Fikir ve görüşlerimizi paylaşarak değer verildiğimizi hissetmek en temel ve basit arzularımız. Konuşmak istedikçe susturulmaya zorlanmak, fikir beyan ettikçe horlanmak toplumdan duygusal anlamda kopmanın en küçük nedenleri.
Loading...
Profesyonel koçluk eğitimim sırasında lider kimdir, lider doğulur mu yoksa sonradan mı olunur, nasıl lider olunur, kişi kendi kendinin lideri olabilir mi gibi kafamdaki birçok soruya okuduğum, izlediğim kaynaklarla ve yaptığım tartışmalarla hep cevap bulmaya çalıştım şimdiye kadar.
Özellikle ülke yönetiminde söz sahibi olanların ve söz sahibi olmak için uğraşanların üzerinde en çok kafa yorması gereken kavramın da bu olması gerektiğini söylersem herhalde bana katılırsınız. Her birimizin aklında lider için farklı formatlar olduğuna da katılıyorum ama bu konu üzerinde uzun yıllar çalışmış kişilerin oldukça temel tanımları var. Yapılan tanımlamalarda ön plana çıkan en çarpıcı ve açık özellik bir liderin “Duygusal Zeka”’ya sahip olması gerektiği.
Gelin önce duygusal zekanın oldukça basit anlamda ne olduğuna bakalım. Duygusal zeka; kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamını ve sosyal çevresini zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisidir.
Duygusal zekanın bileşenlerini kısaca sayarsak
- Öz Farkındalık
- Empati
- Duygu Yönetimi
- Sosyal Beceriler olduğunu söyleyebiliriz
Duygusal zekanın ilk unsuru öz farkındalıktır. Öz farkındalık kişinin duyguları, güçlü yanları, ihtiyaç ve güdülerinin bilincinde olmasıdır. Öz farkındalığı yüksek olan kişiler duygularını yönetebildikleri ve empati yapabildikleri için ilham alınan kişilerdir.
Yaşadığı ortamı güzelleştiren, sosyal çevresindeki insanları mutlu ederek aynı ortak amaca yönlendirip motive eden ve geniş kitlelerin aynı ortak hedefe katılımını sağlayan kişiye de lider denmesi gayet doğal olacaktır. Buna göre lider etrafındaki kişilere yardım elini uzatır, ben demeden önce biz der, ilham verir, dinler, duruma göre otoriter bir yaklaşım gösterir fakat korku salmaz.
Liderlik bir makam veya seviye değildir. Bir çok yönetici, genel müdür ve üst pozsiyonlarda çalışan insan vardır ki lider değildirler. Sadece bulundukları konum ve ellerinde bulundurdukları güç nedeniyle insanlar üzerinde otorite kurarlar. Söylediklerini sadece üzerimizde kurdukları otorite nedeniyle yaparız. Bu otoriteye itaat etmek ortak bir amaca yönelmek anlamına gelmez. Kısaca bu otoritenin arkasından gitmeyiz ve onu takip etmeyiz. Diğer yandan bir çok orta ve alt kademede çalışan kişiler vardır ki empati yaparak etrafındaki insanlara yardım elini uzatır, ilham verirler ve çevrelerince lider olarak görülürler.
Buraya kadar sansür yasası ile ilgili tek kelime etmeyip başlığı neden böyle koyduğumu merak etmişsinizdir.
İnsanlar topluluklar halinde yaşamaya başladıkları andan itibaren kendilerini çevreleyen tehlikelere karşı birlik ve beraberlik içinde kenetlenip bu tehlikelerin üzerinden gelmeye çalışmışlardır.
Bunu yaparken bu topluluk içinde kendilerini güvende hissedebilecekleri bir ortamın sağlanması en önemli faktördür. Bu güven ortamının oluşabilmesi de o toplum içindeki büyük liderlerle mümkün olur. Bu liderler toplumun fayda ve menfaatleri için kendilerinin ve küçük bir zümrenin çıkarlarını feda ederler. Çünkü bilirler ki başkaları onların yerinde olsa aynı fedakarlığı ve özveriyi onlar da toplum için gösterirlerdi.
