Dünyadan

Salazar’ın futbolu

Abone Ol
Birçok Portekizli tarihçiye göre Salazar üniversitede ekonomi dersleri verdiği dönemde futbolu sevmez ve seyretmezdi. Futbola ilgisi siyasete başladıktan sonra gelişti. Çünkü futbolun kitleleri peşinden sürükleme gücünü fark etti. Salazar’ın ‘Üç F’ söylemini oluşturan Fado ve Fátima kavramlarını geçtiğimiz haftalarda açıklamıştık. Bu yazıda üçlemeyi tamamlıyoruz ve futbol (futebol) konusunu ele alıyoruz. Futbolu herkesin bildiğini varsayıyorum. Peki Salazar’ın futbolu neydi? Salazar futbol sayesinde neyi başarmıştı? Birçok Portekizli tarihçiye göre Salazar üniversitede ekonomi dersleri verdiği dönemde futbolu sevmez ve seyretmezdi. Futbola ilgisi aktif siyasete başladıktan sonra gelişti. Çünkü futbolun kitleleri etkileme ve peşinden sürükleme gücünü fark etti. Karl Marx’ın ünlü ‘‘Din halkın afyonudur’’ sözünü hatırlayalım. Marx bu sözüyle dinin kitleler üzerinde uyuşturucu bir etkiye sahip olduğunu iddia etmişti. Yaşayan futbol efsanesi Pele bir röportajında ‘‘Ben topa tıpkı bir Tanrıymış gibi saygı gösteririm, çünkü futbol benim için bir dindir’’ demişti. Futbolun kitleleri gerçek yaşamdan ve sorunlardan uzaklaştıran bir tür uyuşturucu etkisi olduğu sık yapılan tespitlerden birisidir. Aslına bakarsanız bu durumun ilk farkına varanlar yine kiliseler olmuştur. Futbolun beşiği İngiltere’de ilk kulüpler hep kiliselerin desteğiyle kurulmuştu. Örneğin, Aston Villa erkeklerden oluşan bir İncil okuma grubu tarafından, Bolton Wanderers Yüce İsa Kilisesi tarafından, Everton St. Domingos Kilisesi tarafından, Birmingham City Trinity Klisesi tarafından desteklenerek kurulmuş ve gençlerin futbola yönelmesi teşvik edilmişti. Dolayısıyla futbol da tıpkı din gibi kitleleri bir arada tutma gücüne sahiptir ve bu güç iktidarlarca kitleleri politize veya depolitize etme aracı olarak kullanılabilir. Salazar gibi zeki bir adamın bu gerçeği görmesi çok uzun zaman almadı. İşte Salazar’ın sevdiği futbol oyunundan çok siyasal ideolojinin araçsal futboluydu. Aslında bu yöntem Salazar’a ait özel bir yöntem değildir. Tarihi süreçte birçok diktatör aynı yoldan gitmiş ve futbolu kendi iktidarlarını koruyan bir propaganda aracı olarak görmüşlerdir. Örneğin İspanya’da Franco’nun spor bakanı general Moscardo ‘‘Siyasal amaçlarımızı gerçekleştirmede futbol en önemli araçlarımızdan birisidir’’ şeklinde açıkça demeç vermiştir. Avrupa’da en çok kupa kazanan takım İspanyol Real Madrid’in ismi bile Kralın Madrid’i anlamına gelir. Real Madrid’in isminde yer alan ‘real’ kelimesinin İngilizce’deki ‘gerçek, hakiki, öz’ kelimesiyle ilgisi yoktur. İspanyolca ‘real’ kelimesinin İngilizce’deki karşılığı Royal’dır. Yani ‘Krala ait, Krala layık Madrid’ anlamına gelir. Dolayısıyla Franco döneminde ve öncesinde Real Madrid’in her başarısı kral sayesinde, ülkeyi yönetenin başarısı olarak lanse edilmiş ve bir propaganda aracına dönüşmüştür. Nitekim, Franco’nun dış işleri bakanı Fernando Maria Castiella’nın ünlü ‘‘Yurtdışındaki en iyi elçiliğimiz Real Madrid’dir’’ söylemi bu durumu doğrular. Peki futbolun bu araçsal gücü nereden gelir? Detaylı ve uzun bir sosyolojik analiz yapabiliriz ancak özetle futbol kolektif aidiyet yaratır ve en kolay ‘öteki’ üretme aracıdır. Bu sayede taraftarlar ‘ötekiyle’ uğraşırken vaktini ve enerjisini başka şeylere pek ayıramaz. Başka konulara ve olaylara karşı duyarlılığımızı köreltir. Böylece futbol siyasal iktidarlar tarafından potansiyel protestoları geciktirmek, ertelemek, gündemi değiştirmek, milli duyguları kabartmak ve kendi iktidarını meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılabilir. Ayrıca yapılan tesisler, stadyumlar ve uluslararası etkinlikler sayesinde iyi bir propaganda aracına dönüşebilir.
Dünya’nın en güçlü ordularından birine sahip olan ülkemizde bir taraftar grubuna ‘hükümeti devirmeye teşebbüs’ suçundan dava açıldı. Bu tür trajikomik gelişmeler bile iktidarların futbolu ne kadar ciddiye aldığını kanıtlıyor.
Araçsal futbol bir güçtür ve bu güç kitlelere hitap etme imkanı verir. Tabii ki bu kontrol edilmesi gereken bir güçtür. Bu yüzden yayın ihalesinin kime verileceği önemli bir konudur. Canlı yayında 40.000 kişinin tek bir ağızdan iktidarı eleştiren tezahüratlar yapma potansiyeli bir risktir. Risk yönetimi olarak böyle bir durumda yayıncının sesi kısacağından emin olunması gerekir. Profesyonel futbol kulüplerinin milyonlarca Euro geliri olmasına karşın hâlâ tüm tesislerini ve stadyumları devletin yapması da bir nevi bu gücü dizayn ve kontrol etme çabasıdır. Bir stadyum açılış töreninde milyonlarca taraftarı olan bir kulüp başkanının 5 dakikalık konuşmasında onlarca kez siyasal erkin adını geçirmesi ve teşekkür etmesi paha biçilemez bir propaganda yöntemidir. Ayrıca belediyeler, Spor Toto, Türk Hava Yolları gibi farklı kuruluşlardan kulüplere yapılan maddi destekler ve sponsorluklar kulüp yöneticilerini siyasal erke ‘borçlu ve mahkum’ bırakılır. Böylece milyonlarca taraftara sahip bir kulüp başkanının iktidarı eleştirmesi veya muhalefeti desteklemesi dolaylı yoldan engellenmiş olur, aksi halde ne olacağını herkes bilir. İktidarlar bu araçsal gücün kontrol edilemediği durumları sevmezler. Nitekim ülkemizde siyasi iktidarın taraftarlara bakış açısı özellikle Gezi Parkı eylemlerinden sonra devletin bekasını tehdit edebilecek risk gruplarıymış gibi şekillendi. Gelecekte olası benzer protestoları engellemek adına, Dünya’nın en büyük ve güçlü ordularından birisine sahip olan ülkemizde bir taraftar grubuna ‘hükümeti devirmeye teşebbüs’ suçundan dava açıldı. Bu tür trajikomik gelişmeler bile aslında futbolun iktidarlar tarafından ne kadar ciddiye alındığını kanıtlayan göstergelerdir. Kim bilir belki de Salazar’dan 50 yıl sonra bile bugün tek F ile, D ile, M ile yönetilen ülkeler halen vardır.