Bu savaşla birlikte Avrupa’nın özerk bir savunma ve güvenlik politikası oluşturması ihtimali ve ihtiyacı tekrar gündeme gelmiştir.Türkiye, AB üyesi olmayan bir NATO üyesi olduğundan, Yunanistan ve Kıbrıs’ın üye olduğu AB’nin özerk savunma ve güvenlik yapısına kavuşmasına her zaman şüpheyle bakmıştır. Böyle bir gelişme yaşanması durumunda, Türkiye’nin mevcut siyasi yapısıyla bu çeşit bir savunma iş birliğine dahil edilme ihtimali çok zayıftır. Nitekim, üçüncü ülkelerin de davet edilebildiği, Lizbon Antlaşması sonrasında hayata geçirilen Savunma Alanında Daimî Yapılandırılmış İş birliği Mekanizmasına (PESCO) dahil olmak isteyen Türkiye dışarıda bırakılmıştır. AB’nin 21 Mart 2022’de kabul etmiş olduğu Stratejik Pusula’da da Türkiye, düzensiz göçü AB’ye karşı bir araç olarak kullanan ve Doğu Akdeniz’de AB ülkelerinin egemenlik haklarını ihlal eden bir ülke olarak nitelendirilmiş ve kendisi gibi NATO üyesi olup AB üyesi olmayan İngiltere ve Norveç gibi “aynı değerleri ve çıkarları paylaştığı” ifade edilen ülkelerle aynı kategoride ele alınmamıştır. Bu da Ankara’daki hâkim siyasi yapının sürmesi durumunda, Ukrayna savaşındaki pozisyonundan bağımsız olarak, giderek ivme kazanan Avrupa güvenlik mimarisi kurulması çalışmalarında Türkiye’nin dışarıda bırakılması olasılığının çok güçlendiğini göstermektedir. Ukrayna Savaşı sonrasında önce Ukrayna’nın, daha sonraysa Moldovya ve Gürcistan’ın AB’ye tam üyelik başvurusu yapmaları, AB’deki farklılaştırılmış entegrasyon tartışmalarına da yeni bir boyut kazandırmıştır. Keza AB’nin genişleme süreçleri çoğu zaman uzun yıllar süren ve aday ülkelerin pek çok yasal ve idari reformu benimseyip uygulaması esasına dayanan zorlu dönemlerdir. Söz konusu ülkelerin ve özellikle de savaşın yıkımını yaşamakta olan Ukrayna’nın, bu yükümlülükleri yakın dönemde yerine getirmekten çok uzak olduğu da açıktır. Ancak özellikle Ukrayna’nın içinde bulunduğu durumda üyelik perspektifine olumsuz yaklaşmak istemeyen AB’de, bu nedenle farklılaştırılmış entegrasyon gündeme gelmektedir. Öte yandan şu anki haliyle üçüncü ülkeler üzerindeki AB etkisinin zayıf olduğu farklılaştırılmış entegrasyon modellerinin burada istenilen etkiyi yaratamayacağı açıktır. Bu nedenle de önümüzdeki yıllarda AB’de üçüncü ülkelerle farklılaştırılmış entegrasyonun, gelecekte tam üyelik ihtimalini de dışlamayacak ve üçüncü ülkelerin karar alma süreçlerine de kısmi olarak katılabilmelerini sağlayacak biçimde yeniden tasarlanması yüksek bir ihtimaldir. Bu ihtimali güçlendiren bir başka husus da genişleme politikasına dahil olan Batı Balkan ülkelerinin genişleme süreçlerinin çok yavaş seyrediyor olmasıdır. Türkiye’nin demokrasiye dönmesi durumunda, tam üyelik perspektifini dışlamayan farklılaştırılmış entegrasyon senaryolarında kendine yer bulması mümkündür. Ukrayna Savaşı’nın AB göç politikalarına da etkisi olmaktadır. Savaşla beraber AB’ye yaklaşık 8 milyon Ukraynalının göç etmesi beklenmektedir. AB bu göç karşısında tarihinde ilk kez göçmenlere sınırlı sürelerde eğitim ve istihdam olanakları sağlayan geçici koruma mekanizması adı verilen politikasını hayata geçirmiştir. Bu durum, AB’nin Türkiye ile yaptığı mülteci anlaşmasının devamını AB açısından savaş öncesine göre daha kritik bir konuma getirmektedir. Zira bu yeni göç dalgası, birçok AB ülkesindeki yüksek göçmen karşıtlığıyla beraber düşünüldüğünde iktidar partileri için siyasi olarak riskli bir durum yaratmakta ve Güneyden gelen göçün engellenmesini elzem kılmaktadır. Bu da AB açısından Türkiye’nin tampon bölge rolünün korunmasının önemini artırmaktadır. Ukrayna Savaşı, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığının 2030 itibariyle sıfırlanması hedefini benimsemesine yol açarak yeşil dönüşümün hızlanabileceğini de göstermiştir. Yeşil dönüşüm, dönüşmekte olan AB ticaret politikasının ana eksenlerinden birini oluşturmaktadır. En büyük ticaret partneri AB olan Türkiye için bu durum, Türkiye’nin yeşil dönüşüme uyumunun önemini artırmaktadır. Türkiye-AB ilişkilerinin uzun ve iniş çıkışlarla dolu geçmişi bize, AB ve Türkiye’de farklı aktör ve faktörlerin bir araya gelmesiyle, ilişkilerin dinamiğinin çatışmadan yakın iş birliğine geçişinin mümkün olduğunu göstermiştir. Yapılan kamuoyu araştırmaları, Türkiye’de artan toplumsal Batı karşıtlığına rağmen halkın çoğunluğunun halen AB’ye olumlu baktığını göstermektedir. GMF tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’nin AB Algıları” araştırmasının sonuçlarına göre katılımcıların yüzde 58’i AB üyeliğinin Türkiye için iyi olduğunu düşünmektedir. 