Savaş, liberal demokrasi ve aşırı sağ

Abone Ol
Almanya medyası, ülkede yaşayan Ruslara yönelik saldırı ve tacizlerde artış yaşandığını yazıyor. Evlerinin yakılmak istendiğini ve pompalı tüfekle tehdit edildiklerini bildiren Rus aileler var. Sözlü tacizler zaten rutine binmiş durumda. Avrupa Birliği (AB) içerisinde yer alan ülkeler, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla başlayan savaşın yarattığı kaosun sınırlarına ulaşmasıyla birlikte ortaya çıkan güvenlik kaygısını gidermek için silah varlıklarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Savaşın gündemi esir aldığı bu günlerde yine de kafayı kaldırıp "kıta genelinde neler oluyor" diye bakmayı unutmamak gerekiyor. Avrupa'nın bir anda savaş tehlikesiyle yüz yüze gelmesi gündelik hayatta da etkilerini gösteriyor doğal olarak. Savaşın başlamasıyla birlikte AB ülkelerinde yaşayan Ruslara yönelik akıl almaz ırkçı/faşist saldırıların ateşi henüz sönmedi. Almanya medyası, ülkede yaşayan Ruslara yönelik saldırı ve tacizlerde artış yaşandığını yazıyor. Evlerinin yakılmak istendiğini ve pompalı tüfekle tehdit edildiklerini bildiren Rus aileler var. Sözlü tacizler zaten rutine binmiş durumda. Önceki yazımda, "Medeniyetin cilası çok ince" sözünü anımsatmıştım size. Bu cilanın düşünülenden de ince olduğunu görmek ürkütmedi dersem yalan olur doğrusu. Batı'nın güya demokrasi, eşitlik ve özgürlük idealleri etrafında şekillendirilmiş medeniyetinin cilası dökülünce geriye maalesef her zamanki gibi ırkçılık ve faşizm kalıyor. Bu bağlamda oldukça güncel ve meşhur şu soruyu tekrarlamakta fayda olduğunu düşünüyorum: Liberal demokrasiler otoriter rejimlere ya da faşizme yenildi mi?  Zamanımızdan bakıldığında dünya savaşına zemin hazırlayan emperyalist/faşist ütopyaların çıktısı olan distopyalara karşı net bir zafer kazanmış gibi görünen liberal demokrasilerin, bizzat hüküm sürdükleri ülkelerde içeriden ablukaya alındığını görüyoruz. Faşizmi genel olarak kapitalizm içindeki sosyo-kültürel bir yapı yani toplumsal bir sistem olarak nitelendirebiliriz. Bu boyutuyla bir kapitalizm uygulanış şeklidir faşizm. Liberalizm ile benzerlik burada ortaya çıkıyor. Liberalizm de kapitalist modelin uygulama pratikleri arasında yer alıyor. Yani liberalizm ve faşizm, kapitalizmin rahminde yeşermiştir diyebiliriz. Tarihsel bağlama bakıldığında da görülecektir ki liberalizm, solun yükselmeye başladığı zamanlarda hızlıca faşizmin çeperine entegre olmuştur. Örneğin, 1930'lu yıllarda Almanya'da faşizmin iktidara gelmesinde küçük mülk sahipleri gibi liberal burjuvazinin de büyük katkısı olmuştur. New York Times’ın dış politika yazarı Roger Cohen, bireylerin kaderlerini özgür iradeleriyle belirleme hakkına dayalı liberal demokratik deneyimin "insanlık tarihinde kısa bir mola" olduğunu öne sürdüğü bir yazısında, "Mutlak hâkimiyet, Tanrı'dan bahşedilen salt iktidar, tahakküm ve serflik ise çok daha uzun ömürlü oldu. Bu mantık karşıtı güçler bugünlerde her yerde. Donald Trump'ın Amerikası'nda, Marine Le Pen'in Fransası'nda, Vladimir Putin'in Rusyası'nda, Orta Doğu'nun büyük bölümünde ve Kuzey Kore'de" ifadesini kullanmıştı. Cohen'in saydığı ülkelere AB üyesi Macaristan ve Polonya'yı da eklemek gerekiyor sanıyorum. TEHLİKELİ SÜREÇ Yazının girişinde "savaş devam ederken şöyle bir kafayı kaldırıp Avrupa geneline bakmak lazım" diye yazmıştım. Bu arada siyasi gündem de yol alıyor. Bana göre, en ses getiren olay İspanya'da yaşandı. Neofaşist Vox partisi, muhafazakâr Halk Partisi (PP) ile anlaşarak ilk kez bölgesel hükümete girdi. PP, bu yolla Castilla y León'da Vox ile yaptığı anlaşmayla kör topal, ağır aksak yol alan Avrupa demokrasisine yeni bir kasis daha hediye etmiş oldu. Bu türden yaklaşımların Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde aşırı sağa iktidar yolunu açtığını biliyoruz. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in hamiliğini yaptığı Avrupa aşırı sağına, AB demokrasisini içten kuşatmak için yeni bir cephe daha kazandıran PP'nin yöneticilerinin, Putin'e karşı  "Avrupa değerlerini" savunma çağrısı yapmaları da bir hayli enterasandı doğrusu.
İçerisinde bulunduğumuz zaman diliminde iki büyük sorun Avrupa demokratik düzenini zorluyor. Radikal İslam ve faşist renkleri baskın otoriter kapitalist rejimler.
