Satranç, Poker, Rashomon ve siyaset

Abone Ol
Dış politikada yalnız, ekonomide krizde, iç siyasette demokrasiden uzaklaşan bir Türkiye var. Fakat devlet mekanizmasının yönettiği algı sayesinde ise bazı insanların gözünde uluslararası siyasette lider, ekonomide sürekli güçleniyor ve iç siyasette demokrasiyi koruyor. Etrafımızdaki karmaşık olayları açıklamaya çalışırken bazen belli benzetmeler ya da analojiler kullanarak anlamlandırmaya çalışırız. Siyasi konularda da genelde bu tarz benzetmelere başvuruyoruz. En yaygın analojilerden biri ise siyaseti bir oyuna benzetmek. Mesela satranç siyaseti tanımlamak için iyi bir örnek midir? Ya da poker? Öncelikle her türlü oyunda bulunan belli kurallardan bahsedelim. İlk kural her oyunun bir kuralı olduğu gerçeği. Hangi oyunu oynamaya başlarsak başlayalım ilk adım kuralları öğrenmek. İkinci kural ise her oyunda belli sayıda oyuncu bulunması. Üçüncü kural da her oyunda oyuncuların uygulayabileceği belli stratejilerin olması. Bu 3 kural tüm oyunların vazgeçilmezi. Satranç örneğinden başlayabiliriz. Dış politika bir satranç oyunu mudur? Öncelikle satranç 2 kişinin oynadığı bir oyun. Bu açıdan bakarsak çoğu dış politika durumunda ilişki iki ülke arasında gelişse bile birçok farklı aktörün duruma müdahil olduğunu görüyoruz. Ayrıca satrancın kuralları tamamen net. Her taşın hareket edebileceği şekiller belli ve bunun dışına çıkamıyoruz. Uluslararası siyasette üst bir otoritenin olmadığını farzedersek devletlerin istedikleri gibi hareket edebilme gücü olduğunu söyleyebilmek mümkün. Belli devletlerin askeri ya da ekonomik gücü daha az olduğu için manevra alanı daha az olduğunu da hesaba katarsak satrançtaki gibi oyuna eşit başlamadıklarını görürüz. Bu temel kurallar üzerinden dış politikayı satranca benzetmek çok zor görünüyor. Ama asıl benzerliği bozan şey karşı taraftaki oyuncunun tüm hamlelerini görüyor olmamız. Sadece dış politikada değil siyasetin herhangi bir alanında belirsizlikleri yaratan şey aktörlerin aslında ne düşündüğünü ve ne yapacağını bilemiyor oluşumuz. Dolayısıyla genel olarak siyaseti ya da spesifik olarak dış politikayı satranca benzetmek çok mümkün değil. Karşı tarafın hamlelerini görmediğimiz ve daha fazla belirsizliğin yer aldığı poker oyununun satranca göre daha çok dış politikaya benzediğini söyleyebiliriz. Fakat yine bu benzetmede de belli sorunlar var. Öncelikle oyuncu sayısı daha fazla, aynı dış politikada olduğu gibi. Ama bir oyuncu olarak oyundaki tüm oyuncuları biliyoruz ve bunun dışında oyuncuların oyuna etki edemeyeceğinden de hemen hemen eminiz. Belli kurallar yine var pokerde ve dışına çıkamıyoruz. Diğer oyuncuların hamlelerini göremememizden kaynaklanan belirsizlik ve oyuncu sayısının daha çok olması dış politikayı anımsatsa da tek bir gerçeklik üzerinden ilerliyor oluşumuz benzetmeyi zayıf kılıyor. ‘ZERO-SUM-GAME’ Bu tarz oyunların aslında dış politikanın gerçeklerini yansıtmamasının sebebi bu tek gerçeklik üzerinden ilerliyor oluşu. Oyun teorisinde ‘zero-sum game’ dediğimiz oyunlar bunlar. Yani kazananlar ve kaybedenler var her zaman. Birileri her zaman kazanmak ve diğerleri her zaman kaybetmek zorunda. Genel olarak siyasete ve dış politikaya baktığımızda ise durum böyle değil. Devletlerin girdiği ilişkiler içinde bazen herkes kazanır, bazen herkes kaybeder. Bu oyunlardan dış politikanın diğer bir farkı ise siyasette kazanma ya da kaybetme olgularının net olmayışıdır. Bir devlet aslında kaybedebilir ama bunu diğer devletlere ya da kendi halkına kazanmış gibi lanse edebilir. Ya da kazandığı bir durumda gerekli algıyı oluşturamazsa hem kendi halkı hem de diğer devletler tarafından kaybetmiş gibi görülebilir. Dolayısıyla dış politika aslında satranç ya da pokerden ziyade klasik bir Japon filmi olan Rashomon’a benziyor. Filmde bir ormanda öldürülen bir samurayın hikayesini farklı kişilerin perspektifinden izliyoruz ve her bir kişi olay tek bir gerçeklik üzerinden ilerlese bile çok farklı bakış açılarından olayı anlatıyor. Dış politikanın ve genel olarak siyasetin en büyük kurallarından birisi de bu aslında.Tek bir gerçeklik yok. İçine girilen oyunda oyuncu sayısını hiçbir zaman tam olarak bilmiyoruz. Kuralları tam olarak bilmiyoruz. Diğer oyuncuların neler yapabileceğini ya da stratejilerinin ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Oyun bittiğinde kazanıp kazanamayacağımızı ya da bir kazananın olup olmayacağını da bilmiyoruz. Çünkü herkes oyun esnasında olanları ya da oyunun sonucunu farklı şekilde yorumlayabiliyor, hatta devletler her zaman oyundan karlı çıktıkları algısını oluşturabilmek için her türlü manipülasyona başvuruyor. Bu bahsettiğim manipülasyonun örneklerinden birisini AKP döneminde bolca deneyimliyoruz. İçinde bulunduğumuz gerçeklikte dış politikada yalnız, ekonomi konusunda krizde, iç siyasette demokrasiden uzaklaşan bir Türkiye var. Devlet mekanizmasının propaganda aygıtları aracılığıyla yönettiği algı sayesinde ise bazı insanların gözünde uluslararası siyasette lider, ekonomide sürekli güçlenen ve iç siyasette demokrasiyi koruyan bir Türkiye var. Ülkedeki bir kesimin alternatif gerçeklikten kopup günümüz dünyasına dönmesinin yolu ise bu yanlış algının bir an önce kırılması.