Şükrü Saracoğlu iptal kültürüne mi maruz kaldı, yani “cancellandı” mı? Bu ismin değişmesine soğuk bakanlar bunu iddia ediyor. Ben hâlâ emin değilim, zira çok ikircikli, çok tereddütlü bir değişiklik gerçekleşti.
Geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe’nin olağanüstü tüzük tadili genel kurulu vardı. Bu genel kuruldaki hazirun birçok başka değişikliğin yanısıra, kulübün ev sahibi olduğu maçları oynadığı stadyumun adını değiştirme kararı aldı: Şükrü Saracoğlu adının yerini Atatürk’ün almasına karar verildi. Aslında Şükrü Saracoğlu ismi de stadın eski ve yerleşmiş adı değildi. Neticede 1998’de verilen bu ismin de 25 senelik bir mazisi vardı. Stadyumun genel kabul görmüş ismi Fenerbahçe Stadı’ydı ve bu isim resmen değiştirildikten sonra da insanlar Fenerbahçe Stadı demeye devam ettiler.
Şükrü Saracoğlu isminin niçin değiştirildiği resmi ağızlardan sarih şekilde ifade edilmiyor. Kulüp başkanı Ali Koç, genel kurulda şöyle bir konuşma yapmış: “Stadımızın adının Atamızın adını taşıması konusunda yönetim kurulu olarak son yıllarda gelen önerilerden sonra harekete geçmiştik. Şükrü Saracoğlu ismi ne olacak. Biz bu süreci yönetirken ilk yaptığımız işlerden biri Saracoğlu ailesiyle görüşmek oldu. O kadar nazik ve saygın bir aile olduklarını bize gösterdiler ve 'siz değil biz size geleceğiz' dediler. Niye geldiklerini gayet iyi biliyorlardı. (...) Saracoğlu ismi Fenerbahçe dünyasında bir yerde kesinlikle yaşatılacaktır. Bundan zerre kadar şüpheniz olmamasını sizlerden rica ederim. (...) Sonra muhtelif görüşler oldu, içiniz rahat olsun biz en detaylı şekilde düşündük. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında atasına sımsıkı bağlı olan Fenerbahçe’nin stadının Atatürk ismi olmasını sizlerin onayına getirdik.”
[1]
Bu açıklamaya bakılırsa, Fenerbahçe’nin arzusu Şükrü Saracoğlu’nun ismini silmekten ziyade, stadın ismini Atatürk yapmaktı veya iletişim stratejisi açısından kulübün tercihi buydu. Ancak kulübün bazı üyelerinde bu isimden bir rahatsızlık olduğu da açıktı. 1907 Fenerbahçe Derneği Başkanı Rıfat Perahya da bu isimlerden biriydi ve belli ki bu isim değişikliğinin fikir babasıydı.
[2] Fakat söylediğim gibi bu rahatsızlığın sebebi resmi ağızlardan açıkça ifade edilmezken, kimi ulusalcı çevreler bu karar etrafında gürültü kopardılar ve Şükrü Saracoğlu isminin silinmesini cumhuriyet karşıtlığı ilan etmeye kadar giden bir karşı-anlatı kurmaya çalıştılar. Tabii her tür antisemit tezvirat da -başta sosyal medya üzerinden olmak üzere- topluma pompalandı.
Stadyumun yeni adı Fenerbahçe Atatürk Stadyumu olacak. Şükrü Saracoğlu adının değiştirilmesi ne kadar anlaşılabilir bir tercihse, stadyumun adının Atatürk olarak değiştirilmesi de bir o kadar yersiz. Sebebi çok basit: İstanbul’da zaten bir Atatürk Stadı var, Başakşehir’deki Atatürk Olimpiyat Stadyumu. Türkiye’de, muhtelif şehirlerde zaten çok sayıda Atatürk Stadyumu varken aynı şehirde ikinci bir Atatürk Stadı yaratmanın anlamsızlığını ifade etmek için fazla söze gerek yok herhâlde. Eğer Şükrü Saracoğlu adı kalkacaksa, stadyuma eski adı olan Fenerbahçe Stadı adı geri verilmeliydi. Koyu bir Galatasaraylı olarak, mümkün olan tüm objektifliğimle bunu ifade ediyorum. Stadyum gibi yapılar, halk arasında yaygın olan “gerçek” isimleriyle anılmalı. Sponsorlardan yüklü para almak için stadyumlara verilen zincirleme tamlamalı şirket isimleri nasıl halka yayılmıyorsa, stadyumlar “esas” isimleriyle anılmaya devam ediyorsa, aynı şey böyle sonradan verilmiş tartışmalı politik figürlerin adları için de geçerli.
Varlık Vergisi’nin ülkemiz için en utanç verici tarafı vatandaşların belli bir kesimini, dini ve etnik köken itibariyle toplum çoğunluğundan farklı olan bir zümreyi hedef almasıdır. Peki Saracoğlu’nun hakettiği muamele damnatio memoriae mi?
