Tüm yeni nesil teknolojilerin temel gereksinimi olan yüksek işlemci güçlü bilgisayarlar üreticileri olan şirketleri ve ülkeleri karlı çıkaracaktır. Moskova bu konuda ilk sırada değil; ancak Washington ve Pekin’le mücadele içinde.Ekim 2012'de Rusya ABD’nin Savunma İleri Araştırma Proje Ajansı’na (DARPA) benzer bir yapı olan Gelişmiş Araştırma Vakfı'nı (FPI) kurdu. Bu kurum, başta hipersonik araçlar, yapay zeka, insansız su altı araçları (UUV'ler), bilişsel teknolojiler ve yönlendirilmiş enerji silahları olmak üzere savunma alanında yüksek getiri sağlayan teknolojilere odaklanıyor. Son on yılda, FPI tarafından yürütülen projelerde yönlendirilmiş enerji silahları, raylı silahlar, hipersonik araçlar ve UUV'ler alanında önemli gelişmeler sağlandığına tanık oluyoruz. 2010 yılında kurulan ve Rusya’nın silikon vadisi olarak adlandırılan Skolkova İnovasyon Merkezi’nde ise biyomedikal teknolojiler, iletişim, enerji ve nükleer teknolojiler başta olmak üzere farklı derin teknoloji alanlarında önemli buluşlara imza atılıyor. 2013-2020 yılları arasında bu merkeze yapılan toplam yatırım 15 milyar dolar civarında. Merkez dahilinde Çin ile birlikte yürütülen pek çok ortak proje var ve bu projeler ağırlıklı olarak 5G altyapısı ve nesnelerin interneti (IoT) teknolojileri üzerinde yoğunlaşıyor. Rusya’nın dış bağımlılığa ve yaptırım tehditlerine karşı geliştirmekte olduğu ve en çok tartışma yaratan sistemler ise RUNET ve SPFS. “Rusya’nın bağımsız interneti” sloganıyla yola çıkan RUNET, internet servis sağlayıcılarının devlet tarafından sağlanan ve devlet denetimi altında bulunan ekipmanlar ve serverlardan oluşan bir internet ağı üzerinden işlem yapmasını öngörüyor. Bu yapı sayesinde internet ağı yurtdışındaki serverlardan bağımsız olarak işlediği için, ülkenin bu serverlarla bağlantısının kesilmesi durumunda dahi Rus kullanıcılar kendi aralarında veri alışverişi yapmaya devam edebiliyorlar. RUNET kimileri tarafından Putin’in dış müdahalelerden etkilenmeyecek, bağımsız bir internet kurma çabası olarak görülürken, sıklıkla getirilen eleştirilerden biri de bu sistemin Çin modeli bir sansür, gözetim ve engelleme aracı olduğu yönünde. Ukrayna işgali ile gündeme gelen önemli konulardan biri olan SPFS sistemi ise Rusya’nın uzun yıllardır sistemden çıkarılmakla tehdit edildiği SWIFT’in bir alternatifi olarak geliştirildi. Dünya çapında en yaygın olarak kullanılan uluslararası para transferi sistemi olan SWIFT, ABD ve AB’nin Rusya’yla ilgili yaptırım tehdidinde bulunduğu her durumda masaya sürülüyor. Rusya ise dünya ekonomisinden izolasyonuyla sonuçlanacağı düşünülen bu yaptırıma karşılık, 2015 yılından bu yana kendi transfer sistemi olan SPFS üzerinde çalışıyor. Bu sistem şu anda 400’den fazla organizasyon tarafından kullanılıyor ve bankaların dışında kalan şirketler de bu yapıya dahil olabiliyor. Rusya’nın, sistemin yaygın kullanımını sağlamak için Çin, İran ve hatta zamanında Türkiye ile görüşmeler yaptığı da biliniyor. Rusya Merkez Bankası’nın henüz 2020 yılında açıkladığı verilere göre SPFS’deki mesaj trafiği, SWIFT trafiğinin % 18,8’ine ulaşmıştı. Ayrıca ülkenin en önemli petrol ve enerji şirketleri arasında bulunan Rosneft ve Gazprom’un da bu sisteme geçtiği bildirilmişti. Haliyle bu alanda da özerklik çabalarına hız veren bir Rusya ile karşı karşıya olunması, yaptırım tehditlerinin gücünü de nispeten azaltıyordu. Rusya’nın dışa bağımlı olmama stratejisinin meyvelerinin yanında, enerji bağımlılığı nedeniyle yaptırım taraftarı olmayan AB’nin tutumu da bu günlerde olası bir SWIFT yaptırımını engellemiş görünüyor. Yazı dahilinde yalnızca birkaç ayağına değindiğim teknoloji stratejisi, Rusya’nın bu ve bundan sonraki hamlelerinde elini güçlendirmeye devam edecek. Bu durumdan hareketle, bir ülkenin teknolojinin yalnızca kullanıcısı değil üreticisi de olmasının ve bunun bir ülkenin bağımsızlığı ve güç dengelerindeki pozisyonu açısından ne denli önemli olduğunun bir kere daha farkına varmış olduk. Pek de kuvvetli olmayan bir umutla, teknolojiyi bu kadar olumsuz bir alanda yorumlamak zorunda kalmayacağımız günlerin en yakın zamanda gelmesini diliyorum.
