Rusya-Ukrayna savaşının Macaristan seçimlerine etkisi ve Türkiye için çıkarımlar
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Macaristan ve Sırbistan seçimlerini etkilediği gibi diğer ülkelerin politik aktörlerini de etkileyeceğe benziyor. Fenerbahçe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuba Eldem savaşı ve seçimle ilişkilerini yorumladı.
Rusya-Ukrayna savaşının Macaristan seçimlerine etkisi ve Türkiye için çıkarımlar
NATO ve Rusya arasında Ukrayna üzerinde yaşanan vekalet savaşı Batı liberal demokrasileri ile patrimonyal ve otoriter Doğu rejimleri arasında artan güç rekabetini göz önüne sererek Türkiye’yi ve bir ölçüde Macaristan’ı iki blok arasında salınan önemli birer ülke haline getirdi. Ekonomik koşulların Türkiye’ye göre Macaristan’da daha olumlu olmasını bir kenara bırakırsak Macaristan ve Türkiye arasında benzerlikler oldukça çok. Her iki ülke de geçtiğimiz son on yılda muhafazakâr milliyetçi ve patrimonyal söylemler ve plebisiter ve kayırmacı bağlantılarla kitleleri etkin bir şekilde harekete geçiren popülist ve karizmatik liderlerin yönetiminde oldukça dramatik demokratik gerileme yaşadı. İktidar ve muhalefet arasındaki adil rekabet alanı, devlet kurumlarının ve kaynaklarının iktidarlarca manipülasyonu, yargının siyasallaşması ve yargı özerkliğinin zayıflaması, yaygın kayırmacılık, artan yolsuzluk ve sivil özgürlükler ve temel haklar üzerindeki kısıtlamalar nedeniyle ciddi şekilde yara aldı. Bu yüzden her iki ülkenin hükümetleri de Avrupa Birliği (AB) tarafından sık sık eleştirildi ve hatta bu nedenden ötürü Macaristan AB'nin korona yardım fonundan yararlanamadı.
Seçim kampanyalarını son bir aya kadar bu yukarıdaki iç politik eksen üzerinde inşa eden Macaristan’daki altı siyasal partinin bir araya gelmesi ile oluşan muhalefet bloğu, savaşın başlamasıyla 'Doğu yerine Batı'yı seçelim' söylemiyle Avrupa’nın ahlaki üstünlüğüne dayanan güçlü bir Batı-yanlısı ve yoğun lider-karşıtı seçim kampanyası izlemeye yöneldi. Bu Doç. Dr. Seda Demiralp’in de belirttiği gibi Orban’ın yaklaşan seçimleri etkili bir şekilde “savaş ve barış arasında bir seçim” olarak çerçevelemesi karşısında kararsız oyların önemli bir kısmının iktidar partisine dönmesini sağlayarak iktidar ve muhalefet blokları arasındaki oy farkının yüzde yirmi gibi oldukça yüksek bir farkla sonuçlanmasını sağladı. Ben bu yazımda Ukrayna savaşının Macaristan genel seçim yarışında iktidar ve muhalefet partilerince söylemsel olarak nasıl ele alındığı üzerinde durarak Türkiye için birtakım çıkarımlar yapmaya çalışacağım.
Rusya ile iyi ilişkileri olan Orban hükümeti, Ukrayna savaşının başından beri Rusya’ya karşı denge siyaseti göz etti. Orban hükümeti, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşını kınadı. Macaristan'ın bağımlı olduğu Rus enerjisine yaptırım uygulanmasına karşı çıkarken AB’nin yaptırım rejimine katıldı. Fakat Ukrayna'ya silah göndermeyi veya diğer ülkelerin Ukrayna'ya giden silahlarını Macaristan üzerinden taşımasına izin vermedi. Ukrayna ile sınır komşu olan Macaristan, Rusya'nın işgalinden bu yana yaklaşık 400.000 mülteciye kapılarını açtı. Suriyeli mülteciler olduğunda sınırlarına duvar ören Orban’ın Ukraynalı mültecilere gösterdiği bu misafirperverlik, din ve kültürel temelli muhafazakar Batı medeniyet anlayışını dışa vursa da bu çifte-standart diğer Avrupalı ülkelerde de görüldüğü için çok dikkat çekmedi. Böylece son ay içinde Orban aleyhinde esen AB rüzgârı bir nebze dururken Orban aynı zamanda Moskova’yı kendine doğrudan düşman edinmeden de kaçınmış oldu.