Şükrü Saracoğlu iptal kültürüne mi maruz kaldı, yani “cancellandı” mı? Bu ismin değişmesine soğuk bakanlar bunu iddia ediyor. Ben hâlâ emin değilim, zira çok ikircikli, çok tereddütlü bir değişiklik gerçekleşti. Ali Koç’un Saracoğlu adının Fenerbahçe dünyasında yaşatılacağı sözü de iptal icraatı olduğu konusunda soru işareti yaratıyor. Belki böylesi de daha iyi, zira ABD’de kampüslerden başlayan “cancel culture” hareketinin ajanda ve sonuçları hesap edilemez bir hâle geldi. Toplumsal barışı tehdit ettiğini söylemek yanlış olmaz. Daha da önemlisi iptal kültürü özgür ifadeyi, demokratik kamusal tartışmayı ortadan kaldırmak isteyen totaliter bir karakter barındırıyor.
Yine de eğer cumhuriyet tarihinde birileri eleştirilecekse bunu en fazla hakedenlerden biri Şükrü Saracoğlu’dur. Şükrü Saracoğlu Varlık Vergisi’nin fikir babası ve icracısıdır. Gerçi Varlık Vergisi’ne Türk-Müslüman aileler de maruz kalmıştır, fakat bu vergiden en çok ve haksız biçimde etkilenenler gayrimüslim yurttaşlardır. Bu açıdan Varlık Vergisi’nin ülkemiz için en utanç verici tarafı vatandaşların belli bir kesimini, dini ve etnik köken itibariyle toplum çoğunluğundan farklı olan bir zümreyi hedef almasıdır. Peki Saracoğlu’nun hakettiği muamele
damnatio memoriae mi? Yani hatırasının lanetlenmesi mi? Bunun da aşırı bir yaklaşım olacağına şüphe yok. Tarihi kişiliğinin, 2. Dünya Savaşı yıllarındaki Alman yanlısı politikalarının iyi analiz edilmesi, bilhassa Varlık Vergisi’yle Türkiye’ye verdiği zararın yeni kuşaklara iyi anlatılması, değişik etnik ve dini aidiyetlerden gençlerin geçmişteki adaletsizlikleri unutmayacak, ancak yeni bir yurttaşlık ruhu ve sosyal dayanışmayla aşacak bir farkındalığa sahip kılınması aşırı bir tepkisellikten her zaman daha faydalıdır.
Bugün islamcı-otoriter bir iktidarın altında, bankaların 29 Ekim ve 10 Kasım videolarının kitch nostalji ticaretiyle sözümona “kemalist muhalefet” yapıldığına inanan milyonlarca beyaz yakalı muhalif var. Ülkeyi değiştirmenin ilk adımı gerçeklerle yüzleşmektir.
Dahası Varlık Vergisi’nin başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun adı sistematik olarak her yerden silinecekse, 6-7 Eylül Pogromu’nun başbakanı, bu nedenle de Yassıada’da yargılanıp mahkûm olmuş Adnan Menderes’in de adını her yerden silmek gerekir. Bugünkü iktidar başta olmak üzere geniş bir kesimin kahraman, şehit olarak gördüğü Menderes’in anısına karşı böyle bir müdahalenin imkânı yoktur. Muhtemelen gereği de yoktur. Hâsıl-ı kelâm: Tarih üzerinden çatışmak değil geleceği kuracak hegemonik bir ilerici demokratik anlatı oluşturmak zorundayız.
Bu yazıyı bitirirken kafamı kurcalayan bir başka soru da mevcut: stadyumun adı Atatürk olmasın dediğim için beni Atatürkçü olmamakla, hatta Atatürk karşıtlığıyla suçlayanlar olabilir mi? Türkiye’de Atatürk’ün siyaset ve uygarlık mirası, laiklik ilkesi ayaklar altında çiğnenirken stadyumlara, caddelere Atatürk adı vermekle memleketin kurtarıldığına inanan varsa bu yazıyı okurken yüzü buruşabilir. Yapacak bir şey yok: Türkiye müsamere ve gardrop Atatürkçülüğünden, Atatürk’ün mirasının isim-şehir oyununa çevrilmesinden çok çekti. Modernite ve laikliğin toplumun kılcal damarlarına ulaşacak bir dönüştürücü kuvvete erişememesinin mühim bir sebebi politikacı ve askerlerin dillerine pelesenk ettikleri kurucu babanın dünya görüşünü ve ilericiliğini içselleştirmemeleriydi. O yüzden bugün islamcı-otoriter bir iktidarın altında, bankaların 29 Ekim ve 10 Kasım videolarının kitch nostalji ticaretiyle sözümona “kemalist muhalefet” yapıldığına inanan milyonlarca beyaz yakalı muhalif var. Ülkeyi değiştirmenin ilk adımı gerçeklerle yüzleşmektir.
---
[1] http://www.gazeteduvar.com.tr/sukru-saracoglunun-adi-ataturk-stadyumu-olarak-degisiyor-haber-1636898
[2] http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/stadyumun-adi-ne-olsun-1594823