Sadece paylaşmak istedim…

Abone Ol
Twitter üzerinden gerçekleştirilen bir anket sonucunu eleştirmemle başladı her şey. Aslında bu yazıyı yazmaktaki amacım da bu. Çok takipçili bir profil “başıboş” köpeklerin toplatılıp eğer sahiplenilmezse belli bir süre sonra uyutulması fikrini savunup savunmadığını soruyordu takipçilerine…

Loading...

Sosyal medyada ilk linçini bu hafta yemiş bir Gizem olarak yazıyorum bu hafta. Kötülüğün nasıl organize ve hızla yayıldığını kendi hayatından tecrübe etmek beklediğimden sarsıcı oldu. Üstelik başka örneklerine göre gerçekten çok küçük bir kitle ile karşı karşıya kaldım. Sanırım daha büyük takipçili abilerim, ablalarım onların dikkatini kısa sürede üzerimden çekti. Twitter üzerinden gerçekleştirilen bir anket sonucunu eleştirmemle başladı her şey. Aslında bu yazıyı yazmaktaki amacım da bu. Çok takipçili bir profil “başıboş” köpeklerin toplatılıp eğer sahiplenilmezse belli bir süre sonra uyutulması fikrini savunup savunmadığını soruyordu takipçilerine. Katılımcıların %74’ü “Evet savunurum” demişti. Ben de şu anda da arkasında durarak “Nasıl bir canlının yaşam hakkını tayin edebileceğine inanıyor bazıları aklım almıyor. Nasıl bir kibir bu?” yazdım. Her şey bu cümleden sonra başladı. Yaklaşık 6 aydır vejeteryan olmayı seçtim, bu seçimim öncesine ait fotoğrafları tüm sosyal medya profillerimi seneler öncesine kadar kurcalayıp çeşitli kebapçılarda fotoğraflarımı bulup bu nasıl yaşam hakkı savunmak diye girişenler bir yandaydı. Maalesef sadece kullanılacak bir istatistik olarak gördüklerini inandığım ve bugün bu zamanda aşısı olan bir hastalıktan kaybettiğimiz küçük bir çocuk üzerinden gereksiz kıyas yapanlar diğer yanda. Bir kısmı da konudan alakasız yaşam tarzıma dokunduruyordu. Önce gaflete düşüp cevap vermeye kalktım. Sonra beyhude ve akıl dışı bir çaba olarak görüp hepsini yasakladım. Neyse başta Cenk Eren olmak üzere bir sürü güzel, hayvansever insan onların dikkatini üzerimden almayı başardı. Dünyamızı, bu gezegeni, üzerinde yaşayan tüm canlılarla paylaştığımız ve üzgünüm ama onlardan biri olduğumuz gerçeğini çoğumuz kabullenemiyor. Müthiş kibirli istilacılarız biz. Kendimizden olana bile neler yaptık. Köleleştirdik, katlettik, evlerini ellerinden aldık. Doğaya ya da hayvanlara muamelemiz elbette ki bin beter.
Vicdanen duyduğum rahatsızlıklar vardı. Zamanla büyüyüp kocaman olmuşlardı. Belki bundan sonraki hayatımın tamamı, belki sonra ilerleyeceğim yollar için bir başlangıç bilmiyorum ama vejeteryan olmaya sindire sindire karar verdim.
Misyonerliğin her türlüsüne karşıyım. İnsanlar doğrularını kendileri ve zorlama olmadan bulmalı. Zaten suçlayıcı tavırlar insanları yaklaştırmak yerine uzaklaştırıyor da. Bir süre veganlara karşı denk geldiğim agresif örneklerden dolayı mesafeli idim. Bunu da bir eleştiri olarak sunmak isterim. Ancak o mesafeyi korudukça, sakince kendi içimdeki soruların cevaplarını bulmaya davrandım. Vicdanen duyduğum rahatsızlıklar vardı. Zamanla büyüyüp kocaman olmuşlardı. Belki bundan sonraki hayatımın tamamı, belki sonra ilerleyeceğim yollar için bir başlangıç bilmiyorum ama vejeteryan olmaya sindire sindire karar verdim. Evet , vejeteryan olmadan önce en çok sosyalleştiğim yerler maalesef kebapçılardı. Buradan bu seçimin benim için ne kadar büyük olduğunu belki anlarsınız. Her bu seçimi yapan insan gibi tadını sevmediğimden değil vicdanımdaki yükten bu seçimi yaptım. Ama vegan ya da vejeteryanların anne karnından kafasında türcülüğe dair sorularla, hiçbir hayvanın etini yemeyeceğim diyerek çıktığını sananlar da varmış. Bir kedinin, köpeğin yaşamı için çabalayanların çocukların hayatını, onlara “itperest” diyenlerden daha çok umursayacağını anlayamayanlar da. Kendileri kadar varlığı inanılmaz bir grup olan aşı karşıtlarını hedef almalarını beklerdim aslında. Şu çağda aşısı olan bir hastalıktan küçücük bir çocuk öldü. Ya da belediyelere tepki göstermelerini. Planlı ve odaklanarak yapılacak bir kısırlaştırma çalışması sonrasında çok kısa sürede sonuç alınabilecekken ihmal edip, sokakta yaşayan hayvanlarını sayılarının bu kadar kontrolsüzce artmasına sebep olanlar onlar zira. En son tepki gösterilecek kitle her canlının (bakınız vurguluyorum buna insan da dahil çünkü) yaşam hakkını savunanlardır. Bu nefret ortamını idrak edemiyorum. Kendimi sonuna kadar haklı gördüğüm bu durumda bile kimseye saldırmadan, insanları anlamaya ya da beni anlamasını sağlamaya uğraşırken organize şekilde insanlara saldıranları, linç edenleri de. Sadece hayvanseverler yaşamıyor bu saçmalığı. Bir cenahtan olmayan herkes bir şekilde yaftalanıyor. Terörist deniyor, sapkın deniyor… Diyenler otorite mi, neden ciddiye alalım diyorum diğer taraftan. Evet onlar ne dedi ise bende olmadığını biliyorum elbette. Cahilce, dayanaksız, haksız oldukları için tamamen algı değiştirmeye yönelik cümleleri birkaç dakikadan fazla sinirimi bozamıyor. Ama konuşmadan, kavga değil ama tartışmadan nasıl uzlaşacağız? Nasıl beraber yaşayacağız? Bu tutum içindeyken nasıl olabilir ki? Biz ne zaman böyle olduk? İçimizden ne zaman böyle nefret dolu insanlar çıktı? Bu insanlar nasıl kendilerini bu kadar doğru görüyor? Neden “onlar” ve “biz” olduk? Neden sorunların kaynağına değil birbirimize doğru atıyoruz okları? Sosyal medya üzerinden birkaç ok saplandı bana da. Fiziken olmasa da geleceğe dair umutlarıma. Sadece paylaşmak istedim.