Hâlihazırda, NATO üyesi olmadığı için Ukrayna’ya askeri yardım gönderilmiyor, ancak bolca silah gönderiliyor. Dahası, işler uzarsa, Rusya’nın ‘gerilla savaşı’ ile yıpratılmasının hesabı yapılıyor.Ukrayna merkezli ABD-Rusya çatışmasında, kansız çözüm Batı Avrupa’nın denge unsuru olmasıydı, ABD yönetimi buna izin vermedi. Oysa içlerinde en askeri müdahaleci olan bazılarının da bulunduğu bir kesim, ‘reelpolitik’in Rusya’nın güvenlik kaygılarını anlayışla karşılamak ve fazla üzerine gitmemek gerektiğini ileri sürüyor. Diğer taraftan, Almanya Rusya ile ilişkileri doğrultusunda sert politikalara mesafeli, Fransa diplomatik çözüm için çaba harcıyor. Nitekim Macron, Putin ile görüşmesi sonrası ‘Finlandiya çözümü’nü önerdi. İkinci Dünya Savaşından sonra Finlandiya Varşova Paktı dışında kalmak karşılığı Sovyetler’in güvenliğini gözeten bir tarafsızlık siyaseti izleme sözü vermişti ve bu formül gayet iyi yürüdü. Ukrayna’yı vekâlet savaşı ve bir öteki adımla iç savaş alanına çevirmemek adına en insani yol ancak bu çerçevede düşünülebilir. Rusya’nın Ukrayna’yı top yekûn işgal gibi bir stratejisi olmadığı belli, ancak ABD yönetimi Ukrayna ötesinde, bu kriz vesilesi ile Putin’i zayıflatıp, iktidardan uzaklaştırmayı hedeflediği için hali hazırda diplomatik yollara itibar etmiyor. Hâlihazırda, NATO üyesi olmadığı için Ukrayna’ya askeri yardım gönderilmiyor, ancak bolca silah gönderiliyor. Dahası, işler uzarsa, Rusya’nın ‘gerilla savaşı’ ile yıpratılmasının hesabı yapılıyor. Afganistan’da mücahitlere ve Suriye’de isyancılara gönderilen silahlardan örnekler veriliyor (New York Times, Eric Schmitt&John Ismay, 17 Şubat 2022). Ukrayna’da zaten aşırı milliyetçi silahlı milisler mevcut, ABD’de bu gibi grupları silahlandırmak siyasetini Balkanlar ve Ortadoğu gibi pek çok yerde sergiledi. Sonuçta, ortalık kan gölüne döndü, çünkü bu stratejinin kaçınılmaz sonucu uzun ve kanlı iç savaşlar. Başta Afganistan ve Suriye olmak üzere bataklığa sürüklenmiş bunca örnekten sonra, hâlâ akılların bu yönde çalışması ancak ‘insanlık suçu’ diye tanımlanabilir. Ne yazık ki, olayın Türkiye boyutuna yer kalmadı. Ama kısacık da olsa bir not düşelim, yine ortalık, farklı çevrelere mensup ama olaya ABD perspektifinden bakmak konusunda uzlaşanlar ile doldu. Milliyetçiler bu olaya da, içinde ‘otonomi’ barındırdığı ölçüde Kürt meselesi zaviyesinden baktığı için ABD siyasetini destekliyor. Diğer taraftan, merkez medyada 2003’de Irak işgalini savunanlar şimdi de muhalif kanallarda ABD yanlısı yorumlar yapıyor. İktidarın işi zor, ama henüz köşeye sıkışma gibi bir durum yok, izleyelim, görelim.
Rusya, ABD, AB, Ukrayna: Kim haklı?
Rusya ve Ukrayna arasındaki askeri gerilim tırmanmaya devam ederken Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımları söz konusu. Prof. Dr. Nuray Mert Rusya-Ukrayna geriliminin tarihsel arka planını yorumladı.
Uluslararası ilişkilerde haklı haksız diye bir seçenek yok, 21.yüzyılın başlarında hâlâ orman kanunu geçerli, yani ‘gücü gücüne yetene’ düzeni. Başka bir dünya mümkün tabii. Ama hâlâ barışın hâkim olduğu bir dünyanın emareleri yok, tam tersine kavga kızıştıkça kızışıyor.
Şimdilerde Ukrayna’da patlayan büyük kavganın geçmişi, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine kadar geri gidiyor. 1990’da Soğuk Savaş’ın bitişinin ilan edildiğinde, aslında kavga bitmedi, sadece Sovyetler Birliği çöktü, karşı cephe güçlendi, o kadar. Malum Soğuk Savaş bitti, ama savaşlar, kanlı çatışmalar bitmedi. Kısacası, Council of Foreign Relations/East-West Studies Direktörü Michael Mandelbaum’un 1990 Eylül ayında söylediği şey gerçekleşti; şöyle demişti: “Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaşı bitirmesi ile kırk yıldır ilk kez Ortadoğu’da askeri operasyonlara giriştiğimizde Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı diye düşünmek zorunda kalmayacağız” (Oliver Stone&Peter Kuznick, The Untold History of United States, Gallery Books, 2013, 469).
