Sanmasınlar susan bir kuşağız
BELİRSİZLİĞİN ŞİDDETİNDEN KOLEKTİF DEPRESYONA
Her üç gençten birinin işsiz olduğu bir Türkiye tablomuz var. İhtiyaç planlaması yapılmadan açılan bölümler, nitelikli eğitimden yoksun üniversiteler ile Türkiye’ye bir hayal satıldı. Bu hayal bir “yeni Türkiye” hayalinin parçası idi. Üniversiteleri bitiren gençler mesleklerini icra edecekleri iş alanları bulamadılar. Ya “ne iş olsa yaparız” dediler ya da işsiz kaldılar. Bunun sonucunda da gençler sadece güvencesizliği değil hayal kırıklığı, umutsuzluk ve stresi deneyimliyorlar her gün. Üstelik Türkiye’de “torpil” olmadan liyakatleri ölçütünde iş bulamayacaklarına inanıyorlar.
IstanPol’de meslektaşım Alphan Telek ile birlikte yürüttüğümüz “Türkiye’de Gençlerin Güvencesizliği” araştırmasının odak grup görüşmelerinde bu durum gençler tarafından çok çarpıcı bir şekilde ifade edilmişti. Gençler kendilerini yetersiz ve ailelerine karşı sorumlu hissediyorlar. Doğrudan aktarayım:
“Yetersiz hissediyorum. Hani o kadar oku, o kadar para dök sonra gel evde otur böyle garip hissediyorum kendimi.” (Kadın, 22, İşsiz, Üniversite Mezunu)
“Yetersiz hissediyorum. Babamla çok tartışıyoruz bunları. Yetersiz hissetmek çok kötü gerçekten. Bir de istediğimi istediğim zaman alamamak, sürekli bir lirayı düşünmek zorunda olmak can sıkıyor tabii.” (Kadın, 26, İşsiz, yüksekokul mezunu)
Geleceğini öngöremeyen, bugün harekete geçemeyen ve hayata dair hiçbir plan yapamayan yani paralize olmuş bir nesil var. Türkiye’de gençlerin ruh hali belirsizliğin şiddetinden kolektif depresyona evriliyor. Gençler bu belirsizlik sarmalından kurtulmak istiyorlar ve çıkış arıyorlar. Bu açıdan, iş güvencesi yoksunluğu, eğitimin vaadini yerine getirmemesi gibi sebeplerden dolayı kendi mahallelerine hapsolan, ailelerine bağımlı bu gençler çıkış yolunu ve hayallerini yurtdışı odaklı kuruyorlar.
Geçtiğimiz hafta bir Anadolu lisesi mezunu olarak “Eski Türkiye’de her şey mükemmel değildi ama hiç değilse fırsat eşitliği vardı” minvalinde yazdığım bir tweet çok dikkat çekti. Yorumlardan biri ise çok yaşlı olmadığımı, söylediğim şeyin gerçekliğini sorguluyordu. Evet ben 6-7 yıllık bir avantaja sahibim, ne yazık ki eğitimdeki tahribat o kadar hızlıydı ki ben Cumhuriyet’in “fırsat eşitliğini” tadabilen Y kuşağına mensup olduğum için şanslı hissediyorum. Bizler kendi mahallelerimizden devlet okullarındaki kaliteli eğitim sayesinde çıkabildik, nispeten güvenceli bir yaşama erişebildik. Cumhuriyet; kimliksel, sınıfsal eşitsizlikleri yok etmemişti tamir edilecek gidilecek çok yol vardı bu nedenle mükemmel değildi. Oysa bugün Cumhuriyet’in aksayan yönleri onarmak yerine kurumları ve var olan kazanımlarını da yok eden bir tahribat ile karşı karşıyayız.
GENÇLER APOLİTİK Mİ?
Özellikle Z kuşağına dair “garip bir nesil”, “siyaset ile alakaları yok” basmakalıp yargısı epey bir dillendirildi. Oysa Z kuşağı siyasete değil, kendi deyimleri ile “fosilleşmiş” siyasete mesafeliler. Türkiye’nin mevcut kavgalarından, kutuplaşmalarından, eski kuşağın öfkelerinden başka dertleri var. Kentleşmiş, sosyal medya ile dünyaya açılmış, farklı değer ve bakış açıları olan bir nesil var. Üstelik onlar tek başına homojen birbirinin aynı düşünen bir bütün değil. Farklı fikirleri, yaklaşımları ve tepkileri var. İstanbul Sultanbeyli’de, Anadolu’nun bir kasabasında veya Diyarbakır Sur’da yaşayan bir genç bambaşka deneyimlere sahip.
Ancak araştırmalar gösteriyor ki gençlerin farklılıklarına rağmen dertleri ve geleceksizlik hisleri ortaklaşıyor. Gençler siyaseti “bildiğimiz siyasetin” dışında yapıyorlar. Mevcut kutuplaşmalar sebebi ile arkadaşlarını kaybetmek istemiyorlar. Özgürlüklerin de kısıtlandığı bir ortamda “suskun” görünüyorlar. Öte yandan kendi oluşturdukları “gri” alanlarda “hak temelli” platformlarda yeni bir politikliği inşa ediyorlar. Apolitik gibi görünen bu yeni sivil oluşumlar gençlerin taleplerini siyasetin merkezine de taşıyor. Gençler kendi gri alanlarında, siyah ya da beyaz bizi temsil etmiyor ama biz her ikisinden de izler taşıyoruz ve aslında asla bir araya gelmez dediğiniz parçaların bir arada durabileceğine inanıyoruz mesajı veriyorlar.
Siyasetçilerin son dönemlerde gençleri tanımlama çabasından dinlemeye geçtiğini görüyoruz. Bu hayli önemli bir adım. Hem gençlerin başarısı hem de siyasetin değişime açık olduğunun bir göstergesi. Ancak gençlere mesaj veren liderler pozisyonundan gençlerle birlikte siyaset yapan liderler konumuna geçmek de çok uzak olmasa gerek. Özellikle Türkiye’ye yeni bir gelecek iddiası olan muhalefet için bu olmazsa olmaz bir koşul.
19 Mayıs ülkemiz için kurtuluştan kuruluşa giden yolda sembolik bir başlangıç noktası. Mustafa Kemal Atatürk bugünü gençlere armağan ederek bir başka sembolik hamle ile birleştirmiş. Bugün ise Cumhuriyet ikinci yüzyılına hazırlanırken Türkiye’nin ihtiyacı olan gençler için adil, demokratik ve yaşanabilir bir ülke olabilmek. Gençleri bu demokratikleşme sürecinin bir öznesi kılmak. Türkiye’nin gençlere sempatik görünmek için çabalayan veya gençleri temsil edecek “kurtarıcı lider” arayışına değil, gençleri siyasetin öznesi yapacak bir anlayışa ihtiyacı var. Gençler apolitik değil, siyaseti bildiğiniz yöntemlerle yapmıyorlar.
Başlıkta da ödünç aldığım Gülten Akın’ın dizeleri ile bitireyim
“Bize kimliğimizi soruyorlar
Mayısların hesabını soruyorlar
Söylüyoruz
Okusunlar
Sanmasınlar susan bir kuşağız”.