktadır. Aslında çok uzun zamandır olduğu gibi, bu sektörler hâlâ Türkiye ekonomisindeki büyümenin motoru olamaya devam ediyorlar.
Bu sektörler Türkiye ekonomisindeki istihdamın ve katma değerin en önemli kaynakları.
Özellikle seçime giderken, iktidarın kamuoyu rızası üretmek için ihtiyaç duyduğu istihdam ve geliri üretebilmek için kullanabileceği sektörler bunlardır. Bunu da bu ve benzeri sektörlerin AKP döneminde orantısız bir şekilde genişlemesinden anlamaktayız.
Bu sektörlerin biz iktisatçılar için yarattığı sıkıntı ise, rahmetli Çetin Altan’ın tanımlamasını kullanarak ifade edebiliriz.
“Bu tarz iktisadi faaliyetler istihdam yaratmak ve gelir kaynağı olmak bakımından Türkiye içinde önemlidir, ama Kapıkule dışında, dünya ekonomisinde bunların bir önemi yoktur”. Üretip, sattığınız konuttan bu sınırlar içinde yararlanabilirsiniz, ya da herhangi bir restoranda yediğiniz yemeği, aldığınız hizmeti yurtdışına ihraç edebilmeniz mümkün değildir.
Yani bu sektörler ülkenin döviz geliri kazanma kapasitesine herhangi bir katkı yapmazlar. Sadece dışarıdan bir şekilde temin edilen dövizlerin harcandığı sektörlerdir bunlar ve ülke ekonomisini döviz cinsinde yükümlülük ile karşı karşıya bırakırlar.
Bu sektörlerin büyüme kapasitesi ve/veya genişlemelerin sınırı ülke ekonomisinin elde edebildiği döviz miktarı kadardır.
Çok uzun zamandır ülkemiz dışarıda bol ve ucuz bulunan borçlanma imkânlarından yararlanarak, bu tip sektörleri o veya bu amaçla büyütmektedir.
Bu politika siyasi olarak işe yaramış olsa da ülke ekonomisinin kırılganlığını ve dövize olan bağımlılığını arttırmıştır. Elbette çok önemli bir seçim arifesindeki iktidarın böyle teknik detaylara kafa yorması beklenemez. Onun için seçimlere etki etmesi muhtemel olan istihdamda bir azalmanın yaşanmaması, gelir akımlarının daha önceden olduğu gibi devam ettirilebilmesi işbaşındaki siyasi iradenin önceliğidir.
Zira vatandaşın siyasi tercihlerinin en önemli dayanağı istihdam ve gelirdir. Bu yüzden iktidarın seçim döneminde bu sektörlere, diğerlerinden farklı olarak daha fazla yüklenmesi beklenir. Siyasi ve ekonomik stres altındaki bir iktidar için başka şekilde davranmasını beklemek de çok mümkün değildir.
Birinci çeyrek büyümesinin bu özelliğini, aynı dönemde uygulanan seçim ekonomisinin bir neticesi olarak kayda düşmekte yarar var.
Herkes bu süreçte ülkenin kaybettiği rezervlere hayıflanırken, asıl tehlike Türkiye ekonomisinin giderek daha fazla
hizmet-ticaret-inşaat-ve-bankacılık gibi ülke sınırları içinde kalan faaliyetlere bağımlılığının artmasıdır. Maalesef ülkenin son kaynaklarının kullanıldığı sektörler hep bu faaliyetlerin teşviki yönünde kullanılmıştır.
Herkes bu süreçte ülkenin kaybettiği rezervlere hayıflanırken, asıl tehlike Türkiye ekonomisinin giderek daha fazla hizmet-ticaret-inşaat-ve-bankacılık gibi ülke sınırları içinde kalan faaliyetlere bağımlılığının artmasıdır.
Oysa Türkiye gibi gelişme düzeyinde olan bir ülkeye döviz kazandırabilecek sanayinin, bu süre zarfında çok parlak bir performans göstermemesi iktisatçılar tarafından endişeyle karşılanması gereken bir durumdur.
Hatta birinci çeyrekte sanayi faaliyetlerin yüzde 0,7 oranında azalması kesinlikle görmek istediğimiz bir gelişme değildir. Şubat ayında yaşanan deprem büyük ölçüde sanayinin bu performansında rol oynamıştır.
Aynı dönemde tarımdaki gelir kaybı ise yüzde 3,8 mertebelerinde gerçekleşmiştir.
Bunda depremin etkisinin belirleyici olduğu söylenebilir. Bu iki sektörün büyüme performanslarındaki gelişmeler, büyük ihtimalle bu çeyrekte elde edilmesi beklenile yüzde 7’lük büyüme orana ulaşılmasını engellemiştir.
Yüzde 4’lük büyüme oranının talep bakımından kaynaklarındaki gelişmeler de oldukça ilginç.
Önceki dönemlere paralel bir şekilde “
tüketim” bu dönemde talebin ve tabi ki büyümenin en önemli kaynağı olmaya devam etmiş. Zaten son zamanlarda tüketici güven endeks değerlerindeki yükselme de bunun öncül göstergelerinden birisiydi.