Orban’ı düşürmek ortak amacıyla çıkar evliliği yapan altı muhalefet partisi Ukrayna savaşı ile kampanyalarını iç politikadan dış politikaya kaydırdı. Altılı muhalefet bloğu lideri muhafazakâr belediye başkanı Péter Márki-Zay, Facebook üzerinden yaptığı “Millete Bir Konuşma” başlıklı konuşmasına “Avrupa'da şiddetli bir savaş var ve bu yeni durum hepimize yeni bir seçenek sunuyor” diye başladı. Viktor Orban’ı Macaristan'ın Putin'i olarak niteleyen Marki-Zay yaklaşan seçimleri Macaristan’ın Batı demokrasileri birliğine mi ait olacağı yoksa baskıcı Rus egemenliğindeki bir otokrasi olarak tarihsel geçmişine mi döneceğine dair bir referandum olarak tasvir etti. Doğu ve Batı arasındaki "tahterevalli siyaset dönemi bitti" diyen Marki-Zay, Batı’yı bağımsızlık, özgürlük ve dayanışma gibi değerlerle özdeşleştirirken diğer yandan Batı olarak tanımladığı AB ve NATO’yu Macaristan'ın geleceğini, fiziksel ve mali güvenliğini garanti edebilecek tek müttefik olarak sundu. Olağanüstü olarak toplanan parlamentodaki konuşmasında Marki-Zay, Orban’ın AB ve NATO’ya "ihanetinin” Macaristan’a yaptırım uygulanmasına ve uluslararası tecrit ve izolasyona yol açacağını öne sürerek Orban’ı Macarların ulusal çıkarlarını riske atan bir "hain" ve Putin'in ajanı olarak nitelendirdi. Eğer muhalefet iktidara gelirse “müttefiklerine sürekli ihanet etmek yerine” Macaristan’ın AB ve NATO'nun sadık bir üyesi olacağını vaat etti.
Seçim kampanyasının son haftalarına hâkim olan Ukrayna savaşının başından beri güçlü Putin ve Orban karşıtı ve Batı-yanlısı tavır alan muhalefete karşı Orban yaklaşan seçimleri savaş ile barış arasında varoluşsal bir dönüm noktası olarak tasvir etti. Böylece kararsız seçmenin gözünde savaşın yıkıcı etkilerinden halkı koruyacak barış için mücadele eden dengeli ve güven verici ve istikrar vaat eden bir aktör haline dönüştü. Orban iki ülke arasındaki savaşı tehlikeli bir ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımladı. Macaristan’ın Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasında olduğunu ve bölgede savaşları kim kazanırsa kazansın, Macaristan’ın eğer müdahil olursa bundan kaybederek çıkacağının altını çizdi. Israrla bu savaşın Macaristan’ın savaşı olmadığını, Macaristan'ın bu çatışmanın dışında kalması gerektiğini aksi takdirde kendi topraklarının da askeri bir hedef haline gelebileceğini vurguladı. 15 Mart Ulusal Günü'nde "Barış ve Güvenlik" sloganıyla yaptığı konuşmada Orban," Macaristan'ın büyük güçlerin satranç oyununda piyon olmamalı” dedi ve ekledi: “Rusya, Rus çıkarlarını göz önünde bulunduracak; Ukrayna, Ukrayna'nın çıkarlarını dikkate alacak, ancak ABD ve Brüksel, Macar bir kafayla veya Macar bir kalple düşünmeyecek”.
Tüm bu Ukrayna krizi üzerinden Macaristan’da yürütülen anlatı savaşından edinebileceğimiz birinci çıkarım, yeni güç rekabetinin jeopolitik ve kültürel fay hatlarını ortaya çıkardığı küresel bir güç geçişi döneminde uzun süre iktidarda kalan ve geniş toplumsal tabanı olan patrimonyal ve populist liderlerle rekabet ederken muhalefetin ahlaki üstünlüğe dayanan jeo-politik taraflılıktan ve kişiselleşmiş “lider karşıtlığı”ndan kaçınması yönünde olacaktır. İkinci çıkarım ise bu tür iktidar partileriyle rekabet eden muhalefetin rejim karşıtlığı veya lider karşıtlığından çok ortak tarihsel ve toplumsal değerlerden güç alan ve ortak sorunlara cevap niteliği taşıyan yeni bir ulusal gelecek vizyonu sunmaları gerektiğine yöneliktir. Bu eksiklik nasıl Ukrayna’ya da aşırı sağ Bizim Ülkemiz (Mi Hazank) partisinin beklentilerin oldukça üzerinde oy alarak ilk kez parlamentoya girmesine yol açtıysa Türkiye’de de belki Zafer Partisi için aynı başarının kapsını açabilir.
Türkiye’deki muhalefet, iktidarın şu ana kadar Ukrayna savaşında izlediği aktif tarafsızlık politikasını iç politika malzemesi yapmaktan kaçınmış ve hatta Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin savaş koşulları altında uygulamasına ve Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya arasındaki diyalog kolaylaştırıcı çabalarına örtülü destek vererek hem iç hem de dış politika açısından iyi bir sınav vermiştir. Türkiye gibi çeşitli kültürel ve toplumsal fay hatlarına sahip olan ve hayli kutuplaşmış bir toplumda ve Avrupa’yı ve bölgemizi esir alan savaş koşullarının Türkiye’yi net bir taraf seçilmesi konusunda baskı altına alınabileceği düşünüldüğünde, Türkiye’nin ulusal menfaati Ukrayna savaşının yeni bir kutuplaşma unsuru haline gelmemesi yönündedir. Bunun için hem hükümete hem de muhalefete görev düşmektedir. İktidarın Türkiye’nin diğer komşularıyla normalleşme sürecine girmesi Türkiye’nin geleneksel cumhuriyetçi dış politika ilkesi olan “yurtta barış dünyada barış” dönüşüne yönelik erken ve umut veren bir gelişme olarak tahlil edilebilir. Bu bağlamda, Ankara'nın dış politikasının başarısı Türkiye'nin uzun vadeli ulusal çıkarları doğrultusunda riskten kaçınan, dengeli ve ilkeli bir politika izlemesine bağlı olacaktır. Ancak Batı'da Türkiye'nin Rus oligarkları için güvenli bir cennet haline gelebileceğine dair endişelerin seslendirildiği bir ortamda iktidarın Rusya’ya yönelik yaptırımları zayıflatabilecek herhangi bir hareketten kaçınması menfaatine olacaktır. Batı dünyasından yükselen Rusya ile iş yapan üçüncü ülke şirket ve kurumlarını hedef alabilecek ikinci yaptırım tehdidi bu riski arttırmaktadır.
Burada hatırlatmak gerekir ki her ülke kendi jeopolitik ve ekonomik ulusal çıkarlarına öncelik verirken aynı zamanda uluslararası toplumda ahlaki açıdan iyi bir aktör olarak görülmeye önemser. Bu normatif çıkar diğer ulusal çıkarlar üzerinde olumsuz etkileri olabilecek durumlarda bile küresel ve bölgesel kamu sorunlarını çözmek için iş birliğine dayalı çabalara katılmaya istekli ve evrensel insan hakları değerlerini hem yurt içinde hem de yurtdışında savunan iyi bir uluslararası vatandaş olarak görülmeyi kapsar. Özellikle doğrudan veya örtülü şekilde birden fazla savaş aracının karmaşık bir şekilde kullanıldığı hibrit savaşta yumuşak güç, gerçek güçtür. Bu bağlamda, Türkiye’nin ulusal çıkarı ABD/İngiltere liderliğindeki NATO ve Rusya arasında Ukrayna üzerinde sürdürülen hibrit vekalet savaşında “yurtta barış dünyada barış” prensibini hem içte hem de dışta uygulayarak yumuşak gücünü maksimize etmektir. Bu yüzden muhalefetin Ankara'nın yurtdışında barışı kolaylaştırıcı rolünü desteklemesi, iktidarın ise muhalefetle birlikte içeride barışı hakim kılacak bir seçim atmosferin yaratılmasına çalışmalısı Türkiye’nin ortak menfaatinedir. İçerideki bu barış havası Türkiye’nin dışarda da barışçıl sorumlu bir aktör olarak görülmesinin önünü açarak jeopolitik ve medeniyetsel fay hatlarının derinleştiği ve göreli gücün yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanan ciddi risklerle dolu olduğu bu değişen güç çağında Türkiye’yi daha tutarlı bir stratejik aktör haline getirecektir.
Bunlar da ilginizi çekebilir