- https://www.statista.com/chart/24749/oxygen-demand-covid-19/
- https://www.worldometers.info/coronavirus
- https://www.v-dem.net/en/publications/democracy-reports/
- https://www.ituc-csi.org/violations-workers-rights-seven-year-high
Sağ popülizmin salgınla imtihanı: Türkiye, Hindistan, Brezilya örnekleri
ÜÇ ÜLKE NEREDE BULUŞUYOR?
Son 2 hafta içerisinde ABD dışında en çok vakanın görüldüğü ilk 3 ülke Hindistan, Brezilya ve Türkiye’ydi. Vaka sayılarında üçüncü sırada olan ABD, Trump dönemindeki kötü ve vurdumduymaz salgın yönetiminin telafisini Biden’ın gelmesiyle hızlı bir şekilde yapmaya başlamasına rağmen vaka sayılarının iyice düşmesi için halen vakte ihtiyacı var. Ancak buna rağmen ABD’de aşılama sürecinde ciddi bir hızlanma var. Biden artık tüm vatandaşların istediği an aşı yaptırabileceğinin taahhüdünü verdi. Hindistan, Brezilya ve Türkiye’de ise ne aşılama süreci hızlanıyor ne de salgının yayılışı durdurulabiliyor. Bu üç ülke de dünyada salgının raydan çıkmış halinin en net örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Peki bu sadece bir rastlantı mı? Yoksa bu üç ülkeyi birbirine benzer kılan ortak yönleri sandığımızdan fazla mı?
V-Dem 2021 Demokrasi Raporu’na göre Türkiye, Brezilya ve Hindistan 2010-2020 yılları arasında dünyada en çok demokratik gerileme yaşayan ilk 10 ülke arasında yer alıyor. Bu 10 ülkelik listede de nüfusu en yüksek üç ülke yine bu ülkeler. Üç ülkede de sağ popülist yönetimler iktidarda. Üç ülkede de karizmatik otokratik popülist liderler yönetimin başında. Türkiye’de Erdoğan, Brezilya’da Bolsonaro, Hindistan’da Modi. Üç ülkede de siyasi kutuplaşma uç boyutlara varmış durumda ve iktidar benzer şekilde kutuplaştırıcı bir dil kullanıyor.
Bundan öte bu ülkelerde ekonomik eşitsizlikler de çok yüksek. Üst ve alt kesimler arasında bir gelir ve servet uçurumu var. Farklı coğrafyalar, farklı kültürler, farklı dinlerin yaşandığı yerler ancak birbirine çok benzer hikayelere sahip aslında bu ülkeler. Elverişsiz ekonomik ve sosyal koşullar, yetersiz kalan bir yönetim anlayışıyla birleşince de pandemide çok benzer sonuçlar ortaya çıkıyor.
Ekonomik eşitsizliklerin yüksek olması, devletin de bu dengesizlikleri giderecek kapsayıcı bir sosyal ağa sahip olmaması salgında büyük kitleleri çok daha korumasız hale getiriyor. Hem Türkiye, hem Brezilya, hem de Hindistan’da devletin çalışan kesimleri koruyacak kapasitesi gayet zayıf. Çalışan kesimlerin de ciddi bir kısmı, özellikle işçi sınıfı, çok kötü koşullar altında çalışıyor. Türkiye, Brezilya ve Hindistan, 2020 Küresel İşçi Hakları Endeksi’nde yine dünyada en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. Salgında en korumasız kesim de yine işçiler oluyor. Hem güvencesiz çalışma koşulları hem de geçimsizlik ve devletin yardım sunmamasından dolayı çalışmaya mahkûm edilmek, geniş kitleleri daha kırılgan hale getiriyor. Kendilerini salgına karşı korumakta güçlük çekiyorlar, virüsü daha kolay kapıyorlar ve hastalanmasalar bile pandemi koşullarından dolayı işten çıkarılıp ciddi geçim sıkıntıları yaşama riskine sahipler.
Bu üç ülkedeki çalışma rejimleri, eşitsizlikler ve devletin kapasite sorunu, diğer faktörler eklenmeden bile pandeminin bu ülkelerde başlı başına diğer ülkelere göre daha kötü yaşanmasına yol açabilecek sebepler.
Türkiye, Hindistan ve Brezilya’nın benzer bir duruma düşmesinde ise çok önemli siyasi faktörler bulunuyor. Salgın sürecinde üç ülkede de çok benzer biçimde siyasi liderler salgına rağmen kongreler ve mitingler yapmaya devam ettiler. İktidardaki partiler ve liderler bu ülkelerdeki vurdumduymaz tavırlarıyla ortak bir davranış ve yönetim modelini ortaya koyuyor. Farklı coğrafyalarda olsa da, benzer ideolojik yapıların iktidarda benzer şekilde davranması rastlantıdan öte bir durum. Otoriter sağ popülist siyaset anlayışı dışlayıcı ve kutuplaştırıcı bir dile, hukukun üstünlüğünü, kurumsal yapıları ve süreçleri umursamayan bir tavra sahip.