18-24 yaş aralığındakiler arasında üyeliğe destek yüzde 73 düzeyindedir.[1] Türkiye’de AB’ye yönelik destek büyük yükseliş ve düşüşler göstermemekte ve göreli olarak sabit kalmaktadır. Bu durum Türkiye’nin Batı’ya yönelik çıpasının AB olmasının önemini göstermektedir. Türkiye’nin, başta göç, gümrük birliği, yeşil dönüşüm, güvenlik ve enerji olmak üzere pek çok alanda AB ile derin iş birliği yolunun açılma ihtimali, Ukrayna Savaşı sonrasında AB’deki muhtemel değişimler göz önüne alındığında daha da güçlenmiştir. Ancak söz konusu alanlarda kapsamlı iş birliklerinin gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin zaman kaybetmeden demokratik bir sisteme kavuşması gerekmektedir. Aksi takdirde ülkenin, değişmekte olan Avrupa siyasi ve güvenlik mimarisinin kalıcı olarak dışında kalma ihtimali artmaktadır. --- [1] Menekşe Tokyay, “Türkiye’de Gençlerin AB üyeliğine Desteği Çok Yüksek”, 14 Nisan 2022, https://www.gazeteduvar.com.tr/arastirma-turkiyede-genclerin-ab-uyeligine-destegi-cok-yuksek-haber-1560552.
Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında Türkiye-AB İlişkileri: Değişim mümkün mü?
Türkiye’nin, başta göç, gümrük birliği, yeşil dönüşüm, güvenlik ve enerji olmak üzere pek çok alanda AB ile derin iş birliği yolunun açılma ihtimali Ukrayna Savaşı sonrasında daha da güçlenmiştir, ancak…
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali pek çok alanda olduğu gibi Türkiye-AB ilişkilerini de etkileme potansiyelini beraberinde getirmektedir. Bilindiği üzere, Haziran 2016’dan bu yana Türkiye’nin müzakere sürecinde hiçbir yeni başlık açılmamıştır. Müzakere sürecinin fiili olarak sona ermesi ile AB-Türkiye ilişkilerinde perakendeci olarak nitelendirilebilecek yeni bir ilişki türü ortaya çıkmıştır. Bu ilişki türü uyarınca, ilişkilerin üyelik perspektifi çerçevesinde demokrasi, insan hakları ve iyi yönetişim başta olmak üzere değer temelli sürdürülmesi askıya alınmış, sadece karşılıklı çıkarların öne alındığı yeni bir modele dönülmüştür. Türkiye, AB söyleminde hızlı bir biçimde aday ülke konumundan, stratejik ortak ve hatta zaman zaman ihtilaflı komşu statüsüne düşürülmüştür. AB ile Türkiye arasındaki iş birliği alanları önümüzdeki aylarda yenilenmesi beklenen mülteci anlaşması ve halihazırda süregelen ekonomik ilişkilere indirgenmiş, ikili ilişkilerdeki ihtilaflı konularsa son yıllarda artmaya başlamıştır. Hatta iş birliği ve çatışmanın iç içe olması, ilişkilerin son dönemde sıklıkla çatışmalı iş birliği diye nitelendirilmesine de neden olmuştur.
Ukrayna Savaşı’yla birlikte AB’nin pek çok politika alanında önemli değişiklikler yaşanma ihtimali bulunmakta ve Türkiye’nin de bu ihtimallere hazırlıklı olması gerekmektedir. Savaş, AB ülkelerini dış politika alanında daha önce görülmemiş bir şekilde bir araya getirmiş, Almanya gibi savunma harcamaları konusunda son derece ihtiyatlı pozisyon benimseyen bir ülkede dahi, bir haftadan kısa sürede savunma harcamalarının önemli ölçüde artırılması kararı alınmıştır. Bu savaşta Avrupa, kıtanın savunması söz konusu olduğunda öncelikli olarak NATO’ya ve Amerika’ya dayandığını bir kez daha göstermiştir. Ancak bu savaşla birlikte Avrupa’nın özerk bir savunma ve güvenlik politikası oluşturması ihtimali ve ihtiyacı tekrar gündeme gelmiştir. Ukrayna Savaşı’yla birlikte, Amerika’da iktidarın tekrar Cumhuriyetçilere geçmesi ve Avrupa güvenliğine ilişkin taahhüdün sorgulanması Avrupa için büyük bir risk teşkil etmektedir.