Sağlık sektörü: Karmaşık, anlaşmazlık dolu bir kapalı kutu

Abone Ol
Türkiye’de sağlık sektörüne sadece hasta veya doktor memnuniyeti ötesinde bakabilmek lazım.

Loading...

Geçen haftaki Economist dergisinde, bir araştırma bulgularına göre İngiltere’de her yıl Ulusal Sağlık Sistemi NHS kendilerine bakarken 3400 kişinin öldüğü, bu ölümlerin %3,6’sının kaçınılabilir bir sebeple meydana geldiği ve bunun da NHS hastanelerinde haftada ortalama 150 kişinin ölmesi demek olduğuna ilişkin bir yazı okudum. Elbette birçok ülkede hastanede bakım sırasında doktor veya başka sebepten meydana gelen hatalar nedeniyle ölümler gerçekleşiyor.  Hatta Yeni Zelanda, Hollanda ve ABD’de yapılan araştırmalar aşağı yukarı benzer rakamlar tespit etmiş. Tahminen Türkiye’de de durumun benzer olduğunu değerlendirebiliriz. Türkiye’deki sağlık sektörü salgından önce bile birçok sorun yaşıyordu. Bunlar arasında doktorlara yönelik şiddet, hastalar için iyileşme sağlamış ancak sağlık çalışanları için artan derecede iş memnuniyetsizliği yaratmış reformlar ve yetişmiş insanların yurtdışına gitmesi gibi konular hemen akla geliyor. Şüphesiz sadece kötü haber de yok özellikle plastik cerrahiden saç ektirmeye, diş hastalıklarına, göz hastalıklarından kansere birçok alanda Türkiye yabancılar açısından çok tercih edilir oldu. Tüm bunları düşünürken, sağlık sektöründe yaşanan anlaşmazlıklar konusunun ‘Anlaşabiliriz’ adlı podcastimde daha önce iki kere gündeme geldiğini hatırladım. Bunlara kısaca değinmek istiyorum çünkü sağlık sektörü özellikle sadece hasta ölümleri bakımından değil içinde yaşanan anlaşmazlıklar bakımından tam bir kara kutu. Oysa sağlık, üstüne özenle eğilmemiz, çalışanlarının ve hastaların memnuniyetini mutlaka düşünmemiz gereken ve hepimizi yakından ilgilendiren çok önemli bir hizmet. Bir bölümde konuğum John Sturrock, İskoç parlamentosu tarafından Ulusal Sağlık Sistemi NHS Highlands’deki taciz ve bezdiriye ilişkin birtakım iddialarla ilgili bir rapor yazması istenmiş bir arabulucuydu. Konuyu anlamak için klasik anlamda bir soruşturma yaparak, “kim hata yaptı, kim suçlu ya da kime tazminat ödemeli” gibi bir rapor vermek yerine, arabulucu becerilerini kullanarak insanları ve hikayelerini dinleyen, onlara kendilerini değerli hissettiren ve yaşananların altında yatan sebeplerin ne olduğunu anlamaya yönelik bir yaklaşım benimsemişti. Bu sayede, kendisine olaydan etkilenen 50 ya da 60 kişinin olduğu söylenmesine rağmen, üç yüzü aşkın kişinin olduğunu ortaya çıkarmış; işi beklenenden daha uzun sürse de hazırladığı rapor hükümet tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştı. Sturrock, genelde bir şeyler ters gittiğinde, insanların alternatif anlaşmazlık çözüm yöntemleri yerine, kimin suçlu olduğu bulmak ve bir bakıma günah keçisi aramakla ilgilendiğini ve bunun geçmişe dönük bir bakış açısı olduğunu söylemişti. Dahası, bu yöntemin yüzeysel ve neyin gerçekten işe yaradığı, yaramadığı ve bir dahaki sefere neyin daha iyi yapılabileceği ve yapılan hatadan ne öğrenilebilir gibi konularla ilgilenmediğini belirtmişti. Böyle olunca da insanlar genellikle suçlu bulunmaktan korkuyorlar ve savunmacı davranıyorlardı. Sturrock, Matthew Syed’ın “Black Box Thinking” adlı kitabına referans vererek, 1970'lerde bir dizi uçak düşmesi nedeniyle, havayolu endüstrisinin hata aramayan soruşturma yaklaşımını benimsemeye karar verdiğini anlatmıştı. Bu yaklaşım meydana gelen olayda neler yaşandığını, bunlara neyin sebep olduğunu ve