POPÜLİZMİN KURBAN ETTİĞİ GERÇEKLER
Normları kabul etmeyen bu siyaset anlayışı çok ciddi bir organizasyon kabiliyetinin gerekli olduğu vahim bir krizde akılcı, rasyonel ve planlı biçimde hareket edebilme kabiliyetine pek de sahip değil. Sağ popülist iktidarlar birçok sorunla karşılaşmış olsa da yakın tarihte COVID-19 salgını kadar ağır bir krizle karşılaşmamışlardı. Bu salgınla birlikte neyi yapamadıkları çok daha net ortaya çıktı.
Siyaseti sürekli olarak gerçekliği çarpıtarak, ya da kendi çıkarlarına göre eğerek yapmaya alışık bu ideolojik yönelim sadece bu ülkelerde değil ABD’de de Trump ile nelere yol açtığını gösterdi. Dünyanın en gelişmiş demokrasilerinden birinde bile yönetimin başına otoriter tandansları olan sağ popülist bir lider geçince benzer manzaralarla karşılaştık. Hem Cumhuriyetçi Parti’nin hem de Başkan Trump’ın çamaşır suyu kullanmayı tavsiye edecek kadar ileri giden sorumsuz açıklamaları hem de popülist reflekslere sıkışıp kalan siyaset anlayışları yüzünden sadece günü kurtaran ve gerçekten gerekli olan politikaları uygulayamamaları ABD’de de bir felakete yol açtı. Bunun yanı sıra sağ görüşün sermayeyi önceleyerek geniş kitlelere yeterli bir güvence sunamayan politik vizyonu yine salgını daha da kötüleştiren önemli bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Bundan öte sağ popülist siyasetin bilime ve gerçekliğe mesafeli yaklaşımı günlük siyasette kendilerine kazanç sağlasa da gerçek bir krizle karşı karşıya olunca doğru tepkileri veremiyor. “Post-truth” yani gerçek-ötesi dediğimiz, alternatif kurgular üzerinden kitleleri mobilize etmeye çabalayan sağ popülist siyaset, COVID-19 kadar sert bir gerçeklikle karşılaşınca afallıyor.
ABD’de de yaşanan tüm bu olaylar kurumsal altyapısı daha da zayıf olan Türkiye, Brezilya ve Hindistan’da daha şiddetli bir biçime yaşanıyor. Otoriter sağ popülist liderler sorumsuzca davrandığı sürece kutuplaşmanın da getirdiği etkiyle kendilerine sıkıca bağlanan kitleye, doğru hareket edebilmenin sinyallerini veremiyor. Liderlerin ve partilerin lebalep mitingler yaptığı bu ülkelerde, liderine ciddi bağlılık sahibi olan kitleler salgının ciddiyetini kavrayamıyor. Hatta halk, liderin teşvik ettiği vurdumduymaz tavrı örnek alarak salgının yayılmasına katkıda bulunuyor.
HALK NEYİ TERCİH EDERSE O OLACAK
Bu salgın, kitleleri sürekli kutuplaştırıcı bir dil üzerinden mobilize etmeye çalışan, popülist söylemler üzerine kurulu, gerçekliği bertaraf ederek kendine meşruiyet alanı yaratmaya çalışan, sermayenin çıkarlarını önceleyen bir ekonomik vizyona sahip sağ, hatta belki de aşırı-sağ popülist diyebileceğimiz iktidarların sınıfta kaldığı bir imtihan oldu. Tüm bu araçlara başvurarak sandıkta olabildiğince verim almaya çalışan, ancak bu süreçte demokratik kurumları zedeleyip demokrasiyi sandığa sıkıştıran otoriter eğilimli sağ popülist siyaset gerçek bir krizle karşılaştığında rasyonel politikalar üretemiyor. Böyle bir krize karşı algıyı yöneterek ya da gerçekliği saklayarak zafer elde etmek mümkün değil. Sağ popülist siyasetin de elinden en güçlü silahları alınınca gerçek yetersizliği ortaya çıkıyor. Sürdürülebilir ve akılcı bir siyasi vizyon sunabilme kapasitesinin olmadığı bu pandemi tarafından ortaya konuldu. Günün sonunda, ne kadar “halkın çıkarları”na hizmet ettiklerini söyleseler de, iktidarları tehlike altına girdiğinde kendi çıkarlarına öncelik veriyorlar.
Bahsedilen tüm bu siyasi, ekonomik ve sosyal faktörlerin birleşimi de sonunda ölümcül bir karışıma dönüşüyor. Tam da bugün Türkiye, Brezilya ve Hindistan’da gördüğümüz gibi. Belki sandık olmasaydı ve bu ülkeler Çin gibi tamamen otoriter olsalardı halkı memnun etme dertleri olmadan temel hak ve özgürlükleri istedikleri gibi rahatça zedeleyerek bu salgını daha hızlı kontrol altına alabilirlerdi, doğru. Ancak bunun bedeli de ebediyen otoriter ve can güvenliğinin olmadığı bir rejim altında yaşamak olur. İhtiyacımız olan ne tamamen otoriter bir rejim ne de sandığa sıkıştırılmış bir seçimli otoriterliği dayatan sağ popülist siyaset. Şeffaf, denetlenebilir, hesap sorulabilen ve kurumları işleyebilen demokrasilere ihtiyacımız var. Virüs doğal, salgın ise gayet politik. Bunu nasıl bitireceğimiz ise halkın ve yöneticilerin tercihine bağlı.
Kaynak:
Bunlar da ilginizi çekebilir