Sağ Kemalizm: Kimdir bu sağ Kemalistler?

Abone Ol
(nativist) bir başlıkla (ortanın solu) teorize ettiği sosyal demokrat ittifaka dahil olarak refahı ve mülkiyeti tabana yayma arayışı, sağ tarafından “utangaç komünizm” şekline yorumlanmış ve demokrasi sınırları içinde halk lehine dört başı mamur bir dönüşüm vadeden bu proje, “komünistlik” suçlamasıyla marjinalize edilerek Demirel’in Türkiye’yi “19. yüzyıl kapitalizminden kurtarma” projesinin hizmetine sunulmuştur. Başka bir ifadeyle, DP’nin devamı olma iddiasındaki AP ve CHP’den kopan sağ-Kemalistler, bu süre boyunca sermayeden yana tavır alarak, diğer yandan da CHP’yi materyalist, dolayısıyla “dinsiz”; komünist, dolayısıyla bu milletin değerlerine yabancı olarak gösterip halkı manipüle ederek halktan yana dönüşüm isteyenleri “yabancı”, halk kesimlerini sömürmeyi hedefleyen sermaye yanlısı kendi konumunu “yerli” olarak tarif etmiştir. Sağ-Kemalistler, CHP’yi adeta bir Ate olarak gösterip, komünizmle mücadele kisvesi altında nizami ve gayri nizami yollarla, 1970’lerin ortalarında sağ basının sloganıyla “sahada Türkeş, Meclis’te Demirel” şeklinde hareket etmişlerdir. Bu eğilimler sonucunda sağ-Kemalizm ile Türk-İslam Sentezcisi aktörler, Aydınlar Ocağı, MHP ve Milli Görüş TBMM’de ve sahada bir ittifak kurarak topyekûn CHP’ye saldırmışlardır. CHP’yi devamlı “Atatürkçülükten sapmak” ile suçlayan sağ-Kemalistler, Atatürk’ün  Cumhuriyetin temeli olarak gördükleri laiklik ilkesini hiçe sayan Türk-İslam Sentezcileri’yle “komünizm korkusu” kisvesiyle ittifak yapmaktan çekinmemişlerdir. Sağ-Kemalistler ayrıca, Atatürk’ün planlı kalkınmacı perspektifini bir kenara bırakarak 1960 sonrası ortaya koyulan kurumsal altyapının önemli parçalarından olan Planlama Teşkilatı’nı baypas etmiş ve Cumhuriyetin nihai hedefi olan halk egemenliğini toplumun en etken olduğu dönemde taçlandırmak yerine, bu etkenliği edilgenlikle ikame etmeye çalışmışlardır. Bunun yanında onlar, ilkelere dayanan, Atatürk’ün toplum lehine yaptığı ilerici devrimi İkinci Dünya Savaşı sonrasının progresif kavramlarıyla güncelleyen sol-Kemalizmi sembol fetişisti bir Atatürkçülükle harmanlayan ve sola dair herhangi bir değeri anti-laik bir ittifakın içine girmekten bile çekinmeyecek kadar tehlikeli gören bir siyasi akım olmuştur. Öyle ki, onların Demirel’in “bol gelme” metaforuna ek olarak, Türk-İslam Sentezi’nin Türklük-yoğun yanını temsil eden, Demirel’in darbe öncesi müttefiki Türkeş’in 12 Eylül sonrası “Bizim yıllardır ifade ettiğimiz şeylerin başka bir yöntemle vücut bulması” şeklindeki ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, örgütlenme haklarını ortadan kaldırıp Türkiye’de merkez sol da dahil olmak üzere herhangi bir sol hareketin kendisine sürdürülebilir bir taban elde edebilmesi için gerekli kurumları ortadan kaldıran 12 Eylül darbesinde ciddi bir payları bulunmaktadır. Onlar, solu kurumsal olarak kısıtlayan her adımda dini daha görünür kılmış ve dinin siyasetin bugünkü ölçülerde bir aygıtı hâline gelmesi ile milliyetçilikle harmanlanmış bir taşra ideolojisine dönüşmesinde çok temel bir role sahip olmuşlardır. Sol-Kemalistlerin tarihten çıkardıkları derslerle gördükleri dinin toplumdaki manipülatif rolü dolayısıyla onu özel alana itme kaygıları ve mülkiyet ilişkilerini halk lehine dönüştürme iddialarından ilkini dinsizlik, ikincisini komünistlik olarak kodlayıp birbirlerinin doğal sonucu olarak yansıtan manipülatif çift yönlü propagandaları onlara, bir yandan halk lehine refah odaklı bir dönüşümü hedefleyen sol-Kemalistleri yukarıda anlatılan yöntemlerle marjinalize edip bu dönüşümün önüne geçerken, diğer yandansa buna rağmen kendilerini “milletin değerlerinin gardiyanı” olarak gösteren bir konfor alanı sağlamıştır. Dolayısıyla bugüne kadar gelen ve günün sonunda sağ-Kemalizmin de siyasal İslam’ın içinde asimile olmasıyla sonuçlanan bu propaganda araçları, taleplerin toplumsallığının bireysellikle ikame olduğu, yaratıcıya ulaşmak için birer araç olan ibadetlerin bizatihi amaç olarak kodlandığı ve toplumsal ahlakın teferruatlara indirgenmiş bu ibadet anlayışıyla yer değiştirdiği bir sonuç doğurmuştur.