gelecekte bunlardan nasıl kaçınmak gerektiğini bulmayı hedefliyor. Bu da aslında havayolu endüstrisinde sorun çözmeye tamamen farklı bir kültür ve bakış açısı getiriyor. Syed, bu yaklaşımı sağlık sektörüyle karşılaştırıyor ve sağlık sektöründe her gün ya da her hafta bir uçak kazası yaşandığını ve bu tarz büyük kurumsal yapılarda sıklıkla bir şeylerin yolunda gitmemesi durumunda farklı fikir üretilemediğini söylüyor. Sturrock’un ifadesiyle: “Oysa bir şeyler her zaman kötü gider. İnsanız, hata yapıyoruz. İnsan kötü olduğu için değil, baskı altında olduğu için, sistem etkili çalışmadığı için veya herhangi bir sebeple hata yapıyor”. Bu baskıya rağmen kişiler suçlandığı, kusur arandığı ve yaptırım ve cezayla karşılandığında, sadece ilgili kişiye değil kurumlara da ciddi zarar veriliyor ve altında oldukları baskı iyi anlaşılmazsa, kişiler üstünde ruhsal ve fiziksel etkiler bırakıyor. Sturrock, buna karşı çok hassas ve bilinçli ve anlayışlı yaklaşmak kadar, yaratıcı çözümler bulmak ve sorunları çözmek için yıkıcı değil yapıcı olmak gerektiğini vurgulamıştı. Başka bölümde ise konuğum California’daki bir tıp fakültesinde ombudsman (ombuds) olan Tom Kosakowski idi. Ombudsmanlık, büyük kurumsal yapılarda bireylerin kişisel ve özel meselelerinde uyuşmazlık çözümü uzmanı olarak yardımcı olan ve gayrı resmi olarak duyduğu şeyler hakkında üniversitenin bilgi sahibi olmasına ve bunlara yanıt vermesine yardımcı olan tarafsız ve gizliliği benimsemiş bir geri bildirim mekanizması.  Kosakowski, sağlık birimlerinin kendilerine has kültürü nedeniyle sadece tıp fakültelerine bakan ombudslardandı. Yılda binlerce hastaya bakılan eğitim hastanelerinin, ABD’de para ve prestij sahibi ama aynı zamanda çok fazla yargılama ve uyuşmazlığı da beraberinde getiren kurumlar olduğunu vurgulamıştı. Örneğin öğrenciler ve hocalar, genç araştırma görevlileri, kadrosu henüz olan veya olmayan öğretim üyeleri, araştırma, yeni ilaç veya alet-prosedür deneyen yeni laboratuvar personeli kadar, eğitim, tedavi, buluş, patent ve fikri mülkiyet, bunlar için fon ve hibe bulunması gibi bambaşka konuların gündeme geldiği karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz. Kosakowski, bu sebeplerle bir uyuşmazlık meydana geldiğinde bunu yönetmek ve önemli ve prestijli kişilerin kötü davranışlarını önlemenin zorlaştığını ifade etmişti. Son olarak, bir sonraki bölümün konuğu Bob Bordone de sağlık sektöründeki çalışanlar arasında ne tür anlaşmazlıklar oluyor; bunları çözmek adına kurumda nasıl süreçler var; insanlar bunları kullanıyorlar mı; ve var olan bu süreçler nasıl iyileştirilebilir anlamaya çalıştıklarını ve çok insanın çok anlaşmazlık demek olduğu kadar; anlaşmazlıkların hastanelerin nasıl fonlandığı; sigortalandığı; iyi personel bulma, işe alma ve onları tutma gibi konular da içerdiğini söyledi. Hatta alanında uzman, çok iyi bir doktor olmanın ille de anlaşmazlıkları çözme becerisine sahip olmak anlamına gelmediğini belirtti. Tüm bunları düşününce, Türkiye’de sağlık sektörüne sadece hasta veya doktor memnuniyeti ötesinde bakabilmek lazım. Yaşanan kaçınılabilir ölümlerin sebeplerini öğrenmek; zaten uzun saatler çalışan sağlık personeli arasında; eğitim kurumlarında hoca-öğrenci-asistan ilişkilerinde yaşanan anlaşmazlıkları kişilerin kendilerinin çözmesi için kurumsal mekanizmalar ve kapasite geliştirmek; hatalardan öğrenmeyi hedefleyen suçlu aramamak ve işleyen prosedürler kurmak gibi bir çok konunun gündeme gelmesi gerekiyor gibi.