Tuhaf olan, bildiği Avrupa’yı bir daha göremeyeceği için karısıyla birlikte intihar etmeyi tercih eden Zweig-Lotte çiftinin kaderini, sadece üç sene sonra, hem Adolf Hitler ve Eva Braun hem de Joseph ve Magda Goebbels çiftleri yaşayacaktı.
Hayatta umutsuzluk kadar kötü başka bir şey varsa da bilmiyorum.
Sabah kalkacak, temiz bir kıyafet, belki bir kahve içecek, sizi mutlu edecek, yaşamınıza bir mana, bir değer katacak şeyler yapacak olmanın getirdiği içsel enerjiyi ancak umutsuzluk yok eder.
Umut bittiğinde yaşam da biter; mücadele biter, dayanışma biter, azim biter, coşku biter.
Buruşuk, uyuz, kahverengi bir çarşaf serilir yaşamınızın tam üstüne.
Çarşafın tonu gün gündem siyaha keser.
“Çekiver kuyruğunu!” demek gelir insanın içinden bazen, ne olacaksa olsun, yansın bitsin kül
olsun ama şu çarşaf kalksın üstümden…
Zweig’ın intiharını düşünüyorum bir süredir.
Şubat 1942’de, Brezilya’da, karısı
Lotte ile birlikte “
Avrupa bir daha eskisi gibi olmayacak!” diyerek intihar ettiler.
Hitler’in en güçlü olduğu seneydi. Ne tuhaf, sonra her şey tersine döndü.
Şubat’ta faşizmin bütün dünyayı kasıp kavurmasının önünde hiçbir engel yok gibi görünüyordu, İngiltere direnmişti belki ama Avrupa birkaç ayda teslim bayrağını çekmişti, Sovyet ordusu da Moskova’ya kaçarken “
çöl kaplanı”
Erwin Rommel gözünü Afrika’ya dikmişti.
Hiçbir umut yoktu görünürde. Kitapları meydanlarda yakılmıştı Zweig’ın.
Sonra, işte
Volker Kutschermann’ın
Karanlıktan Önceki Yaz adlı belgesel-romanında anlattığı gibi, 1936 yılını Belçika’nın deniz kenarındaki sayfiye kenti
Oostende’de geçirmişlerdi.
Lotte yanındaydı,
Joseph Roth,
Irmgard Keun…
Son yazdı belki de Zweig için.
42 yılında rüzgârın tersine döndüğünü göremedi Zweig,
Stalingrad’ı göremedi, altı ay sonra
Sicilya’ya, bir sene sonra
Normandiya’ya çıkanları göremedi.
Zweig’ın intiharını düşünüyorum bir süredir. Şubat 1942’de, Brezilya’da, karısı Lotte ile birlikte “Avrupa bir daha eskisi gibi olmayacak!” diyerek intihar ettiler.
Nazilerin geldiklerinden de büyük hızla geri çekilip Berlin’de bir sığınağa hapsoluşlarını göremedi.
Tuhaf olan, bildiği Avrupa’yı bir daha göremeyeceği için karısıyla birlikte intihar etmeyi tercih eden
Zweig-Lotte çiftinin kaderini, sadece üç sene sonra, hem
Adolf Hitler ve
Eva Braun hem de
Joseph ve
Magda Goebbels çiftleri yaşayacaktı.
Tuhaf olan bir diğer ayrıntı da Almanya işgal edildikten sonra üst düzey birçok Nazi üyesi Güney Amerika’ya kaçmışlardı. Avrupa’daki gelişmeleri oradan takip ediyorlar, özellikle
Peron’un yanında yeni bir düzen kurmaya çalışıyorlardı.
Belki değil mutlaka, Zweig’ın yürüdüğü sokaklardan birkaç sene sonra onu orada intihara götüren Nazilerden bazıları yürüdü kaçak olarak.
İntihara sürüklenirken
Satranç bir uzunöykü yazdı Zweig; dünyaya son bir çığlık, son bir umut kırıntısı.
Almanya’nın Avusturya’yı ilhak etmesinden bir gece önce imparatorluğa bağlı aristokratların mallarını ve paralarını yönettiği için tutuklanan,
Viyana’nın en lüks otellerinden birinde tecrit edilen avukatın öyküsü.
Avukat, ezberinde olan bazı gizli şifrelere dair belgeleri şöminede yakarken tutuklamaya gelmişlerdi.
Şifreleri sadece o biliyordu ve o şifreler olmaksızın aristokratların mallarını bulmak, onlara el koymak mümkün değildi. Kısacası: yaşaması gerekiyordu...
Ama Naziler hayatı çok zor kılacak bir işkence metodunda karar kıldılar:
Yapayalnızlaştırma…
Dr. B., bir toplama kampına gönderilmemiş, kaba işkenceden geçirilmemiş ama aylarca tecrit edilmiştir, kimse onunla konuşmamış, insan yüzü görmemiş, kalem, kâğıt, kitap gibi zamanını yaşanabilir kılacak hiçbir şey verilmemiştir.
Dr. B. böyle böyle çıldırışın eşiğine gelir, her şeyi itiraf etmek üzeredir artık, bu yapayalnızlaştırılmaya dayanacak kuvveti kalmamıştır.
Derken, odasından çıkarılıp sorguya götürüldüğünde, büyük bir tesadüf eseri, bir kitap görür ve bin bir güçlükle o kitabı alıp odasına getirir.
Artık yaşamını anlamlı ve değerli kılacak bir şey bulmuştur.
Bir kitaba gömülüp zamanı unutabilmek, ruhen odadan çıkıp bambaşka diyarlarda, sokaklarda serbestçe dolaşmak…
Dr. B. gibi çok yaralı bir adamın bir dünya şampiyonunu yenmesi, sanırım Zweig’ın son umuduydu. Çok yaralı insanların askeri alandaki dünya şampiyonunu yeneceğine dair bir umut. Bir son umut.
Ne yazık ki, ancak odasındayken ne olduğuna bakabildiği bir satranç kitabı çıkar.
Çat pat
satranç bilgisi vardır ama üzerine düşünmemiştir hiç; ama şimdi, elinde başka bir hiçbir şey yokken ve bu odada ne kadar kalacağı belirsizken hayatını bu kitaba ve satranca adamaya karar verir.
Oyunlar, açılışlar, tuzaklar, ünlü oyuncuların en ünlü sahneleri birer matematik problemi olarak önündedir.
Gözünü kapayıp bu oyunları yeniden-yeniden oynadıkça odanın duvarları incelir.
Oyunların heyecanına kendini kaptırıp, şizofreninin arifesinde, yemek yemeyi unutur.
En nihayetinde zihninde beyazlar ve siyahlar adeta bir kişilik bölünmesi, bir us yarılması sonucunda iki tarafa ayrılmıştır.
Bir müddet sonra zihninde aynı anda onlarca satranç oynamaya başlamıştır. Aylar sonra sayıklarken bulunduğunda kendisine bakan doktor delirdiğine dair rapor verip odadan çıkmasını sağlar.
Bir deniz yolculuğunda tesadüfen
dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic ile karşılaşır ve onu mat eder.
Dr. B. gibi çok yaralı bir adamın bir dünya şampiyonunu yenmesi, sanırım Zweig’ın son umuduydu.
Çok yaralı insanların askeri alandaki dünya şampiyonunu yeneceğine dair bir umut.
Bir son umut.
Zweig, umut dolu bu uzunöyküyü Nazilerin en kudretli dönemlerinde yazdı.
Ve, hemen ardından intihar etti.