İçerisinde bulunduğumuz zaman diliminde iki büyük sorun Avrupa demokratik düzenini zorluyor. Radikal İslam ve faşist renkleri baskın otoriter kapitalist rejimler. Radikal islam tehlikesi Avrupalılar tarafından eksik kavranmakla birlikte aşırı sağcı hareketlerin beslendiği damar olması özelliğiyle hafife alınmaması gereken bir hat olarak beliriyor. Bana göre en büyük tehlike demokratik olmayan rejimlerin yükselmesi. Çin'e, Rusya'ya, Macaristan'a, Polonya'ya ve Türkiye'ye bakınca uluslararası sistemde 1945’e kadar başrolde bulunan demokratik olmayan rejimlerin küresel bir geri dönüş için hazır olduklarını ifade edebiliriz. "Faşizm hâlâ etrafımızda dolaşıyor. Üstelik bazen sivil kıyafetle dolaşıyor faşizm… Faşizm masum kılıklarla, giysilerle her an yeniden arzı endam edebilir. Bizim görevimiz faşizmi her gün soymak ve dünyanın her yerinde onu tehşir etmektir, sergilemektir" diyor filozof Umberto Eco. Bugün radikalizm dünyada 1930’larda olduğundan daha tehlikeli bir şekilde yükseliyor. Hristiyan fundamentalizmi destekli post-faşist hareket, yanına İslam fundametalizmi zeminli cihadist-faşist hareketleri alarak büyümeye devam ediyor. Hiçbir ideolojik derinliği olmayan bu iki hareket de mitleri, dini hikâyeleri ve kültürel farklılıkları öne çıkararak varlıklarını sürdürmeye çalışıyor. İspanya'da Vox benzeri yeni faşist yapıların iktidarı ele geçirmek için kullandıkları önemli argümanlar bu kaynaktan temin ediliyor. Ne yapmak gerekiyor peki? Cihadist ya da neonazi... Tüm bu hareketlerin özünde bir farklarının olmadığını anlatmaya devam etmek gerekiyor. Eco’nun deyişiyle -yeni nesil bir dayanışma örneği olan- bu faşizmin elbiselerini çıkararak, teşhir etmekle yükümlüyüz. Bununla birlikte neofaşist Vox partisi bölgesel hükümette bakanlıklar elde edecek tabii olarak. Bunun yanı sıra parlamentoda bazı komisyonlara da başkanlık edecek İspanyol faşistler. Politika uzmanları, bakanlık benzeri pozisyonların ırkçı partinin yaymaya çalıştığı "nefret söylemini" güçlendiren ve ülkenin genel politik diskurunu önemli ölçüde etkilemesine yardımcı olacak bir platform haline gelebileceğini vurguluyor. YENİ BİR MOTİVASYONA İHTİYAÇ VAR Avrupa'nın birçok ülkesinde kısa vadede muhafazakârların, aralarında çok az bir ton farkı bulunan aşırı sağcılarla yeni koalisyon arayışlarına gireceğini göreceğiz. Tıpkı Vox örneğinde olduğu gibi. Faşizmi, Avrupa toplumlarının kültürel kodlarında yerleşik, her an harekete geçmeye hazır ve medeniyeti enfekte etme gücü yüksek olan bir virüs olarak değerlendirmek gerekiyor. Rusya-Ukrayna savaşı bu ifadenin sağlam kanıtlarını sunuyor.
Avrupa'nın birçok ülkesinde kısa vadede muhafazakârların, aralarında çok az bir ton farkı bulunan aşırı sağcılarla yeni koalisyon arayışlarına gireceğini göreceğiz. Tıpkı Vox örneğinde olduğu gibi.
Fransız Sosyolog Bruno Latour, günümüz Avrupası’nın üç önemli tehditle yüz yüze olduğunu söylüyor. Nedir bunlar? Yaşlı kıtanın, "küreselleşmeyi icat etmiş ülkeler tarafından yüz üstü bırakılması", "iklim değişikliği" ve "milyonlarca sığınmacıya bir sığınak bulma zorunluluğu." Bunlara giderek güçlenen ve söylemleri merkez siyasete yerleşen aşırı sağcılar tarafından savlanan "müslümanlar Avrupa kültürüne ait değil" idesinden filizlenen ırkçılığı ve Ukrayna savaşı periferinde vücut bulan militaristleşmeyi de eklemek gerekiyor. Sonuç olarak, savaşlar ve ekonomik krizler kapitalizmin zorunlu çıktılarıdır. Ukrayna'daki savaşla birlikte özellikle Avrupa'da sosyal refah devletlerinden militaristleşme ekseninde sosyal kontrol devletlerine geçiş dönemini yaşıyoruz. İnsanlık, koronavirüs salgını ve ardından yaşanan küresel çatışmaların da tetiklemesiyle ortaya çıkan alt üst oluşlar ve belirsizlikler içerisinde yolunu arıyor. Ezcümle, kapitalizmin dayattığı bu distopyayı tersine çevirecek bir duygu dünyası ve ideolojik motivasyona ihtiyacımız var. Özellikle Avrupa için belirtmek gerekiyor ki buna sermaye beslemesi aşırı sağcı siyasi akımların önünü kesecek bir ideolojik diskur oluşturmaktan başlanabilir.