Rusya-Ukrayna savaşının Rusya’nın lehine sonuçlanması, onun süper güç olması hedefleri bakımından önemli. Rusya araştırmacısı Mehmet Akif Koç savaşı ve Rusya’nın stratejisini yazdı. 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, batıdaki Slav komşusu Ukrayna’ya “ülkenin askersizleştirilmesi ve Nazizm'den arındırılması” amacıyla bir askeri operasyon başlattı. O günden sonra dünya eski dünya olmayacak; uluslararası sistem ve Rusya’nın bu sistemdeki konumu da eskisinden çok daha farklı bir yere evrilecek. Bugün itibariyle (Pazar) 10 günü geride kalan savaşta Kiev henüz düşmedi, Devlet Başkanı Zelenski de başkentte ve –bir şekilde- görevinin başında. Öncelikle iki ülke arasındaki ilişkilerin bugünlere nasıl geldiğine kısaca değinmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Zira bu anlaşılmadan, ne mevcut savaşın ikili ve bölgesel boyutu tam anlaşılabilir ne de uluslararası sistem açısından bu savaşın ne anlama geldiği. Keza bu savaşın sonunda neyle karşılaşabileceğimizi görebilmek için de yakın tarihe göz atmaya ihtiyaç var. Tarih boyunca farklı formüller altında Moskova’ya [ve St. Petersburg’a] bağlı olarak yönetilen Ukrayna, SSCB’nin dağılmasıyla bağımsız hale geldiği 1991’den itibaren, bir tarafta Rusya’nın diğer tarafta da Avrupa ve ABD’nin nüfuz mücadelesine sahne oldu. Bu nüfuz mücadelesi, Neo-Realizmin yaşayan önemli teorisyenlerinden John Mearsheimer’ın 2015 gibi erken bir tarihte açıklıkla ifade ettiği üzere, Ukrayna’yı Batı ile Rusya arasında arafta bırakıp, mahvolması mukadder bir ülke haline getirecekti; nitekim 2022 Mart ayı itibariyle bu senaryo acı bir hakikat oldu. Bu noktada, Ukrayna’nın Rusya açısından neden önem ifade ettiğini görebilmek için şu birkaç kriteri göz önünde bulundurmak elzem:

a) Rusya’nın tarihsel açıdan belirleyici konumdaki askeri üssü, Kırım Yarımadası’nın güney ucundaki Sivastopol limanı –her ne kadar Kırım uluslararası toplumun tanımadığı 2014 ilhakıyla Rusya’ya katılsa da- halen ihtilaflı statüde ve yarımadanın Karadeniz’in güvenliğindeki bu belirleyici jeopolitik konumu, Ukrayna’yı Kremlin açısından daha da hassas kılıyor. Bilhassa ABD/NATO’nun Karadeniz’de askerî etkinlik göstermek için bu kadar hevesli ve iştiyaklı olduğu bir dönemde bu hassasiyet, varoluşsal bir noktaya evrildi.

b) Ukrayna, coğrafi olarak Rusya’nın Avrupa’ya açılan kritik bir kapısı olduğu kadar, Rus doğalgazının Avrupa’ya taşınması bağlamında da uzun yıllardır vazgeçilmez önemde. Kuzey Akım hatlarının hayata geçirilmesinde yaşanan politik ihtilaflar da Ukrayna’yı bu açıdan hala mühim bir konumda tutuyor.

c) Slav kökenli Ukrayna halkı sosyolojik olarak, Rus toplumunun “kendinden” saydığı ve “öteki” olarak görmediği bir topluluk. Her ne kadar tarihsel süreçte dil ve kimlik olarak ayrışmalar yaşansa da SSCB’yi oluşturan cumhuriyetler arasında Belarus ve Ukrayna halkları, Rusların “çekirdek halklar” olarak gördükleri topluluklar. Nitekim bu zihni arkaplan sayesinde Nikolay Podgorni gibi Ukraynalı bir siyasetçi, 1965-1977 arasında SSCB Yüksek Prezidyumu Başkanlığı gibi en üst düzeyde liderlik görevinde bulunabildi.

Bunun yanında Ukrayna’nın doğu ve güney bölgelerinde yoğun bir Rus nüfus yaşıyor ki bu durum, Rusya dışındaki Rus toplulukların haklarının savunulması bağlamında Kremlin’in hassasiyet gösterdiği ilave bir husus.

d) Dini açıdan da Ukrayna toprakları, Kuzey Slavlarının Ortodoks Hristiyanlığı kabul ettikleri topraklar olması hasebiyle kültürel önem arz ediyor. X. yüzyılın sonlarında Kiev Rus Prensi Vladimir’in Bizans üzerinden Ortodoksluğu kabul etmesiyle birlikte, Slavlar arasında bu din hızla yayıldı. Nitekim SSCB’nin son yıllarındaki açılım döneminde, 1988’de Rusların Hristiyanlığı kabulünün 1000. yıldönümü Rus Ortodoks Kilisesi öncülüğünde büyük törenlerle kutlandı.