Sadece Orta Doğu’da değil, küresel çapta uzun süre bu düzen devam etti, yani Sovyetler’in çöküşü ile Soğuk Savaş’ın taraflarından biri devreden çıkınca, diğer taraf meydanı boş buldu, Üçüncü Dünya Savaşı çıkar korkusu olmadan küresel hegemonya inşasına son hız devam etti. Sadece askeri operasyonlar, vekâlet savaşları değil, eski Sovyet nüfuz alanı olan Doğu Avrupa ABD askeri üsleri ile doldu, Sovyetler Birliğinden ayrılan üç Baltık cumhuriyeti (Litvanya, Estonya, Latvia) NATO üyesi oldu.
Sovyetler’in ünlü açılış sürecinde Gorbaçov’a verilen sözler tutulmadı, nükleer silahlanma hız kesmedi, NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemeyeceği vaadi unutuldu. Putin yönetiminde Rusya gücünün bir kısmını toparladıktan sonra, bu durum yeni gerilimler yarattı. Rusya, önce 2008’de Ukrayna ve Gürcistan’ın Batı’ya, NATO’ya, AB’ye yanaşma hamlesine karşı Gürcistan’a askeri müdahale ile iki otonom bölge kurdu. 2014’de Rus yanlısı Ukrayna hükümetinin ‘Meydan devrimi’ ile yıkılması ve Ukrayna’ya NATO üyeliği sözünü vermesi, Rusya’nın Kırım’ı işgali ve Ukrayna’nın doğusunda Rus yanlılarına destek vermesi ile sonuçlandı. Bugün yaşananlar bu sürecin devamı. Tabii, bu arada Rusya’nın Romanya ve Polonya’daki ABD üslerine güvenlik tehdidi oluşturdukları şeklindeki itirazlarına kulak asılmadığı gibi, Rus sınırına 160 km. uzaklıktaki ABD üssünün tahkiminin devam ettiğini de hatırlatalım.
Biraz da münhasıran Ukrayna’da olanların geçmişine bakalım; bu ülke de başta Rusya, bağımsızlığını ilan eden eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşananların benzeri yaşandı. Yani ‘demokrasiye geçiş’ diye pazarlanan neo-liberal ekonomiye geçişle, berbat bir Sovyet yönetiminden daha beterine geçildi. Devletin kontrolünde olan ekonomik zenginlikler, haraç mezat çoğu eski Sovyet bürokratları olan ve sonradan ‘oligark’ denilen özel şahısların eline geçti. Talan döneminde otorite boşluğu mafya tarafından dolduruldu. Varşova Paktı içinde olan Doğu Avrupa ülkeleri Batı dünyasının etki alanına girdi. Sonra Gürcistan ve Ukrayna’da Gül Devrimi (2003) ve Turuncu Devrim (2004/2005) adı altında benzer bir geçiş denemesine, Rusya Gürcistan’da doğrudan müdahale etti. Ukrayna’da Rus ve Batı yanlılarının iktidar mücadelesine sahne oldu. Önce, Turuncu Devrim’in kahramanı ilan edilen milyoner Timoşenko yolsuzluktan hapsi boyladı, devamı benzer bir nöbet devrine döndü. En son, 2014 yılında Meydan Devrimi adı altında Rus yanlısı iktidar devrildiğinden bu yana işler iyice kızıştı. Malum, Rusya Kırım’ı işgal etti ve Ukrayna’nın doğusunda Rus yanlısı güçlere yoğun destek vermeye başladı.
‘Ne yani, bu ülkelerde meydanlara dökülen onca insan arasında hiç mi gerçekten demokrasi isteyen yok? Herkes bir oyunun parçası mı?’ Diyeceksiniz. Tabii ki var da, birincisi dünyanın dört bir yanında demokrasi isteyen ne kadar insan varsa o kadar var. İkincisi, bu ülkelerin zenginliklerini paylaşanların kavgası bir yandan, büyük güçlerin nüfuz mücadelesi diğer yandan, tüm siyaset alanını belirleyen asıl güçler olarak kimseye nefes aldırmıyor.
Diğer taraftan, ‘bu nüfuz mücadeleleri içinde Rusya’nın gerekçelerini sayıp döküyorsun, ne yani sonuçta Rusya’ya mı hak verelim?’ diyebilirsiniz. Hiç değil. Ama ‘savaşa hayır’ deyip işin içinden sıyrılmanın bir karşılığı olmadığı için tüm bu hatırlatmaları yapmak ihtiyacı duyuyorum. Madem başka bir dünya kurmak başka baharlara kaldı, en azından mevcut koşullar çerçevesinde insan maliyeti en az olan çözüm yollarının denenebileceğini bilelim.
Bunlar da ilginizi çekebilir