Çatışma ve çekişme halinde, korku ve endişe ile birbirleri ile çekişen toplumlar enerjilerini bu çatışma ve çekişmelere harcadıkları sürece maalesef ileri gidemezler. Bunu bir ülke için değil küçük bir şirket hatta bir aile için bile düşünebilirsiniz.
İleri ve çağdaş bir toplum oluşturmanın temeli olan güvene dayalı bir yaşam ortamı da gerçek ve güçlü bir liderlik yapmaktan geçiyor. Ancak o zaman birbirimize kenetlenerek enerjimizi tüm gücüyle ileri atılmak için kullanabiliriz.
Karşılıklı tartışamayan, farklı fikirleri dinlemeyen, birbirine hoşgörülü olmayan insanların oluşturduğu küçük grupları hayal edin. Birlikte hareket edebilmeleri, başarıya ulaşmaları, mutlu olabilmeleri mümkün olabilir mi? Bu nedenle fikirlerin açıkça tartışılmadığı, hoşgörünün olmadığı toplumlarda kalkınmaktan ve refah artışından bahsetmek maalesef mümkün değildir.
Üç çocuklu bir aile hayal edin. Bu ailede anne ve babanın ana amacı ne olabilir? Çocuklarının iyi bir eğitimle hayata mutlu birer birey olarak başlaması, ülkesine ve milletine katma değer yaratan bir vatandaş olmaları herhalde en büyük ideallerinden biridir bu anne babanın. Çocuklarından birinin problemleri olduğunu, sorunları nedeniyle okuldan sürekli çağrı aldıklarını hayal edin. Bu anne baba sizce bu çocuğunu aileden kovabilir mi?
Veya isteklerini biz karşılayamıyoruz git nerede yaşamak istiyorsan yaşa demesi normal karşılanabilir mi? Çocuğun farklı görüşler belirterek anne ve babasına (tabii ki saygı ve kurallar çerçevesinde) karşı söylem geliştirmesi, ailesinin daha iyi bir yaşam ortamı için önerilerde bulunması otoriter ebeveynlerin tepkisiyle karşılaşarak konuşması durumunda ceza alacağının söylenmesi nasıl olurdu acaba? Bu çocuk kendisini aile içinde güvende hisseder miydi? Sağlıklı ve huzurlu bir düşünce ortamına sahip olabilir miydi? Yaratıcı ve üretken olması hakkında ne düşünürsünüz?
Yukarıda sorduğum soruları bir lider kendisine soracak olsa, samimi ve içten yanıtlarının ne olacağı yazımın ilk başında söylediğim duygusal zeka ile şekillenir. Bunun için de bu liderin öz farkındalığının, yani duygularının, amaçlarının bilincinde olması şarttır. Duygularını yönetebilmesi için de karşısındaki insanın yerine kendisini koyarak onun ne hissettiği hakkında güçlü bir empati yapması gerekir.
Ülkemizi büyük bir aileye benzettiğinizde durum yukarıda açıkladığım küçük aile kavramından çok da farklı değildir diye düşünüyorum. Bu ailenin birer parçası olarak güvende hissetmek, refahın artışına katkıda bulunmak, fikir ve görüşlerimizi paylaşarak değer verildiğimizi hissetmek en temel ve basit arzularımız. Konuşmak istedikçe susturulmaya zorlanmak, fikir beyan ettikçe horlanmak toplumdan duygusal anlamda kopmanın en küçük nedenleri.
İleri ve çağdaş bir toplum oluşturmanın temeli olan güvene dayalı bir yaşam ortamı da gerçek ve güçlü bir liderlik yapmaktan geçiyor. Ancak o zaman birbirimize kenetlenerek enerjimizi tüm gücüyle ileri atılmak için kullanabiliriz.