Bu şekilde vatandaşın tüketim yapma kabiliyetinin ekonomik gelişmelerden etkilenmesinin önüne geçilebilmiş ve ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların vatandaş tarafından farkına varılması engellenebilmiştir. Belki de kamuoyunun bir kısmı ekonominin iyi olduğuna bile inanmıştır.
Ülkemizin üretim kapasitesinin yetersizliği ve yüksek talep sebebiyle ithalatımızda geçen dönemlerde de görülen artışlar, 2023 yılının birinci çeyreğinde de devam etmiştir. Bu Türkiye ekonomisinin en kırılgan yönünü oluşturmaktadır.
Aynı dönemde ihracat ise, üst üste üçüncü döneminde de azalma göstermiştir. Bu dönemdeki azalmanın boyutu yüzde 0,3 olmuştur. Hatırlanacağı gibi, bir önceki dönemde ihracattaki azalma yüzde 3,3 olarak gerçekleşmişti.
Böyle bir sonucun elde edilmesinde, aynı dönemde izlenilen kur politikasının rolü önemlidir. Zira iktidar kur artışlarının enflasyon üzerinde yaptığı etkileri sınırlayabilmek için kura müdahale edip, artışlarını sınırlamıştır. Ancak aynı dönemde enflasyonu yeterince kontrol edemediği için TL’nin göreli olarak değer kazanmasının önüne geçememiştir.
Bunun sonucunda ihracat azalırken, ithalat da çok daha cazip bir seçenek hâline gelmiştir. Şimdi bu kur politikası değişmişe benziyor. Yalnız bu değişikliğin etkilerini ikinci çeyrek rakamlarında görebileceğiz.
İktidarın bu seçim dönemde izlediği popülist seçim ekonomisinin izleri en güzel gelirler üzerinden izlenir. TÜİK birinci çeyrek büyüme bülteninde yer alan, gelirler cinsinden gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) bileşenleri ihtiyaç duyduğumuz gözlemi yapabilmemize olanak vermektedir.
Tüm bunlara rağmen ortada olan bir şey var ki o da bu seçim ekonomisi uygulamaları ekonomik olarak bizlerin arzu ettiği ve görmek istediği sonuçlar üretmemiş olsa da siyasi iktidarın seçimleri kazanmasında işe yaramıştır.
Malum olduğu üzere, bu gelirler “
işgücü ödemeleri”, “
işletme artığı” (sermaye payı) ve “
sabit sermaye tüketimi” (ki sermayeye dâhil edilebilir) olmak üzer üç başlık altında ilan edilmektedir. Çok uzun zamandır bunlar arasında yer alan işgücü ödemelerinde ciddi oranlara varan azalmalar kamuoyunun dikkatini çekmektedir.
Emeğin üretimden aldığı paya bakılarak, uygulanan ekonomi politikaların emek karşıtı, ama sermayeyi kollayan politikalar olduğu düşünülüyordu.
Birinci çeyrekte bunun değişmiş olduğu görülüyor. Acaba politikalar değiştiği için mi böyle bir sonuca neden olmuştur?
Hiç sanmam.
Ortaya çıkmış olan bu sonuç tamamıyla konjonktürel bir sonuçtur. Birinci çeyrekte politikaların değiştiği falan yok. Tek farklılık seçim ekonomisiyle devreye giren popülist harcamalardaki artıştır. Daha önce yüzde 25,2 olan işgücüne yapılan ödemelerin payı, bu yılın birinci çeyreğinde yüzde 38’ çıkmıştır.
Yine daha önce yüzde 56,7 olan işletme artığı ise, bu dönemde yüzde 38,2 seviyesine gerilemiştir. Bültende de değinildiği gibi, seçim ekonomisinin etkisiyle arttırılan ücretler ve EYT uygulamalarının bir parçası olan kıdem tazminatı ödemelerinin bu dönem rastlaması, konjonktürel olarak böyle bir artışın yaşanmasının nedenidir. Bu EYT ödemelerinin bir dönem daha devam edeceği düşünülürse, birinci çeyrekte yaşanılan bu eğilimin bir sonrakinde de görülebilme ihtimali vardır.
Açıklanan bu büyüme oranları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, benim de dâhil olduğum bir grup iktisatçının tekrarlayıp durduğu gibi, ekonomik sıkıntıların vatandaş tarafından farkına varılması seçim sayesinde engellenmiştir. İzlenen seçim ekonomisi ve beraberinde yapılan harcamalar Türkiye ekonomisinin uzun dönemi için çok hayırlı sonuçlar doğurmayacaktır.
Bugün büyümenin elde ediliş biçimi de aynı düzeyde bir büyümenin sürdürülebilirliğini ciddi oranda dışarıya bağımlı bir hâle getirmiştir.
Özelikle ekonomide tüketimin daha ne kadar desteklenebileceği, bununla beraber daha ne kadar dış ticaret açığına ekonominin tahammül gösterilebileceği ve nihayet hizmet-inşaat-ticaret-ve-bankacılık sektörleri üzerinden döviz üretmeden daha ne kadar ekonominin büyütüleceği bir muamma olarak ortadadır.
Ancak tüm bunlara rağmen ortada olan bir şey var ki o da bu seçim ekonomisi uygulamaları ekonomik olarak bizlerin arzu ettiği ve görmek istediği sonuçlar üretmemiş olsa da siyasi iktidarın seçimleri kazanmasında işe yaramıştır.