Nitekim Vladimir Putin, bu ortak tarihe ve müşterek kültürel hususlara dayanarak Rus ve Ukrayna halklarının “tek bir halk” olduğu tezini savunuyor.
Rusya, Ukrayna’da başarılı olmaya adeta mecbur. Başarılı olursa bir üst aşamaya geçmek için güç ve moral bulacak ve daha gözüpek hareket edebilecek.
Tüm bu faktörlere ilaveten, Ukrayna’nın Kremlin tarafından bir şekilde “itaat altına alınması” üç düzlemde stratejik ehemmiyet taşıyor.

i) Rusya Federasyonu, iç organizasyon açısından, büyük kısmı etnik temelde ifade edilen federe cumhuriyetlerden müteşekkil bir politik entite. Her ne kadar içeride güçlü merkezî devlet sayesinde bu farklı toplulukları yönetmekte büyük bir zorluk yaşanmasa da 1990’lı yıllarda Çeçenistan, Tataristan gibi güçlü cumhuriyetlerin egemenlik talepleri, Rus toplumu ve devlet hafızasında halen canlı bir yakın dönem tecrübesi oluşturuyor. Bu açıdan Rus devletinin dışarıda askerî gücünü etkin şekilde kullanması ve “başarı” göstermesi, içerideki muhalifler ve federe entiteler açısından da önemli.

ii) Keza Rusya’nın kendi yakın coğrafyasında ve post-Sovyet ülkelerdeki siyasi ve stratejik hedefleri açısından da Ukrayna’da giriştiği askerî operasyon önemli bir mesaj niteliğinde. 2008’de Gürcistan’ı işgal ederek askeri güçle itaat altına alışı, 2020 yılı sonunda Karabağ ihtilafında doğrudan askeri güçle sürece müdahil oluşu ve hem Azerbaycan hem de Ermenistan’a gözdağı verilmesi; son olarak 2022 yılı başında Kazakistan’daki sokak protestolarına Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) şemsiyesi altında yine doğrudan askerî güçle müdahale edip mevcut yönetimi koltuğunda tutması vb. gelişmeler, Rusya’nın kendi bölgesindeki ülkelere “mesaj verme” kaygısının da bir yansıması. Ukrayna’da elde edilecek bir zafer veya başarısızlık, bu coğrafyada yine kaydadeğer bir karşılık bulacak.

iii) Uluslararası sistem bağlamında, Rusya’nın yeniden “süpergüçler sahnesine dönüşü” yolunda son 20 yılda yükselen grafiğini tamamlamak açısından (2008 Gürcistan, 2013 Doğu Ukrayna, 2014 Kırım, 2015 Suriye, 2020 Karabağ, 2022 Kazakistan…), Kremlin’in Ukrayna’ya diz çöktürmesi çok büyük sembolik ve stratejik kazanım olacak. Avrupa ülkeleri ve bilhassa ABD’nin açıktan destek verdiği Kiev’deki Kremlin karşıtı yönetimi düşürmek ve kendi desteklediği bir iktidarı Ukrayna’da işbaşına getirmek, sadece askerî değil aynı zamanda stratejik de bir hedef. Ukrayna’da uğranacak bir başarısızlık (hatta hezimet), Rusya’nın bölgesel ve küresel iddiaları açısından da telafisi güç bir kayıp olacak.

Bu açıdan Rusya, Ukrayna’da başarılı olmaya adeta mecbur. Başarılı olursa bir üst aşamaya geçmek için güç ve moral bulacak ve daha gözüpek hareket edebilecek. Başarısız olması halinde ise önce iç politikada sınamaları artacak, ardından bölgesel dengelerde mevzi kaybedecek ve nihayetinde küresel dengeler açısından “süpergüçler sahnesinde” telafisi zor bir kayıpla karşı karşıya kalacak. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin 4 Mart’ta Avrupa liderlerine seslenişinde kullandığı “Ukrayna kendi ayakları üzerinde durmazsa Avrupa da duramaz; biz düşersek, siz de düşersiniz” sözü de tam olarak bu bölgesel ve uluslararası bağlamı ifade ediyor.