Savaşın gölgesinde bir beka meselesi: Rusya’nın teknolojik gücü
Teknolojik üstünlük, oyunun kurallarını değiştiren ve hatta somut ya da soyut anlamlarıyla savaş kazandıran bir avantaj. Rusya, AB, ABD ve Çin denkleminde de ağırlığını giderek daha fazla hissettiren bir denge(sizlik) unsuru.
Bu hafta bu satırları yazmak benim için oldukça zor. Savaşın trajedisiyle bir kere daha yüz yüze kalmış olmak hepimiz için oldukça ağır bir yük. Olayların ardından aklımda “Yarın aynı durumun bizim başımıza da gelmeyeceğinin garantisi var mı?” sorusu dolaşıyor. Bu sorunun yarattığı tedirginliği ve kesin olan cevabını bir kenara koyduğumda aklıma gelen ikinci soru ise Rusya’nın mevcut gücünün ve fütursuzluğunun arkasında yatan sebepler oluyor. Elbette kontrol ettikleri enerji kaynaklarından, otokrat liderlerinin sergilediği politikalara kadar bu soruya verilebilecek çok fazla yanıt var. Ancak ben konuya yine teknoloji çerçevesinden bakacağım ve Rusya’nın dünyaya kafa tutabilme fütursuzluğuna erişmesinde ona destek olan teknolojik gücüne yakından bakmayı önereceğim.
Teknoloji, ekonomik kalkınmanın ve politik gücün ve dolayısıyla özellikle Rusya gibi devletlerin jeopolitik gücünün önemli bir kaynağı... Kremlin de uzun yıllardır teknoloji ve inovasyon potansiyelinin kendisini stratejik rekabet hedeflerine ulaştırmada büyük bir güç olduğunun farkında. Rusya konuyu öncelikli olarak savunma ve askeri caydırıcılık perspektifinden ele alıyor. Ayrıca kendi halkı üzerinde de denetim sağlayabilmek için bir gereklilik olarak görüyor. Dolayısıyla hem iç hem de dış politikada teknolojik gücün varoluşsal bir gereklilik olduğunun farkında. Teknolojik üstünlük, potansiyel olarak oyunun kurallarını değiştiren ve hatta somut ya da soyut anlamlarıyla savaş kazandıran bir avantaj. Rusya, AB, ABD ve Çin denkleminde de ağırlığını giderek daha fazla hissettiren bir denge(sizlik) unsuru.
NATO’nun değerlendirmesine göre 2040 yılına kadar “oyun değiştirici” olarak nitelendirilebilecek en önemli teknolojiler veri, yapay zeka, otonom araçlar, hipersonik silahlar, kuantum, uzay teknolojileri, yeni materyal teknolojileri (nano-teknoloji vb.) ve biyoteknoloji olarak sıralanıyor. Bu teknolojiler, ülkeleri ekonomik açından büyük bir rekabetçi avantaja kavuşturmanın yanı sıra, gerek gerçek gerek siber savaşlarda dengeleri değiştirebilecek güçteler.
Teknolojik üstünlük sağlamak için ülkelerin teknolojinin kullanıcısı değil, üreticisi konumunda olmaları ilk şart. Bu durumu son olarak pandemi döneminde patlak veren çip krizi esnasında deneyimlemiştik. Özellikle 2021 yılının ilk çeyreğinde büyük bir krize neden olan arz- talep dengesizliği ülkeleri ve başta otomotiv olmak üzere tüm sektörleri bu konuyu gündemlerine almaya sevk etmişti. Dünyanın en büyük çip üreticileri Japonya, Tayvan, Çin ve Güney Kore. Bu ülkelerin ardından ise ABD yerini alıyor. Bugün pandemi ve Çin’deki üretim sorunu nedeniyle karşılaştığımız bu sorun, yakın gelecekte ambargolar nedeniyle de yaşanabilir ve böyle bir durumda üretici konumdaki ülkelerin eli her zamankinden daha kuvvetli olacaktır. Tüm yeni nesil teknolojilerin temel gereksinimi olan yüksek işlemci güçlü bilgisayarlar da bu işlemcilerin üreticisi olan şirketleri ve ülkeleri karlı çıkaracaktır. Özellikle savunma sanayine büyük katkısı olan bu alan, şu anda ülkeler açısından en stratejik alanlardan biri olarak görülüyor. İnsansız araçların ve droneların da hem teknoloji savaşında hem de sahada giderek daha fazla önem kazandığını görüyoruz. Bu teknolojilerde dışa bağımlı olmamak büyük bir güç... Ancak bu seviyeye gelebilmek de çok ciddi yatırımlar gerektiriyor. Moskova bu konuda ilk sırada değil; ancak hem ekonomik hem de askeri açıdan Washington ve Pekin ile kuvvetli bir mücadele içinde. Benim açımdan çok önemli olan birkaç örnekle konuyu detaylandırmaya çalışacağım: