Sansasyondan yüksek sanata: Mozart
HARİKA ÇOCUK
Mozart’ın harika çocukluğu, onun daha 4 yaşında babasının denetiminde karmaşık müzik parçalarını kısa sürede öğrenip çalabilmesiyle açılır. 5 yaşında beste yapmaya başlayan Mozart, 6 yaşını doldurmadan babasının organizatörlüğünde çeşitli Avrupa kentlerinde konserlere çıkar. 7 yaşından 10 yaşına kadar, aralıksız süren 3 yıllık turnesinde ve onu izleyecek turnelerde Viyana, Paris ve Londra sarayları başta olmak üzere, pek çok Avrupa sarayında çalar.
Piyanoyu bir yetişkin kadar iyi çalıyor, dinletilerini piyano tuşlarını örterek çalmak, tek parmakla seslendirmek gibi çeşitli numaralarla renkli bir şov haline getiriyordu. Mozart, tüm kentlerde ve saraylarda büyük bir coşkuyla karşılandı. İmparatoriçe Maria Theresa’yla Viyana’da, Fransa kralıyla Paris’te yemek yedi. Londra’da konser sonrasında İngiltere kralıyla konuştu. Papadan şövalyelik onur nişanı aldı. Fakat bunların hiçbirisi Mozart’ın dünyanın en iyi müzisyeni olduğu düşünülerek yapılmadı.
Bu turnede Mozart’ın müziğinin kusursuzluğu değil, küçük bir çocuğun nasıl olup da bu kadar iyi piyano çalabildiği ilgi çekiyordu. Bir yüksek sanat ürününe gösterilen ilgiden ziyade, sansasyonelliğin çekiciliği söz konusuydu. Bu bir kültürel merak değildi; magazinsel bir meraktı.
Soylular için Mozart, sansasyonel bir çocuktan ibarettir. Yüksek bir sanat ürünü, bir kültür öğesi olarak görülmez Mozart; eğlenceli bir sirk şovu sınıflandırılmasındadır. Mozartlar ise, oğullarının sansasyonel durumunu kent kent göstererek para dilenen bir dilenci ailesi olarak algılanırlar. O yüzden babası ne kadar uğraşsa da, hiçbir saray bu ufaklığa daimi bir müzisyen kadrosu açmaya yanaşmaz. İmparatoriçe Maria Theresa, soyluların Mozart’a bakışını özetler: “Bu insanlar bütün dünyada dilenci gibi dolaşıyor, bu yalnızca küçük düşürücü.”
DEVRİMCİLĞİ
Mozart’ın dönemindeki diğer müzisyenlere oranla birkaç önemli avantajı vardı. Bunlardan ilki doğuştan büyük bir müzik yeteneğine sahip oluşuydu. İkincisi kendisini tümüyle Mozart’ın müzikal gelişimine adayan bir babayla büyümesiydi. Üçüncüsü, müzikle ilgilenmeye çok küçük bir yaşta başladığı için, müziği tıpkı Almanca gibi bir anadil olarak öğrenmesi ve kendisini konuşarak olduğu kadar, müzik üreterek de ifade etmeye başlamasıydı. Müzik onda dolaysız bir anadil aracına dönüşmüştü. Dördüncüsü, 6 yaşından itibaren Avrupa’nın tüm önemli müzik merkezlerini bir müzisyen olarak ziyaret etmesiyle, on sekizinci yüzyılda neredeyse hiç kimsenin sahip olmadığı bir geniş müzik, müzisyen, saray, kent bilgi arşivine kavuşmasıydı. Babasının organizasyonlarıyla Avrupa’nın en önemli kentlerini ve saraylarını yıllarca dolaşan Mozart, Paris’te Fransız okulunun ünlü temsilcilerini tanıdı. Londra’da Handel, Johann Christian Bach’ı, Viyana’da dönemin en ünlü müzisyenlerinin bestelerini dinledi. Dönemin en yeni operalarını izledi bestecileriyle bizzat tanıştı. Mannheim okulunun öncüleriyle iletişim kurdu. Joseph Haydn’dan etkilendi. Böylesi bir müzikal birikim, o dönemde Mozart’tan başka birisinde yoktu.
Bu müzikal görmüş geçirmişlik, Mozart’ı döneminin aristokrat müzik geleneğinin tüm özelliklerinin bilirkişisi yaptı. Döneminin farklı stil ve ekollerinden yeni sentezler üretebiliyor, içinde bulunduğu kanonu en nitelikli seviyelere çıkarabiliyordu. Kendi motiflerinin içsel tutarlılığını geleneksel kanon dahilinde oluşturması, müziğini dinleyiciler için daha anlaşılır ve çekici kılıyordu. Mozart’ın müziği, bu kanonu eşsiz bir biçimde geliştirmiş olsa da, kendi döneminin saraylı-aristokrat çevrelerinin müzik kanonu tarafından belirlenmişti. Mozart’ın müzikteki devrimciliği, kendi döneminin tüm müzikal olanaklarına hakim bir müzik dehasının, bu olanakların tümünü Mozart bağlamında sentezlemesi ve onları olabilecek en yüksek seviyeye çıkarmasıdır.
MÜZİKAL ÖZELLİKLERİ
Schonberg’in deyişiyle, Mozart’ın müziğini dinlemek hem kolay hem de güçtür. Kolaylığı zarifliğinden, bitmeyen ezgisinden, berrak ve kusursuz düzeninden gelirken, güçlüğü derinliğinden, inceliğinden ve tutkusundan kaynaklanır. Gelişkin armonik zenginlik ile modülasyon duygusu, Mozart’ın imzasıdır. Mozart, aralıksız ton-ağırlıklı armonidir.
Mozart kendisini, 18. yüzyıl müzik kanonu biçimlerinin kombinasyonlarıyla ifade etmekle birlikte, bunların taşıdıkları duygusal içeriklerin ve önceden bilinen kombinasyonların çok ötesine ulaşır. Bu, onun müzikal yenilikler yapabilme gücüdür.
Uyuyan biri nasıl düş görüyorsa, o da durmaksızın müzikal buluşlar yapıyordu. Mozart’ın yapıtlarındaki kusursuzluk, hem yaratıcı imgeleminin zenginliğinden, hem müzik aletlerine ilişkin geniş birikiminden, hem de müziğin onda ilk öğrenilmiş anadil olmasından ötürüdür.
Yolculuklarında birçok farklı müzik deneyimi edinmesi, farklı şeyler denemeye ve dönemin farklı stil ve ekollerinden yeni sentezler yapmaya duyduğu eğilimi arttırmıştı. Bu çeşitlilik, onun müzikte kontrolünü yitirmeksizin serbest düşler kurma yeteneğini geliştirmişti.
OPERALARI
On sekizinci yüzyılda en gelişkin müzik yapıtları operalardı. Opera, teatral bir anlatıyı, güçlü bir müzik ve güçlü vokallerle birleştiren çok renkli, çok sesli, çok paydaşlı; görsel, işitsel, duygusal, zihinsel bir sanatlar bütünüydü. Sahnelenmeleri büyük bütçeler gerektirdiğinden, gezgin tiyatro gruplarının erişimi dışındaydı. Operalar zorunlu olarak saraylara bağlıydı.
Mozart saray müziği yapmakla birlikte, müziğin saray tekelinde olmasına her zaman muhalifti. Aristokratlarla kendisi arasında bir hiyerarşi kurulmasından rahatsızdı. Bu yüzden operalarında aristokrat müziğini, aristokrat karşıtı librettolarla ve biçemlerle çevreledi. Aldığı anti aristokrat tutumu, özellikle seçtiği sansasyonel Paris komedisi Figaro’nun Düğünü ve anti aristokrat olduğu açıkça belli olan Don Giovanni’yle dışa vurdu. Böylece müzikte aristokrasi geleneklerini sürdürüyor fakat aristokrasi karşısında sıradan halktan yana bir tutum alıyordu. Mozart bu bağlamda, halk için, halka rağmendir.
Mozart’ın operalarında getirdiği bir başka yenilik de opera sanatçılarının operalardaki ayrıcalıklı konumlarını, enstrümanlar lehine sarsmasıdır. Geleneksel saray operaları, opera sanatçılarının hakimiyetini yansıtacak şekilde yazılırlardı. Enstrümantal müzik onlardan sonra gelmeli, müzik sanatçıların yalnızca eşlikçisi olmalıydı.
Mozart, bu güç dengesini bir miktar değiştirir; insanların ve enstrümanların seslerini birbirleriyle bir tür konuşmaya dönüştürür. Fakat bu yenilik, operayı orkestra sesleriyle değil, insan sesleriyle yaşamaya alışmış saray topluluklarını rahatsız eder. Mozart orkestraya bir şey söyletmek istediğinde dinleyiciler bunu kavramakta güçlük çekiyordu. Onlara yalnızca “çok fazla nota” varmış gibi geliyordu.
FREELANCER
Mozart’ın döneminde bir müzisyen için, aile geçindirecek bir gelir sağlamak ve belli bir sosyal itibar görmek, ancak saray müzisyeni olmakla mümkündü. Müzisyenler saray hiyerarşisinde aşçılar, uşaklar ve hizmetçilerle aynı konumdalardı. Bununla birlikte saraylardaki orta sınıftan diğer insanlar gibi, müzisyenlerin çoğu da kendilerine sağlanan olanaklardan gayet memnunlardı. Saray hizmetlisi olmak gurur verici sayılıyordu.
Mozart’ın babası Avrupa’nın küçük saraylarından birisi olan Salzburg sarayında müzisyendi. Salzburg sarayının olanakları pek kısıtlıydı. Orkestrası vasatın bile altındaki bu sarayda teknik yetersizlikler ve maddi güçlükler yüzünden tek bir opera bile sergilenmemişti. Bu yüzden Leopold Mozart, oğlunun yeteneklerini dışa vurabileceği bir sarayda müzisyen olmasını istiyordu. Bu konuda Leopold elinden geleni yaptı, Wolfgang’ı uzun yıllar boyunca Avrupa’nın tüm saraylarında tanıttı. Fakat Wolfgang, Salzburg’dan başka hiçbir saraydan teklif alamadı. Mozart, olanakları pek kısıtlı bu Avrupa taşrasına sıkışmıştı.
Yeteneklerine son derece güvenen Mozart, Salzburg’dan bir müzik başkentine saray göreviyle transfer olamayacağını artık 25 yaşında kabul eder ve bir seçim yapmak zorunda kalır. Ya Salzburg’a razı olacak ve müzik üretimini kısıtlayacak ya da beste gücünü arttırabilmek için maddi risklere girerek serbest çalışan bir müzisyene (bir freelancer’a) dönüşecektir.
Fakat Mozart için başka saraylarda iş bulmak tüm yeteneklerine rağmen güçtür. Bir saraydan diğerine giderek iş dilenmek zorundadır. Oysa Mozart, harika çocuk geçmişinin de etkisiyle kendisini büyük görüyor, aristokratlarla arasında bir hiyerarşi kurmayı reddediyor, saray adabına uyum sağlayamıyordu. Aksine, sıra dışı müzik yeteneği yüzünden kendisini saraydakilerden üstün görüyordu. Ancak romantizmin kutsadığı “dahi” kavramı henüz Mozart’ın dönemindeki toplum tarafından tanınmıyordu. Bu yüzden Mozart kendisi için bir dahi, aristokratlar için bir hizmetliden ibaretti. Denk gelmeyen bu tanımlamalar, Mozart’ın bir sarayla entegre olmasını engelledi.
Mozart’ın serbest çalışan bir müzisyen olma kararı, döneminin toplumsal koşulları düşünüldüğünde, bir sanatçı için fazlasıyla sıra dışıydı. Ondan bir önceki kuşakta saraylı bir müzisyenin başka bir iş bulmadan işini bırakması kimsenin aklına gelmezdi.
SON
Mozart, Viyana’ya taşınırken, geleceğinden ümitliydi. Umutlarını, yüksek Viyana sosyetesine bağlamıştı. Geçimini müzik dersleri vererek, konserler düzenleyerek, basılmış notlar satarak sağlayacaktı. Viyana’daki ilk yıllarında Viyana sosyetesi tarafından çok da sevildi. Ancak birkaç yılda her şey hızla tersine döndü. Öğrencilerinin tümü onu bıraktı. Yüz küsur kişilik konserleri, 1789’a gelindiğinde tek bir kişinin dahi gelmediği hayaletlere evrildi. Yalnızca borç alarak hayatta kalabiliyordu. Başta imparator olmak üzere tüm Viyana sosyetesi Mozart’a sırt çevirmişti. Bunda aristokratların Figaro’nun Düğünü’nü düşmanca bulmasının önemli bir rolü vardı.
En çok, müziğinin Viyanalılar tarafından anlaşılmasını istiyordu fakat yapıtları rafineleştikçe dinleyiciler için giderek daha anlaşılmaz oluyordu. İtalyan müzisyenler tarafından dışlanıyor, saraylarda ve sosyetede kendisine yer bulamıyor, harika çocukluk döneminde aldığı övgülerin pek uzağında yaşıyordu.
Giderek artan bir yalnızlık, giderek artan bir başarısızlıkla iç içe geçti. Son yapıtı bir cenaze bestesi olan Requiem’i tamamlayamadan yaşamı sona erdi. Dönemine uygun şekilde bir toplu mezara gömüldü.
Çoğu avangart dahi gibi kendi döneminde hem tam olarak anlaşılmadı hem de hak ettiği değeri görmedi. Mozart’ın akıllarda harika çocuk olarak kalması, yetişkin yaşamındaki rafine bestelerinin anlaşılmasındaki güçlük yüzündendi. Bir çocuğun, yaşıtlarınca yapılamayacak şeyleri yapmasını fark etmek kolaydı. Fakat bir yetişkinin avangart ve komplike besteleri, ürettiği yenilikler, kırdığı ezberler rafine olmayan kulaklar için pek kolay anlaşılabilir değildi. Sıradan kulaklar için algının dışında, müzikal kulaklar için ise kıskançlığın çeperinde kaldı. Mozart, yetkin müzisyenler arasında ancak bir tehdit olmaktan çıktığında bir referans noktasına dönüştü. Ne yapalım, dahiliğin yazgısı da budur…